|

İki süper gücün unutulmaz savaşları

Ortadoğu’da hakimiyet mücadelesi, tarih boyunca hep vardı. Yaşadıkları dönemin iki Müslüman ve Türk süper gücü Osmanlı-Memlûk devletleri de bu topraklarda üstünlük istediler. Tarihçi Shai Har-El kitabında, iki ülke arasında yaşanan ve Osmanlı’nın Mercidabık zaferiyle sonuçlanan savaş ve çekişmeleri anlatıyor.

04:00 - 15/01/2020 Çarşamba
Güncelleme: 00:37 - 15/01/2020 Çarşamba
Yeni Şafak
9. yüzyılda üç büyük devlet Osmanlılar, Memlûklar ve İran’da hüküm süren imparatorluk, İslam’ın merkezi topraklarına egemendi.
9. yüzyılda üç büyük devlet Osmanlılar, Memlûklar ve İran’da hüküm süren imparatorluk, İslam’ın merkezi topraklarına egemendi.
MAHMUT BİRİNCİ

Suriye, Filistin, Lübnan, Mısır ve Hicaz bölgeleri tarih boyunca önemini korudu. “Ortadoğu’da Hakimiyet Mücadelesi Osmanlı - Memlûk Savaşı 1485-1491” kitabı da Memlûkler’in kontrolündeki bu toprakların Osmanlı hakimiyetine geçiş sürecini anlatıyor. Kitabın yazarı Shai Har-El, Chicago Üniversitesi’nde bir akademisyen. Çalışmanın entelektüel temellerini de, Chicago Üniversitesi Tarih Bölümü ile üniversitenin Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde yıllar süren öğrenim ve araştırma faaliyetlerinde atmış. Yazarın, “Güneydoğu Anadolu İçin Mücadele ve İlk Osmanlı-Memlûk Savaşı” adlı doktora tezinin danışmanlığını yapan Profesör Halil İnalcık’ın bu alandaki çalışmalarına katkısı büyük olmuş. Tarihçi, Shai Har-El üç İslami güce dikkat çekiyor: Osmanlı, Memlûk ve Akkoyunlu. Abbasiler’in desteğini almış Memlûk Devleti, kutsal İslam şehirleri Mekke ve Medine’nin koruyucusuydu. Osmanlı ve Memluklar, İpek Yolu ve kutsal şehirler için sürekli bir savaş halindeyken, arada tampon bölgeyi oluşturan beylikler kendi çıkarlarına göre taraf değiştirmesi savaşın tohumlarının ekilmesine yol açmıştı.

DAR’ÜL İSLAM VE DAR’ÜL HARB


Bu bağlamda yazar iki büyük süper güç arasında yaşananları anlatmak için kitabını iki bölüme ayırmış. Birinci bölüm, 8. yüzyılın ortasındaki başlangıcından ilk savaşın patlak vermesine kadar olan süreçteki Osmanlı-Memlûk ilişkilerini konu ediniyor. Tarihçi, öncelikle Osmanlı ile Memlûk imparatorlukları arasındaki çatışmayı anlamak için meseleyi “uluslararası sistem” bağlamda ele almayı seçiyor. Orta çağ dünyasında bu sistemin merkezinde din ve uygarlık açısından dârü’l-islâm ve dârü’l-harp olarak adlandırılan Müslüman ve Hristiyan alemleri vardı. Her iki blokta hakimiyet kurma çabası içindeydi. 9. yüzyılda üç büyük devlet Osmanlılar, Memlûklar ve İran’da hüküm süren imparatorluk, İslam’ın merkezi topraklarına egemendi. İslam alemi iki farklı sınır bölgesine sahip tek bir blok olarak görmek mümkündü. Bunlar, Müslüman devletlerin Hristiyan alemine karşı mücadele ettiği dışsal ve Müslüman devletlerin diğer Müslüman devletlere karşı mücadele ettiği içsel sınır bölgesiydi. Dolayısıyla bu üç büyük devletin çıkarları içsel sınır kuşağında çatışsa bile zaman zaman kafirlere karşı dışsal sınır kuşağında bir araya geliyorlardı. Moğollardan sonraki dönemlerde Müslüman birliğinin dağılışı ve bağımsız devletlerin sayısında baş gösteren kesintisiz artış, Müslümanların uluslararası siyasetini ve hukukunu etkileyen bazı sonuçları da beraberinde getirdi. Müslüman hükümdarlar arasındaki içsel savaşlar, Müslümanlar arasındaki dışsal savaşlar kadar yaygın hale geldi. Bağdat’taki Abbasi hilafetinin 13. yüzyıl ortasında yıkılışı ve dârü’l-islâm’ın bunu izleyen siyasal dağılışı, İslami siyasal düşüncede gerçek bir değişimin başlangıcına işaret etti.

