|

İçinizdeki teselli sesine kulak verin

Mecit Ömür Öztürk’ün, Dervişin Teselli Koleksiyonu serisinin devamı olan “Klasik Metinlerle İyileşme” isimli kitabı raflardaki yerini aldı. “Her insanda destekleyici bir iç ses olduğunu düşünüyorum” diyen Öztürk, insanın en çok kendi içindeki sesleri işittiğini ve kendisini ikna ettiğini söylüyor.

02:48 - 2/10/2022 Pazar
Güncelleme: 02:54 - 2/10/2022 Pazar
Yeni Şafak
Mecit Ömür Öztürk, “Biz şifayı hasta olduğumuzda iyi olmamız için gönderilen bir takviye tecellisi olarak anlarız. İşin doğrusu şu ki şifa, esas ve daimidir” diyor.
Mecit Ömür Öztürk, “Biz şifayı hasta olduğumuzda iyi olmamız için gönderilen bir takviye tecellisi olarak anlarız. İşin doğrusu şu ki şifa, esas ve daimidir” diyor.

Nalan Yıldırım

Yazar Mecit Ömür Öztürk’ün “Dervişin Teselli Koleksiyonu Doğu’dan Batı’dan 99 Teselli” isimli kitabının devamı olan, “Dervişin Teselli Koleksiyonu 2, Klasik Metinlerle İyileşme ” geçtiğimiz günlerde Hayy Kitap etiketiyle okuyucuyla buluştu. Klasik Metinlerle İyileşme kitabı, Doğu’nun ve Batı’nın kadim öğretilerini kullanarak içimizdeki teselli sesini uyandırıp canlandırmayı hedefliyor. Kitap, insanın gizli ve açık manevi yaralarını sarmayı ve onların iyileşmelerine vesile olmayı amaçlıyor. Öztürk ile yeni kitabını konuştuk.

İlk kitabınız Dervişin Teselli Koleksiyonu çok sevilmişti. Serinin ikinci kitabındaki alt başlık “Klasik Metinlerle İyileşme”. Tasavvuf metinleri ve klasik metinlerle bir tür bibliyoterapi yapıyorsunuz diyebilir miyiz?

Niyetim evet, daha çok bu yönde. Ruh sancılarımızın çok arttığı günümüzde bir de bunu denemek lazım diye düşünüyorum. Müzikle ruh tedavisi olabildiği gibi edebiyatla da bir onarım belki mümkündür. Yazarlar, edebiyatçılar dünyanın en çok düşünen, düşünerek yaşayan, düşüncelerini kayda en çok geçiren insanlarıdır. Onların zihin dünyasına yansımış pek çok ruhsal şifa olmuştur. Bu şifaları ortaya çıkarıp sunmak için mesai ve emek sarf ediyorum.

İNSANI KENDİ İÇ SESİ İKNA EDER

Zamanın ruhuna güzel bir ayna tutuyor kitabınız. Çünkü anlam arayışı, güven ihtiyacı had safhada. Neyse ki kitapta çözümler var. Soralım: Sizce en büyük derdi ne çağ insanının?

En büyük derdimizi, düşünmeye vaktimizin olmaması olarak görüyorum. Hayatımızda düşünmenin ve tefekkürün sızabileceği bazı boşluklar var idiyse de artık hemen hemen yok. Vakitlerin hepsi işgal altında. İnsanın durup boşluğa düşebileceği, canının sıkılabileceği bir vakti bile yok. Vakti yok derken, hep çalışıyor da vakti yok anlamında söylemiyorum. Onu meşgul eden, vaktini öldüren araçların çokluğundan dolayı, etrafının sarılı olmasından dolayı vakti yok.

Tasavvufta murakebe deneyimi vardır. Murakebe, insanın kendi iç dünyasına dönmesi, kalbini zararlı düşüncelerden uzak tutması, Rabbiyle birlikteliğini hissetmeye çalışmasıdır. Günümüz insanının murakebeye ihtiyacı var. İtikafa ihtiyacı var. Meşguliyetsiz ve araçsız bir şekilde bir kenara çekilip kendi yaşamımız üzerine düşünmeye düzenli olarak vakit ayırmalıyız. Bunun olmayışının ağır faturalarını ödüyoruz, dünya insanlığı olarak.

Destekleyici iç sesten bahsediyorsunuz. Psikoloji ekolleri, farkındalık metotları da bu sesi fark etmek fakat onu susturmak üzerine yöntemler telkin ediyor. Bu olumlu iç sesi canlandırabiliriz?

İnsan kendi kendine, harici bir etkiye muhtaç olmadan da mutlu olmayı bilmeli... Hadiselerin iyi taraflarını görmeyi, hayra yormayı başarabilmeli... Güzel düşüncelerde mahir olmalı... Başka bir meşguliyete veya insana mecbur kalmaksızın zihnini huzurlu ve dingin hâle getirmeyi öğrenmeli. Kendi mutluluğunu her an, gereken her yerde üretebilmeli. Bunun için de öncelikle, kendisine verilmiş olan “onarıcı iç sesi” keşfetmesi gerekir.

