|

İHH Başkanı Bülent Yıldırım: "Metin Yüksel'i tanımıyordum"

İHH İnsani Yardım Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım, hayatı hakkında merak edilenleri Yeni Şafak'ın özel serisi Saklı Kalanlar'da anlattı. Yıldırım, geçmişte Deniz Gezmiş hayranı olduğundan bahsettiği röportajımızda, 'Mavi Marmara'ya dair bir keşkeniz var mı?' sorusunu da yanıtladı.

Şefika Nur Çiftçi
20:55 - 12/05/2022 Perşembe
Güncelleme: 17:07 - 18/10/2023 Çarşamba
Yeni Şafak
İHH Başkanı Bülent Yıldırım
İHH Başkanı Bülent Yıldırım

İHH Başkanı Fehmi Bülent Yıldırım, 1967 yılında Erzurum Akşar’da doğdu. Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı. Bosna Soykırımı yaşanırken bir grup arkadaşıyla birlikte, günümüzde 123 ülkede faaliyet yürüten İHH İnsani Yardım Vakfı'nı kurdu. Bülent Yıldırım, 2010’da işgalci İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargonun delinmesi amacıyla yola çıkan Mavi Marmara gemisindeki aktivistlere öncülük etti.

Yıldırım, Yenisafak.com'un Saklı Kalanlar isimli özel serisinde hakkında merak edilen soruları cevapladı.



- Biz sizi tanıyoruz, siz hayatını mazlumlara adamış bir isimsiniz. Fakat bilmeyecek olanlar için biz sizi, sizden dinleyelim Fehmi Bülent Yıldırım kimdir?

1967'de Erzurum'un Şenkaya ilçesine bağlı şimdi mahalle oldu Akşar köyünde doğdum. Rahmetli babam polis memuruydu ama akrabalarımız çok genişti birçok köy akrabaydı. O nedenle çok geniş bir aile içerisinde yaşadım. Babam 20 yıl polislik yaptı ama eskiden öyleydi, birçok yerde bulunduk, çok kültürlü yaşamı tanıma fırsatı oldu. Antep, Diyarbakır, Afyon, Ankara, İstanbul, Kayseri doğal olarak her tarafta arkadaşlarım oldu ama hiçbir yerde de kalıcı olamadım.

Dedemin hikayeleri bölgede çok iyi bilinirdi. 21 tane yetimi büyütmüş, bunları evlendirmiş, merhamet sahibi olarak bilinir, iki dedem de öyle, iki dedem ve iki nenem halk tarafından sevilen insanlardı, sözleri takdir edilen kabul edilen kişilerdi. Mesela bu her iki nenem de evde asla yiyecek bırakmazdı. Bir günün yiyeceği ertesi güne kalmazdı, mutlaka dağıtılırdı. İki elbiseden fazlası olmazdı, birini yıkarsa birini giyerdi fazlalığı mutlaka verilirdi. Hem babamın hem annemin köyü uzun yıllar Rusya'nın işgalinde kalmış yerler.





Son 40 yıl tamamen Rusların elinde kalmış bir köyün mensubuyum. O nedenle zulümleri çok iyi dinledim, Ruslar ne yaptı? Taşnak-Hınçak Örgütleri Ermenilerin, onlar nasıl katliamlar gerçekleştirdi? İşkenceler nelerdi? Bunları çok yakın dinledim büyüklerimden.

Allahuekber Dağı'nın Kars'a bakan yüzündeki yayla evi ve köyü annemin köyü, Şenkaya'ya Erzurum'a bakan tarafı da babamın köyü ve yaylası. O nedenle Allahuekber Dağı'nda yaylaya her çıktığımda mutlaka şehit hikayeleri dinledim. O coğrafyada yaşayan herkes aslında cihat topraklarında yaşar, şehitlerle iç içe olur beraber olur, işgalin ne olduğunu bilir devletsizliğin ne olduğunu bilir. Direniş kültürünü mutlaka duymuştur, hissetmiştir.

