|

Her kitap merakıma açılan pencere oldu

Yakınlarda Osmanlı kültür tarihini aydınlatan iki kitap yayınlayan Prof. Dr. Mertol Tulum 55 yıldır süren tarihî metin çalışmaları esnasında sayısını bilmediği kadar çok elyazması görüp yüzlercesini baştanbaşa okuduğunu, okuduğu her kitabın da merakına açılan bir pencere olduğunu söylüyor.

12:31 - 15/03/2020 Pazar
Güncelleme: 12:34 - 15/03/2020 Pazar
Yeni Şafak
Prof. Dr. Mertol Tulum
Prof. Dr. Mertol Tulum
İHSAN BOZOK

Ketebe Yayınları’ndan Her Yanı ve Her Şeyiyle 18. Yüzyıl İstanbul’u ve Har-nâme adlı iki kitabı çıkan Prof. Dr. Mertol Tulum ile Osmanlı Türkçesi metinleriyle olan yarım asırlık macerasını ve son çalışmalarını konuştuk.

Osmanlı Türkçesi metinlerine neredeyse ömrünüzü vakfettiniz. Bu metinler üzerinde çalışmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz?

Cemil Meriç kitap için, “Denize atılan bir şişe her kitap. Asırlar kumsalda oynayan birer çocuk”; anlatım biçimi ve dili kullanım yolundan çok etkilendiğini söylediği Sinan Paşa da, asırlardır denize atılıp duran şişelerin iç dünyası olan söz için: “Dertlilerin yoldaşı, yalnızların arkadaşı. Yağmur, bulut belirdiğinde, akıl güzelinin süsü, bezeği yüzünde. Bir sır Tanrısal sırlardan, bir macera aşk oyunu oynayanlardan. Yakarıp duran erlerin kıssası, hakikat ardına düşmüşlerin sırdaşı. Çaresizler için bildik ve tanış, avarelerin gönüllerine dost ve eş” der. Kıyıya vurma bahtına eremeyip nisyan karanlığında batık kalmış, bu yüzden de rahmetli Cemil Meriç’in kumsalda oynayan çocuklara benzettiği asırların eline geçmeyen nice söz şişesini yazma kitaplıklarda başlayan araştırma çalışmalarımın kabarıp coşan deryası 1960’lı yılların ortalarından başlayarak benim keşif kumsalıma sürükledi. Okuduğum her kitap merakıma açılan bir pencere oldu. Merak aramaya ve bulmaya yönlendirici, buldukça da kışkırtıcıdır. Öte yandan asırların saklı kalmış birbirinden değerli hazinelerinin ele geçirilmesi varlığa kavuşma sayılabilirse de, azla yetinmesini bilmeyenler için iştah kabartıcıdır. Ele geçirdikçe daha çoğunu istersiniz, buldukça biriktirir, biriktirdikçe doymazsınız. Benim neredeyse 55 yıldır süren eski (tarihî) metin okumalarımın hikâyesi kısaca budur.

RAMAZANNAME SANANLAR OLMUŞTU

Kitaplarınız bundan önce dağınık halde pek çok yayınevindeydi. Yakın zamanda Ketebe’den “Mertol Tulum Kitaplığı” üst başlığıyla eserleriniz yayınlanmaya başladı. İlk kitap Her Yanı ve Her Şeyiyle 18. Yüzyıl İstanbul’u. Bu metnin orijinal tarafı nedir acaba?

Bu her yönüyle yeni, başka, benzersiz bir eser. Yazarı bir yeniçeri ozanı; türü letâif; dili zamanının konuşulan dili ve türünün gerekli kıldığı ölçüde şirin mi şirin; alanı halk edebiyatı; kahramanları bir bekçi ve davulcu, ama aynı tiple iki karakter; tasarı, kurgu ve düzenleme becerikli usta işi; kaynak değeri yüksek, hattâ kimi bakımlardan biricik. Bütün bu nitelikleriyle İstanbul’un tarihi, özellikle de pek çok tatsız ve acıklı olayın yaşandığı bir zaman diliminde yenilenen, düşüp düşüp ayağa kalkan bir dünya beldesinin hemen her yanının, her köşesinin, onca yöresinin, her şeyinin, sözlerle yansıtılmış görüntüleri, dile getirilmiş hikâyeleri. Bu kitapta yer alan manzumelerin büyük bir kısmı daha önce Ramazannâme adıyla iki kez yayımlanmıştı. Küçükçe bir bölük manzumenin yayımlanma hikâyelerini de girişte anlattım. Eserin ne’liği ve niteliği anlaşılamamış, bunlar ramazan manileri sanılmıştı. Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki yazmalar üzerinde çalışmalarım sırasında yıllar önce bulduğum nüshayla sayısı 162’ye çıkan bu manzumelerin her birinin bir ansiklopedi maddesi sayılması gerektiği yolundaki değerlendirme bana aittir. Kitabın adını da ben koydum. Yazmalardaki sırasını dikkate almaksızın yaptığım sıralama ve düzenleme ile bu kitap yepyeni bir kimlik kazandı. Bundan böyle İstanbul üzerine yazılacak her yazı, İstanbul›un 18. yüzyılı ile ilgili her araştırma için bir kaynaktır bu kitap. Hazırlanış ve sunuluşundaki başkalık benim çalışmalarımın hemen hepsinde gözettiğim, ödün vermeden uygulanmasını istediğim bilimselliğin bir göstergesidir.