İnsan en çok kendi içindeki sesleri işitir. İnsanı en çok kendi içindeki sesler ikna eder. Her insanda “destekleyici bir iç ses” olduğunu düşünüyorum. Bu sesi bulup canlandırmak gerekir. Destekleyici iç sesi açığa çıkarmak insan için büyük bir kazanım olacaktır. O ses susmuşsa ya da kısıklığı sebebiyle işitilmiyorsa insan, artık yaşadığı her hadisenin en olumsuz yanına odaklanmaya başlar. Bu da mutsuzluğun başlangıcı olur. “Destekleyici iç ses” konuşmaya başladıkça insan ne yalnızdır ne de çaresiz. Ondan insana daima teselliler de akar.

Bu iç sesi çalıştırmış ve bol bol kullanmış insanlara da kulak verilmeli. Bu da bir antrenman, bir egzersiz sayılır. Ben bu egzersizin sanatçılardan, edebiyatçılardan, filozoflardan ve şairlerden iktibasla da yapılabileceğini düşünüyorum. Yazdıklarımla da daha çok bunun izini sürmeye çalışıyorum.

Aslında hastalık yoktur şifanın kesintiye uğraması vardır diyorsunuz. Bu da çarpıcı bir tespit. Açar mısınız?

Biz şifayı hasta olduğumuzda iyi olmamız için gönderilen bir takviye tecellisi olarak anlarız. İşin doğrusu şu ki şifa, esas ve daimidir. Hastalık, insandan cari şifa tecellisinin kısmen kesilmesiyle olur. Zira insanın sağlıklı olması için determinist anlamda hiçbir neden yoktur. Görünür gidişat onun sürekli hasta olabileceği şekildedir. Buna rağmen ona çoğunlukla şifa eriştirilir. Fakat zaman zaman bu şifada bir hikmete binaen kesintiler yapılır.

Biz, ferahlığı da musibete uğradığımızda gönderilen bir yardım şeklinde anlarız. Aslında esas ve daimî olan ferahlıktır. Hastalığın, cari şifanın kesintiye uğraması demek olması gibi, musibetler de cari ferahlığın kesintiye uğraması demektir. Esasında çevresel koşullar ve gidişata bakılınca insanın ferah olması için ortada ciddi hiçbir neden yoktur. Bizler ferahlık aktif bir şekilde yansıdığı için mutluyuz. Ferahlık gelmediğinde, kısmen yansımadığında, yansımasına engel olunduğunda musibet var demektir.

İRADEYE BAĞLI ACILAR VARDIR

İnsanın rızkı gibi başına gelecek musibetler de belirli midir? Öyleyse irade, gayret, kişinin çabası olan bitende etkisiz mi? Ne kadar etkili?

İnsanın gayreti de, duası da, başkalarına yaptığı iyilikler de, iyi bir insan olması da musibetlerin varlığı üzerinde olumlu bir etkiye sahiptir. Ama insanın gayret ve duasına, iyi bir insan olmasına bağlı olmaksızın kendisi üzerinde takdir edilmiş acılar da vardır. Diğer taraftan gayretinin ve duasının eksikliğine, günahlarının ve suçlarının varlığına bina edilmiş başka musibetler de vardır. Kaderde insanın iradesine bağlı kılınmış acılar da onlardan bağımsız takdir edilmiş acılar da vardır. Gayret ve duamız birinci türden acıların ilacı ve ön alıcısı olsa da ilahi takdirden kaçamayacağımız, herhangi bir yöntemle onun doğuşunu ve varlığını (takdir edilen müddet kadar) ortadan kaldıramayacağımız musibetler de yaşarız.

Kitapta sadece çok önemli tasavvuf yazarlarından, Kur’an’dan değil Virginia Woolf’tan Joyce’a, Irvin Yalom’a Tolkien’e kadar alıntılar var. Bu alıntılar ile tasavvufi metinlerin kaynaşmasını nasıl yorumluyorsunuz? Tasavvufi metinler daha deruni, klasik metinler genel yaşam bilgeliği gibi mi okunmalı?

Cenab-ı Allah nasıl rahman isminin tecellisiyle, dünyadaki herkesin rızkını veriyor, nefesini sağlıyor, hastalandıklarında şifalarını onlara ulaştırıyorsa tesellilerini de öyle ulaştırıyor. İnsanın beden hastalıkları için yeryüzünü bir şifahaneye çeviren Rabbimiz, onun ruh sağlığının korunması için de yeryüzünün her tarafına tesellilerini yağdırmıştır. Bu teselliler kimi zaman bir şairde, kimi zaman bir romancıda, bazen de bir ressamda açığa çıkar. Hikmet müminin yitik malıdır, onu nerede bulsa alır. Bu hikmet bazen hiç ummadığımız coğrafyalarda, ummadığımız kalemler aracılığıyla ortaya çıkabilir.

#Mecit Ömür Öztürk
#Tasavvuf
#Allah
1 yıl önce
default-profile-img