O nedenle orası aslında bir yetişme ortamı da diyebilirim. Mesela bizim o bölgede bir genç, dağcılığı çok iyi öğrenir, ata binmeyi, avcılık yaygındır, silah kullanmayı, yüzmeyi. Mesela çoğu insan inanamaz ama bizim köyün havuzu vardır. Bütün çocuklar o havuzda yüzme öğrenirler. Derede yüzerler. O nedenle o bölge insanı belki de, bugün spor adı altında var olan her şeyi doğal olarak yaşamış olur. Köyde insanlar beni çok severdi dedemden dolayı nenemden dolayı, istediğim eve girer acıktığımda yemek yerdim küçükken, aslında ben köyümde krallar gibi yaşadım. Çocukluğum çok güzeldi. "Şehir hayatı böyle miydi?" dersen orada da işin başka bir yönüyle karşılaştım. Doğulu olduğum için o dönemlerde insanlar şehirde bizi çok kabul etmezdi, ilkokuldan itibaren bunun acılarını öğretmenlerimde gördüm. İyi öğretmenler oldu, anlayışı olmayan öğretmenler oldu. Şivemizden dolayı yargılandığımız dönemler oldu. Mesela çocukken hiçbir zaman beni bir oyun kümesine almadılar, hayatımda hiç bando takımına giremedim veya folklora katılamadım, yıllar sonra bu Batı ile Doğu arasındaki o ayrımı anlamış oldum.

Bir gün bir gazeteci hanım benimle röportaj yapıyor ve dedi ki "Bülent Bey, hayatınız Hamas ile İsrail arasında gidip geliyor, bunu neye bağlıyorsunuz?", ben de espri yaptım, "Coğrafya bir kaderdir. Bu benim suçum değildir, bizim memlekette Hamas diye bir köy var, hakikaten adı Hamas, bir de İsrail'in Düzü diye bir yer var. Ben çocukken Hamas ile İsrail arasında o coğrafyada git gel alışkanlık yaptı. Şimdi de Filistin konusunda bunu yansıtıyorum" dedim. Zannediyorum coğrafyanın yetişmede çok büyük bir etkisi var.

Büyükannemin çok etkisinin olduğunu düşünüyorum. Çünkü bölge, bu cihat bölgesine bilinçli bir şekilde ateist öğretmenler gönderildi. Ve bu bölgenin insanları dinden uzaklaştırılmaya çalışıldı. Doğal olarak o zaman ben kendi öğretmenlerimden veya kendi tanıdıklarımdan haşa Allah'ın olmadığına dair dersler aldığım dönemler oldu. Ben bunları çok iyi hatırlıyorum. Ama ben ağlayarak ki o gün çok küçük yaştaydım, diyelim ilkokul 1'e ya gidiyorum ya gitmiyorum, rahmetli büyükannemden duyduğum hikayelere sığındım liman oldu. Ağlayarak hayır "Allah vardır" diye hala duygulanırım ben bunu hatırladığımda, cevap verdiğimi bilirim "Allah vardır" diye ve çığlık çığlığa neneme doğru koştuğumu bilirim. Onlar beni etkiledi tabii...

- Çocukken de herkesin yardımına koşar mıydınız?

O konu biraz hastalık derecesindeydi bende. Mesela Küçükyalı'da oturduğumda herkes bunu bilir. Hala daha anlatırlar, perşembe günü kimse benimle dışarıda futbol oynamak istemezdi veya benimle koşuşturma yapmak istemezdi. Perşembe pazarı vardı kim olsa hemen giderdim, onun eşyalarını alırdım ben taşırdım, "Amca ben taşıyayım, teyze ben taşıyayım, abla ben taşıyayım", bunun artık bir abartı olduğunu arkadaşlar söyleyince bir gün karar verdim bundan kurtulacağım diye, hiç unutmuyorum arkadaşlar böyle bir köşeye sinmiş ben de, bana cesaret veriyorlar, "Bak şu gelen teyzenin eşyasını almayacaksın" diye, ben de ona doğru gittim yani almadan "Teyze taşıyayım" demeden geçip gitmem lazım. Bunu deneyeceğiz, tam yaklaştım yüreğim böyle hızlı bir şekilde atmaya başladı. Çok daha yaklaşınca ben gayri ihtiyari "Teyze ben taşıyayım" dedim, bütün teyzeler de alışmıştı. Hiç unutmam onu, arkadaşlar dedi ki sen bu işten kurtulamayacaksın ama güzel bir şey çünkü büyükannem bunu öğretti.