ÇERKES SULTANLAR

Osmanlı-Memlûk çatışmanın kökleri de aslında bağımsız devletleri kendi topraklarına katma mücadelesine dayanıyor. Suriye uçlarındaki yarı bağımsız beyliklerden oluşan bir tampon bölgenin muhafazası, Memlûk sınır politikalarının önemli bir özelliğiydi. Diğer Müslüman hükümdarlar gibi onlar için de stratejik devlet idaresinin amacı imparatorluk tebaasının güvenliği sağlama amacıyla sınırlarını korumaktı. Tarihleri boyunca, dış politikalarına hükmeden unsur ise Suriye’yi tehdit eden düşman bir devletin varlığıydı. İlk bölümde yazar özellikle Memlûk Anadolu sınırının idari ve askeri örgütlenmesi ile Kilikya’daki muharebe sahnesinin coğrafi yapısının bir betimlemesine odaklanıyor. Osmanlı-Memlûk çatışma sürecini Karamanoğulları ve Dulkadiroğulları uğruna verilen mücadele başlatıyor. Memlûk Devleti askeri gücünde geriliyor. Bunun temelinde ise Timur’un Türk-Moğol kuvvetlerinin 14. yüzyılda gerçekleştirdiği yıkıcı istilalarla onların askeri gücünde onarılmaz bir darbe indirmesi yatıyor. Ardından Çerkes sultanların başlattığı kapsamlı dönüşüm Memlûk rejiminin dağılmasına yol açıyor. “Anadolu’da Memlûk Sınır Politikası” başlığı altında İtalyan tarihçi Andrea Cambini’nin “Gerek Suriye’ye gerek Mısır’a hükmeden Memlûk Sultanı, kendi memleketini veya Müslüman müttefiklerini savunmak zorunda kaldığı durumlar haricinde, ordusunu hiç kimsenin üstüne salmadı. Yaklaşık üç yüzyıl boyunca ne topraklarının sınırlarını genişletmek için ne de yabancı ülkeleri işgal etmek gibi girişimlerde hiç bulunmaksızın bu politikayı sürdürdü.” sözü dönemdeki diplomasiye ilişkin bir fikir veriyor.

BARIŞ ÇEYREK YÜZYIL SÜRDÜ

Kitabın, “Birinci Osmanlı-Memlûk Harbi” başlıklı ikinci bölümü fiili savaşlara odaklanıyor. Tarihçi burada savaşın çeşitli aşamalarını kapsamlı bir şekilde anlatırken, bir yandan da onu dört farklı açıdan inceliyor. Bu iki düşmanın her birinin strateji ve politikalarını, askeri çarpışmalarını, savaşın Memlûk Devleti’nin iç yaşamına etkisini ve diplomatik arenadaki mücadelelerini anlatıyor. Tarihçi, bu bölümde Osmanlı padişahlarının Memluk devleti ile ilişkilerine ve savaşın seyrine dair bilgiler veriyor. Fatih Sultan Mehmet zamanında bozulmaya başlayan Osmanlı-Memlûk ilişkileri II. Bayezid döneminde savaşa dönüşür. II.Bayezid zamanında Osmanlı-Memlûk barış görüşmelerini anlatan mesnevi şiirdeki ifadeler aslında iki Müslüman devletin barış için çabaladığının bir göstergesidir. Şiirde şu ifadeler geçer: “Rum Sultanı Bayezid / Çukurova’da üç kaleyi fethetti /Zapt edip bir ordu yerleştirdi/ Bunlar Mekke ve Medine evkafının olsun/Umulur ki geri verecek kadar nazik olasın/ Medine halkı da duacın olur/ Sen ki Müslümanların Gazisisin/ Aynı zamanda da padişahsın/ Bolluk dolu hazinen ve ordunla yücesin” Bayezıd tüm şartları kabul eder ve 1491 Barış Antlaşması imzalanır. Osmanlı ve Memlûk imparatorlukları arasında sağlanan barış ortamı çeyrek yüzyıl boyunca korunur. Ancak, Yavuz Sultan Selim döneminde Memlûklar’ın Osmanlı-Safevi çatışmasında tarafsız olmayışları iki devleti karşı karşıya getirir. Savaşın ardından Suriye, Mısır ve Hicaz dahil tüm Memlûk toprakları Osmanlı hakimiyetine geçer. Shai Har-El’in uzun yıllara dayanan araştırmalarının ürünü olan bu kitabında savaşın öncesindeki koşulları ve savaş sürecini tüm ayrıntılarıyla bulmanız mümkün.

#Memlûk
#Osmanlı
#Yavuz Sultan Selim
4 yıl önce