|

Her şeyi yaz, hiçbir şeyi atlama

Münevver Soylu
00:00 - 7/03/2007 Çarşamba
Güncelleme: 19:37 - 8/04/2007 Pazar
Yeni Şafak
Her şeyi yaz, hiçbir şeyi atlama
Her şeyi yaz, hiçbir şeyi atlama

Yıl 1919, bozguna uğrayan Kızıl Ordu'nun dört askeri kışı geçirmek üzere bir ormanın içlerine sığınırlar. İlkbaharda Polonya ve Romanya ordularına karşı savaş yeniden başlayacaktır. Bu adamların derdi kendilerini bekleyen ölümü unutmaya çalışmaktır. Geceler dondurucudur ve dört asker derme çatma bir sobanın çevresinde birbirlerine sokulurlar. Benia vardır orada, anlatıcı ve onların serüveninin tanığı; sonra açıkgöz, her şeye bir yanıt bulan Pavel; ve gerçek bir Özbek devi, kaba saba, saf bir adam olan Kiyabin; ve sessiz, sakin bir genç ama olağanüstü bir nişancı olan, Sifra.


VE BEŞİNCİ KATILIR

Dörtlü ormanda inşa ettikleri bir kulübeye kapanıp kışı çok zor şartlar altında geçirirler. Kış bittiğinde, bulundukları vadinin yüksek otları arasında bir göl keşfederler. Bu gizli kalmış, sakin göl en büyük eğlenceleri, huzur kaynakları olur. Bu arada gruba bir beşinci kişi katılır: en küçükleri, daha yeni erginliğe ulaşmış ve ötekilerde bulunmayan bir özelliğe sahip olan, yazı yazmayı bilen Evdokim. Sigara alıp vermeler, barbut partileri, angaryalar, paylaşılan çaylar, ilkbaharın ilk günlerinde gölde çimmek oluşturur bu adamların gündelik işlerini. Yavaş yavaş, aralarında dostluk bağları kurulur. Hepsi öykülerini anlatır ve hepsi Evdokim onların belleği olsun, ortak serüvenlerini kağıda geçirsin ister: "Her şeyi yaz, aman hiçbir şeyi atlama."


GİDİŞATI KİM BELİRLER

Tüm bu huzur anılarının, dostluk ve dayanışmanın dünyanın gidişatı ve başkalarının kararları karşısında ne kadar yetersiz kaldığı açığa çıkar; kitabın sonunda anlatıcı, dostlarını trajik koşullarda yitirecektir.

Hubert Mingarelli'nin genç Fransız romancıları arasında ayrı bir yeri vardır, özellikle de Une riviére verte et silencieuse (Yeşil ve Sessiz Bir Irmak) adlı romanından sonra kazanmıştır bu yeri. 2003'te az önce kısaca konusundan bahsettiğimiz “Dört Asker” romanıyla Mèdicis ödülünü aldı. Bugün Isére'de bir dağ köyünde yaşamakta olan Hubert Mingarelli, konusuyla Ernest Hemingway'in hikâyelerini anımsatan Dört Asker'de dostluk, savaş, vahşet ve yokluk gibi evrensel temaları işlerken, bunları bayat ya da sıradan olmaktan çıkaran bir yazı tekniği kullanıyor.

ASKERLER DÜNYAYA NASIL BAKARLAR

Sovyet Rusya'nın eğitimsiz dört genci, kırsal bir dekor içinde betimleniyor, kısa bölümlerden oluşan roman ilerledikçe dört askerin çevrelerini saran dünya karşısında bakış açılarının ne kadar dar olduğu vurgulanıyor. Olan biteni, içine düştükleri savaşı layıkıyla değerlendirecek kapasitede olmasalar da, anlatıcı Benia'nın son derece açık seçik, her türlü duygusallıktan ve retorikten arınmış cümlelerle biçimlenen yalın üslubu yine de çok şey söylüyor. Anlatıcının sesi, her ne kadar bir askerin bakış açısıyla sınırlı olsa da, anlatıdaki eylemlerin betiminde son derece kesin ve açık.

Kahramanlar kendilerini ifade etmekte zorlanıyor, neredeyse hiç doğru sözcükleri bulamıyorlar. Ama yine de Hubert Mingarelli şiirsel bir dil yaratabilmiş, imgeler canlı, bazen son derece hoş olabiliyor. Sözcükler çok ekonomik kullanılmış, kendi halinde ama incelikli bir üslup benimsenmiş. Askerlerdeki sığlık hiçbir şekilde anlatıyı daraltmıyor. Bu açıdan yazarı başarılı sayabiliriz.

MİNİMALİST, YALIN DİL

Dört askerin dostluğu dışında, Mingarelli, korkunç dış koşulları öyküye yedirmeyi ustalıkla başarmış. Romanda neredeyse hiçbir şey olmuyor, yalnızca yalın gözlemlerdeki bazı anlar ve anekdotlar var. Ancak bölük pörçük anlar kitapta uzun süreli bir gerilim kurulmasını engellememiş. Kitabın sonunda çözülen tüm bu gerilim süresince insanın dünya karşısındaki küçüklüğü gitgide belirginleşiyor, roman biraz karamsar bir şiire dönüşebiliyor. Romanı kısaca, savaşta kurulan bir dostluğun minimalist ve yalın bir dille anlatılmış öyküsü diye niteleyebiliriz. Mingarelli, iyi bir arayışa girişmiş ve amacına ulaşmış.


17 yıl önce