- Erzurum'un bir köyünden İstanbul'a uzanan hikayeniz nasıl başladı?

Rahmetli babamın ilk görev yeri Diyarbakır'dı. Diyarbakır'da 4 yıl kaldık ama gittiğimiz her yerde cidden iyi dostluklar kurmuşuz, ben şu anda tabii 40 yılı geçti 33 sene sonra gittim. Kahveye girer girmez yaşlı amcalar dedi ki, "Sen Cihangir'in oğlusun değil mi?" dedi. Yani hiç unutmamış herhalde yıllar geçmiş. Üç yıl orada okudum, okuduğum ilkokulun adı Devrim'di, Devrim İlkokulu. Şimdi bazen okulların isimleri etki ediyor, bulunduğun coğrafyanın da isimleri etki ediyor. Fakat Diyarbakır'da o zaman, ben sonradan anladım, polis çocuğu olduğum için sokaktaki çocuklar da bazıları çekiniyor, bazıları da çok hoş karşılamıyormuş onun için orada beni takdir eden seven koruyan arkadaşlarım oldu ama öbür türlü arkadaşlarım da oldu. Yani polis çocuğu olunca Doğu'ya gidince biraz bu tip şeylerle karşılaşıyorsun Batı'ya gelince de Doğulu olduğun için muamele ile karşılaşıyorduk çocukken. Sonra Ankara'ya babamın tayini çıktı bir ara Afyon'da kaldık Ankara'ya geldik, babam bizi köye götürdü orada ilkokulu okudum, hala fotoğraflarım vardır çok güzel geçti köydeki okul. Kara lastikli fotoğraflar vardır ki kara lastiği o zaman durumu iyi olan çocuklar giyerdi. Türkiye şimdi nereden nereye geldi. Allah'a şükürler olsun... Şeyi iyi hatırlarım, ilkokul 4'ü okudum köyde, elektrik yoktu ve gaz lambası ile ders çalıştığım günleri iyi hatırlarım. Sonra elektrikler geldi, televizyonun geliş hikayesi ilginçtir. Aynen bu Vizontele gibi, dağın en tepesine bir alıcı koydular amcamda vardı amcam getirmişti televizyon siyah beyaz. Bütün köylüler herkes gelir onu gece seyrederdi artık evde yer olmazdı balkona taşarlardı herkes seyrederdi. O günlerin hepsini gördük tabii, sonra oradan İstanbul'a geldik. İstanbul'a ilkokul 5'teyken geldik. O süreçler bir memur çocuğu olmanın getirdiği sonuçlardı.

Önce Bursa İktisadı kazandım. Bir sene Bursa İktisatta okudum, bu arada Kara Harp Okulu'nun Deniz Harp Okulu'nun Hava Harp Okulu'nun bütün imtihanlarını kazandım. En son imtihanlarına girmedim üçünün de.

- Neden girmediniz?

Çok disiplin gördüm. Ben beceremiyorum disiplini. Kara Harp Okulu'nda bizi götürdüler böyle elbiseler böyle katlanacak dediler ben orada karar verdim bana göre değil. Aslında çok seviyordum. Yani denizciliği çok seviyordum. Çünkü Küçükyalı'da hep denizdeydim, Küçükyalı'da kaldık biz İstanbul Küçükyalı'da. Lise 2'yi orada bitirdim. Orada çok denize girerdik denizi çok severdik yüzmeyi çok severdim. Onun için denizcilik istedim ama o disiplinden korktum doğrusu vazgeçtim. Sonra da İstanbul Hukuk'u kazandım.

- Öğrendik ki, Bülent Yıldırım üniversite dönemine iki hayat sığdırmış. Sizin kırılma noktanız ne oldu? 18 Kasım 1986'da ne yaşadınız?

Bunu nereden öğrendin?

- Çok araştırdım.

Allah razı olsun. Şimdi dini yönüm iyiydi, inanıyordum ama bilgili değildim ve yaşamıyordum. Daha doğrusu bizim orada ciddi manada bir sol düşünce vardı ben Halkın Kurtuluşu Hareketi'nden çok etkilenmiştim mesela biz Deniz Gezmiş'in resmini çizerdik, sol elle yazı yazmayı öğrenirdik, bıçak atmayı öğrenirdik.