HOCAMIN BULDUĞU

DEĞERLİ BİR YAZMAYDI

Son kitabınız ise Har-nâme. Genellikle Şeyhî’nin meşhur eseri akla geliyor bu isimle. Burada da “eşekler” var ama konu başka. Çingene kültürünü bütün yönleriyle veren bu eserin kültür tarihimiz açısından önemi nedir?

Har-nâme merhum hocam Ahmed Ateş’in 1947 yılında bulup bir yazısında varlığını haber verdiği bir değerli yazmaydı. Kanuni Sultan Süleyman’a sunulmak üzere kaleme alınmış bu eserle kimse ilgilenmedi. Ben bölüm kitaplığında bulunan sayfa fotoğraflarını 1960’lı yılların ortalarında görmüş, incelemiş, o sıralarda büyük bir ilgi duyarak, araştırma konusu olarak seçtiğim, yazma metinlerde karşılaşılan farklı seslendirmelerin söylenişi yansıtır değerinin bulunup bulunmadığı sorusuna karşılık bulmaya yönelik çalışmalarım için malzemesini derlemiştim. Sayısı oldukça az, letaif türünde, kitap bütünlüklü eserler arasında birçok yönden ilgi çekici özellikleriyle baş sıralarda yer alan bu eserin eldeki yazması, -dili, yazımı başta olmak üzere- kimi yönleriyle gerçekten okunması ve anlaşılması çok zor bir yapıdaydı. Sonraki yıllar içinde bu eserin başka bir nüshası bulunamadı. Konusu ve içinde bulundurdukları ile belleğimin bir köşesinde sakladığım bu eseri yayıma hazırlama kararımı etkileyen yönlerden biri senelerce Çingene hayatı ve kültürünün çok canlı olarak yaşandığı Kavaklı köyüne oldukça yakın bir yörede Avcılar, Anbarlı›da yaşamam ve bu bölgeyi insanlarıyla yakından tanıma fırsatı bulmuş olmamdı. Sulukule gibi burası da artık yok. Neşeleri, yaşama bağlılıkları, ürettikleri kendilerine özgü kültürleri, bu kültürün örneklik ettiği değerleriyle bu insanlar üzerine yazılmış eski bir kaynakla, tarih derinlikli bir metinle karşılaşmadım.

KOLAY OKUNUP KOLAY ANLAŞILIR

Böylece biricik olma özelliğiyle, kendisinin gerçek kimliğini saklayan, adını vermeyen o dönemin gerçek anlamda okur yazarı olduğu anlaşılan kişinin tasarlayıp kurguladığı, doğrudan söz konusu yöre Çingeneleriyle ilgili bir çerçeve hikâye ile buna türlü yollarla ilişkilendirerek eklediği har (eşek) hikâyelerinin bütünlük kazandırdığı bu eser benim için üzerinde çalışılması kaçınılmaz bir değer taşımaktaydı. Her şeyden önce barındırdığı farklı bilgilerle belli araştırma alanları için kullanılması gecikmiş bir tarih kaynağı idi. Çok emek verdiğim bu çalışma ile harnâmelerin sayısı 3’e çıktı. En bilineni olan Şeyhî›ninki ile önemce belki ondan önce anılması gereken Molla Lütfî’ninki yanında bu kitap, farklı yapısı ve yönleriyle şimdi baş sıraya konulması gereken bir eser olarak edebiyat tarihindeki yerine konmuştur. Metin herkes için kolay okunur ve anlaşılır olmasa da Sunuş’ta yazdıklarım en azından yazar ve eserin içeriği konusunda bilgilendirme açısından yeterli sayılmalıdır. Başka alanların araştırmaları için önemli bir kaynak olan bu eser üzerinde ileride başka bilim erlerinin emeklerini esirgemeyeceklerini ummak isterim.

SAYISINI HATIRLAMADIĞIM KADAR YAZMA GÖRDÜM

Siz genellikle kendi keşfiniz olan eserler üzerinde çalışıyorsunuz. Şu an tezgâhınızda neler var?

Sayısını bilmediğim kadar çok yazma gördüm, yüzlercesini baştanbaşa okudum. Daha önce Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı yayımları arasında çıkan İzmitli Hacı Ahmed Çelebi’nin Sergüzeşt (Otobiyografi) ve Ravzatü’t-Tevhîd (Tevhid Bahçesi) adlı eseri gibi bu son iki çalışmam da gerçekten benim keşiflerimdir. Son ilgi alanım letâif türü eserler. Pek çoğunu okudum. Neler var neler. Ama bu arada çeşitleme kabilinden okuduğum 14. yüzyılda yazılmış bir eserde insan, aşk ve aşkın konağı gönül (dil) üzerine okuduklarım en yeni keşiflerimden biri oldu.

#Prof. Dr. Mertol Tulum
4 yıl önce