- Siz Deniz Gezmiş hayranı mıydınız?

Tabii, Deniz Gezmiş hayranıydık. Hepimiz orada gençler öyleydi, o bölge etkilenmişti bundan. Bize bunu öğreten abilerimiz de insan olarak çok iyi insanlar hala daha görüşürüz. İstanbul'a biz tabii geldiğimizde mesela ilginçtir rahmetli babam biraz daha rahmetli Türkeş'e yakın amcamlar CHP'li ben Halkın Kurtuluşu olarak kendimi nitelendiriyorum ama en sonda hepsini tabi Erbakan Hoca ile tanıştırdım. Rahmetli ile...

1986'da başörtüsü meselesi gündeme gelmişti. Bir kızımız başörtülüydü bir kardeşimiz aynı yaştayız, hoca kürsüden çıktı dedi ki "O nasıl bir elbise? Nasıl bir gerici kıyafet?". Daha böyle açık olan, normal kıyafet değil de daha açık olan bir kardeşimizi gösterdi, "Bunun gibi olsana bak gül gibi giyinmiş" dedi, hiç unutmuyorum o cümleyi. O başörtülü kız ağladı ve sınıftan çıktı. Çıkınca ben kalktım müdahale ettim. Orada ciddi bir tartışmamız oldu, zaten ben bu tartışmalar yüzünden okulda çok kaldım derslerden. Uzun yıllar beni bıraktılar hocalar, ben bilmiyordum tabi o zaman bu hocaların birbiri ile irtibatlı olduğunu, bedel ödedim Allah'a şükürler olsun ödedim. Ödediğim bedellerin hepsi hakikat için ödenmiş bedellerdir diye düşünüyorum inşallah... O zaman hoca ile tartışırken o çocukluğumdaki travma gözümün önüne geldi. "Allah yoktur" diye bana anlatılan dersler gözümün önüne geldi. Ben başladım Kur'an-ı Kerim okumaya, Kur'an-ı Kerim okuma süreci içerisinde çeşitli arkadaşlar ile tanıştım. Arkadaşlık çok önemli, bana gerçekten düzgün bir şekilde İslam'ı anlattılar dost oldular yani. Kafamda ne soru varsa sormama fırsat verdiler. Bunun üzerine karar verdim Kur'an-ı okuduktan sonra Müslümanları tanıdıktan sonra. 18 Kasım 1986'da öğle namazına gittim, hiç unutmam onu. Beyazıt Camisi'ne gittim hala o hazzı hissederim, 19 yaşındasın ve birden bire her şeyi düzeltebilirim diye karar veriyorsun. Yanlış olan her şeyle mücadele ederim ve düzeltebilirim diye karar veriyorsun. Benim üniversite hayatımın o yılları ben Asrı Saadet gibi haz aldığıma inanıyorum. Çok güzel günlerdi...

- Biz biliyoruz ki İHH Bosna Soykırımı'nda mazlumlara yardım etmek için kurulan bir vakıf. Bilmediğimiz yönleri ile İHH aslında nasıl kuruldu?

1986-87 insan ilk hidayete erdiği dönemlerde daha çok cemaate devam ediyor. Namaza gidebilmek o camide cemaate katılabilmek, mücadelenin en önemli parçası aslında cemaatle namaz kılmak. Polis çocuklarının kaldığı bir yurt vardı, orada kalırdık biz üniversiteye gelmiş polis çocukları. Fetih yurdu var Fatih Camisi'nin avlusunda onun arkasında, sabah namazına geldim tam böyle namazdan çıktım baktım birkaç tane çocuk, çocuk dediğimde belki 13 belki 14 yaşlarında bir yerde oynuyorlar böyle, biraz da ağızları bozuk konuşma yaptılar hemen gittim müdahale ettim. Çocuklar dedim "Bakın burası camii avlusu" vs. vs. Bu arada da her sabah olduğu gibi bir tane seyyar satıcı sandviç satıyor içinde peynir ve domates var. Çocukların kalbini alabilmek için onlardan da aldım ısmarladım. Dediler "Abi sen Metin Yüksel'i tanıyor musun?" Ben Metin Yüksel'i tanımıyordum. Beni götürdüler şehit olduğu yere, o kırmızı bir boya dökülüyor bütün arkadaşları yıllardır döker o boyayı. Dediler ki "Metin Yüksel, biz çok küçüktük biz ve abilerimize böyle sandviç ısmarlardı ve İslam'ı anlatırdı". Sonra ben Metin Yüksel'i araştırdım. Rahmetli Afganistan'a gitmek için yola çıkacakken şehit edilmiş. Moro ile ilgili çizimler yapmış, sloganlar üretmiş, "Zincirleri siz oradan kıracaksınız biz buradan kıracağız" demiş. Duvar boyaları resimleri yapmış hep dış dünyadaki Müslümanları anlatmış bu çok hoşuma gitti. Sonra bir gün dua ettim, "Ya Rabbi keşke Akıncılar döneminde olsaydım da fetihlere çıksaydım, Müslümanlara yardıma gitseydim sonra gelip bu Fatih Camisi'nde hoca efendiyi dinleseydim ama en arkada dinleseydim, sohbetten sonra da gidip elini öpseydim tekrar yola çıksaydım" diye dua ettim.

Ben gençken yaptığım bütün duaların kabul olduğunu gördüm. Yıllar sonra, Akıncı'nın atı yerine İHH oldu, uçaklar oldu, İHH ile yer yüzünün her tarafına gittik. Camideki imam Erbakan Hoca oldu, o benim için çok önemlidir. Düşünün bir adam vefat etmiş her gün dua alıyor, her gün. Böyle bir insan olabilir mi? Kaç tane var yani? Ve şu anda da onun fikirlerinin doğru olduğunu artık dost ve düşmanı da biliyor. Baktım ki o dua kabul oldu, peki nasıl kabul oldu? Bosna savaşında ben Milli Gençlik Vakfı Üniversiteler Başkanı'ydım, görevi devrettim ve dış ilişkiler sorumlusu oldum. Bosna'ya gittik arkadaşlarla, arkadaşlarla gidince tabi orada aslında kalmayı arzuladık, bir kısmı kaldı şehit oldu fakat Bosnalılar, doğru mu yaptım yanlış mı yaptım hala bunu düşünürüm. O arkadaşlarla mı kalmalıydım? Bir kısmımızın dönmesini ve seslerini dünyaya duyurmamızı istediler, ben öyle döndüm. Bosnalı Müslümanların istişaresi ile döndüm. Döndüm geldim, bir yardım kuruluşu Türkiye'de yoktu sadece Kızılay vardı, o günkü Kızılay ile bugünkü Kızılay farklıydı bugünkü Kızılay çok daha ötelerde tabi. Bir yardım kuruluşu kurmak istedik ama Türkiye kanunları buna müsait değildi, Almanya'da İHH diye bir kuruluş oluşturulmuş bunun içerisinde her görüşten arkadaş vardı Almanya Freiburg şehrinde, ben de onun temsilcisi oldum. Geldim rahmetli Erbakan Hoca'ya anlattım, hoca icazet verdi. Bu kuruluşu Türkiye'de bağımsız bir kuruluş olarak kurduk.

Sadece anlamanız açısından söyleyeyim 93'de yapmış olduğumuz yani Almanya İHH'nın burada temsilcisiydik ama gayri resmi olarak. Başvurularımız vardı ama hala kabul edilmiyordu. Toplam 3 veya 4 arkadaşız onlar da imam hatipten yeni mezun olmuşlar. Gelecek ile ilgili planlamalar yapıyoruz, şu anda yaptıklarımız henüz o planlamalara yetişmedi onu söyleyeyim. Diyebilirim ki %60 %70 arasındayız hala. İnşallah Allah o günleri de gösterecek... Hiçbir ambargo bizi durduramaz anlayışını dünyaya kanıtlamak istedik. Gazze'de olduğu gibi diğer yerlerde olduğu gibi... Eğer bir yerde zulüm varsa, dinine diline ırkına bakmadan gitmemiz gerekiyor. Sonunda şehadet de olsa...

- Mavi Marmara'ya dair keşkeleriniz yahut iyikileriniz var mı?

Hiç keşkem olmadı. Ben Mavi Marmara'da şunu söyleyeyim, öyle bir rahmet öyle bir bereket gördüm ki Allah her aşamasını açığı olmadan bize tamamlamayı nasip ettirdi. Ve Mavi Marmara sonuçları itibarıyla bir çağın kapanmasına ve bir çağın açılmasına vesile olan bir süreçtir.

- Hangi çağın kapanmasına hangi çağın açılmasına?

Siyonizmin hakimiyetinin deşifre edilme çağı bu. Bu çağ açıldı. Siyonizmin ne olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Dünyayı yönetenlerin yönetmeyi çalışanların zalimlerin kim olduğunu biliyoruz. Biz İsrail'i sadece mesela birçok insanımız Filistin ile ilgili bilirdi ama İsrail'in yer yüzündeki bütün kanatları ortaya çıktı. Bakın biz buradan gitmeden önce "Mavi Marmara'nın sonuçları ne olur?" Diye düşündüğümüzde bir gün çok önemli bir siyasetçi "Ya gitmeyin" dedi bize, "Bunlar sizi vuracak". Dedim ki "Biz zaten onların dediği yere gitmeyeceğiz". Hakikaten biliyor musunuz, hiç biz onların söylediği alanlara girmedik? Normalde bizi vurmamaları gerekiyordu. Ama dedim "Bizi vururlarsa da" dedim "Sonuçta kendileri kaybeder". Biz hep açık denizde olduk ve bütün dünya biliyordu aslında. Biz Gazze'yi zorlayacağız gündem oluşturacağız bir ay boyunca, eğer Gazze'ye giremezsek Ariş Limanı'na gideceğiz. Mısır'a oradan malzemeleri götüreceğiz. Bir ay boyunca Gazze'deki ablukayı ve ambargoyu bütün dünyaya duyuracağız. Dünyanın hepsinde siyasi baskı yaparak bu ambargo ve ablukayı kaldıracağız. Fakat İsrail bu konuda çok kötü bir hata yaptı bizi vurarak. Onların dediği kara sularına girmiş olsaydık kendilerinde hukuki meşruiyet bulabilirlerdi ama biz açık denizdeydik ve sonuçta ben o siyasetçiye dedim ki "Bunlar bizi vurdukları zaman şunu çok iyi biliyorlar. Türkiye ile ilişkileri bozulur." Bu da Türkiye'ye neyi sağlar? Bu da Türkiye'ye savunma sanayinde bağımsızlığı sağlar. Türkiye'nin bağımsızlığının en önemli adımı, bir çağ işte burada kapandı. Türkiye'nin savunma sanayindeki bağımsızlığı İslam dünyasının bağımsızlığının en önemli adımıdır. Biliyorsunuz Selçuk Bayraktar Bey olsun Hulusi Akar Bey olsun bu açıklamayı yaptılar. Mavi Marmara'dan sonra İHA'lar SİHA'lar, bakın şimdi Karabağ'ı bize kazandırdı, Libya'yı kazandırdı, Mavi Vatan'ı kazandırdı. Suriye'de başka yerlerde Irak'ta şimdi değil mi? Heronlar olsaydı biz bu başarıları elde edebilir miydik? Bir çağ kapandı işte. Biz İsrail yükünden kurtulduk aslında. 10 tane şehidin bereketi bu.

- 15 Temmuz gecesi ne yaşandı?

Filistinli arkadaşlar beni uyardı. Dediler ki, "Bir darbe girişimi olacak Türkiye'de." "Nereden biliyorsunuz?" dedim, dediler ki "Biz İsrail'i tanıyoruz. Mavi Marmara anlaşması olduktan sonra İsrail rahat durmayacak, çünkü İsrail'in şımarıklığını biliyoruz, bugün de zaten görüyoruz artık. Erdoğan'ı ve sistemi düşürmek isteyecektir. Sizinkiler yurt dışında basını takip etse bunu anlarlar" dediler. Sonra ben de araştırdım ve baktım ki hakikaten çok ciddi bir sıkıntı var ama darbenin nereden geleceğini bilemiyoruz ama Filistinli arkadaşların bize anlattığı şeylerin belirtileri var. Ben bir hafta önce TVNET'te bir konuşma yaptım, "Darbe geliyor kimse hazırlık yapmıyor" diye çok sert bir konuşma yaptım.

O gün bir arkadaş Nevzat Çiçek beni aradı dedi ki, "Abi Beylerbeyi Sarayı'nda önünde bir hareketlilik var." Birkaç yeri aradım hareketliliği hissedince biz darbe olduğunu anladık saat sekiz buçukta. Akşam namazını kıldık, darbe olduğunu anladık tedbirlerimizi aldık. Mehmet Bakar abi Allah rahmet eylesin.

Beni aradı dedi ki "Şef" dedi bana Şef derdi. "Yarım saat içinde çıktık çıktık yoksa ülkeyi kaybedeceğiz." Ben hala birkaç yeri aradım, mesela bunlardan biri Ankara'yı aradım "Cumhurbaşkanımız nerede?" dedim. Tam bilgi alamadım bu arada Mehmet abi beni tekrar aradı, Mustafa Çalışkan il müdürüydü onu aradım o birkaç şey söyledi. Ve artık inmemiz gerektiğine inandık sahaya inmemiz gerektiğine inandık. Derken Sümeyye Ertekin geldi, ağlayarak geldi, dedi ki "Eşim Hayrettin tankların önünde tek başına." Biz tabi hemen kalktık gittik ki Hayrettin elinde bir telefon tankın önüne geçmiş diyor ki "Fetullah Gülen Amerika'da kahvesini içiyor sizi ölüme gönderiyor."

8 veya 9 kişiyiz. İndik aşağı fakat ilginçtir biz aslında Cumhurbaşkanımızın Tayyip Bey'in esir edildiğini düşündük, artık bir daha belki de göremeyeceğiz diye göz yaşı dökerek indiğimizi biliriz Vatan Caddesi'ne. Gittim baktım Hayrettin orada tek hiç unutmuyorum onu, Nevzat da arabasını kapatmış caddenin üzerine park etmiş ve Twit atmış "Herkes arabayı bıraksın ve kilitlesin" diye. Gittim her taraf araba dolu, aslında Allah nasip etti Türkiye'de bu konuda hiç mütevazi olmaya gerek yok ilk çağrı yapanız kurum olarak.

- Bülent Yıldırım'a hayatındaki en unutulmaz etkiyi bırakan isim kimdi?

Birkaç tane diyelim biz, rahmetli Erbakan Hoca, Aliya İzzetbegoviç, Şamil Basayev, rahmetli Hattab, Mashadov, Dudayev, Afganistan'ın bütün cihad liderleri, Selamet Haşimi, Hacı Murat yine Moro'da, hepsiyle tanıştığım için Allah nasip etti bu İHH öyle bir bereket ki yeryüzünde mücadele eden bütün liderlerle tanıştım, bir de tabii çok şehit tanıdım çok ama çok tanıdım, onların hayatları hepsi beni çok etkilemiştir.

- Gözünüzün önünden gitmesi uzun süren bir görüntü oldu mu?

Oldu tabii oldu... Suriye hapishanelerinde gördüğüm kadınlar oldu. Esir değiş tokuşları arasında.

- İçinizde ukde kalan bir şey var mı?

Var. İsim vermiştik, önce şunlar gelsin sonra diğer işleri yapalım diye şu kadınlar, bize kadınları getirdiler teslim ettiler. Meğerse bir kızı yanlışlıkla getirmişler, o kız da kurtulacağını ummuş. Bizim isim listemizde yoktu. Biz de bilmiyorduk onun getirildiğini onu geri getirmişler, 8 yıla yakın uğraştım kurtarmak için ama olmadı ve şehit oldu. Minibüse kadar getirmişler minibüsle geri götürmüşler. Bilseydik o anda, belki alabilirdik...

- Bülent Yıldırım, bütün hayatını, varlığını vakfetti diyebilir miyiz?

O çok iddialı bir söz olur. Keşke öyle yapabilsek değil mi?

- Çok teşekkür ederiz Bülent Bey, sağ olun...
#İHH
#Bülent Yıldırım
#Mavi Marmara
#Şehitler
#15Temmuz
#cumhurbaşkanı
#CumhurbaşkanıErdoğan
#mavimarmarasaldırısı
2 yıl önce