|

İmtihan psikolojisi

Umutsuzluğun özü yaşamın değersizleşmesi ve anlamını kaybetmesidir... Bu durum çaresizliğin ve kötümserliğin getirmiş olduğu nihai bir sonuçtur. Böyle bir psikoloji içerinde birey ne içinde bulunduğu an için ne de gelecek için artık çaba sarf etmez. Ancak iman paradigmasından bakan için “umutsuzluk büyük bir günahtır”.

Haber Merkezi
04:00 - 14/04/2020 Salı
Güncelleme: 01:57 - 14/04/2020 Salı
Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv
Fotoğraf: Arşiv
DOÇ. DR. BEHLÜL TOKUR ANKARA YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ

Altının saf olup olmadığını anlamak için onu ateşte eritme süreci olarak ifade edilen “imtihan kavramı”, hayır ya da şer, bireyin gerçek halinin, özünün, karakterinin ortaya çıkarılmasına sebep olan durum olarak ele alınır. Bu yüzden imtihan olgusu, hayat serüveni içindeki bireyin, kendi gerçekliği ile yüzleşmesi, hayatı ve olayları bir anlam çerçevesinde ele alıp değerlendirmesi açısından son derece önemlidir.

İmtihan kavramı, “imtihan ettiğine inanılan üst otorite/güç yani Allah,” “imtihan edilen varlık yani insan” ve “imtihanın konusu” olmak üzere üç temel unsuru içerir. Bu üç alan birbiriyle ayrılmaz bir bütünü teşkil ederken, analitik olarak bakıldığında en önemli unsurun ‘imtihan eden üst otorite/güç’ unsuru olduğu görülebilir. Dolayısıyla Allah, imtihan olgusuna anlamını kazandıran odak anlamdır. Bu sebeple imtihan kavramı, salt seküler bir anlayış olan “denenme, maruz kalma, test edilme, gücünün ve değerinin sınırlarını öğrenme; böylece kimi şeylere maruz bırakılma” düşüncesinden çok daha ileride anlamlar ifade eden ve uhrevi boyutları olan bir kavramdır. O nedenle imtihan kavramı, insanın hayat ve inanç paradigmasıyla çok yakından ilgilidir. Çünkü nihai amaç, tüm yaşadıklarımızın ya da sahip olduklarımızın, bizleri sorumluluklarını ve yükümlülüklerini yerine getirmeye çalışan daha iyi bir insan, daha duyarlı bir birey ve dolayısıyla ideal bir toplum haline getirmekte olduğu ön kabulüdür. Bu sebeple imtihan kavramı, “bir varlık ve hayat paradigması, ‘weltanschauung’tur; yani hayata ve varoluşa dair sezgisel ve imani bir anlayıştır.

HAYAT VE DÜNYA

İmanın verdiği anlam paradigmasına göre hayat, her şeyden önce inanan bireyin kesinlikle aldanmaması gereken bir süreçtir. Geçicidir, insan ne kadar yaşarsa yaşasın psikolojik olarak, “sanki dünyada gündüzün bir saati kadar ancak kaldığını” algılayabilir. Çünkü dünya, kolayca dalıp gidilen bir oyun ve eğlence yeri olarak, arzular, değerli eşyalar, geçim kaynakları, mal ve evlat sahibi olma yarışı gibi insana çekici gelen süslerle donatılmıştır. Bütün bunlara rağmen hayat, insanın nasibini arayacağı ve dost olarak yanında yalnız ‘Allah’ı bulacağı bir konaktır. İnsan belli bir süreye kadar dünyada kalıp, onun imkânlarından yararlanacak, yaşayacak, ölecek ve sonra diriltilecektir. Bu zaman zarfında her ne yaparsa yapsın hatta ölümü dahi, “Âlemlerin Rabbi olan Allah için” olmalıdır. Öldükten sonra tekrar bu hayatı yaşama gibi bir fırsatı yoktur.

İnsan, hem sınırlı ve sorunlu bir yerde yaşamakta hem de kendi varlığını gerçekleştirmek gibi bir paradoksun içindedir. Zaten imtihan ve gelişim ancak bu çelişkili süreçte bir anlam bulur. Bir yandan hayat, içindekilerin cezbedici özellikleriyle kesinlikle aldanılmaması gereken geçici ve kısıtlı bir süreçken, diğer yandan asla boş bırakılmaması ve ihmal edilmemesi gereken bir inşa sürecidir. Öyleyse hayat, hem kaçınılması gereken bir tehdit, hem de asla sırt dönülmemesi gereken bir sorumluluktur. Üstelik bütün bunlar sanki göz açıp kapayıncaya kadar süren bir zaman zarfında gerçekleşmektedir.

KÜRESEL SALGIN KARŞISINDA İNSAN

Bu gerçekler doğrultusunda bir gün insanoğlu küresel bir salgın sebebiyle dört duvar arasına sıkışıp pencereden bakmak gibi küçük bir avuntuyla baş başa kalırsa ona ne söylemek gerekir? Sosyal bir varlık olarak insanı ele alıp ona seslenmek ve insandan hareketle topluma bir anlam vermek, bireyin kendisini, çevresini ve doğayı inşa ve imar açısından son derece önemlidir. İnsan gibi toplumun da bünyesine bir hastalık bulaştığında teşhisinin doğru konulup acilen tedavi edilmesi gerekir. Yoksa toplum, gelişmesini ve ilerlemesini sağlayan dinamiklerini kaybedebilir. Toplumun hastalığı, yeni yetişecek nesillerin de bu hastalıklı ortamda büyüyüp yetişmesine neden olacağından bir süre sonra “insan” ve “hayat” birbirini tüketebilir. Bir toplumun hasta olduğuna yönelik en güçlü delillerinden biri ise o toplumun caddelerinde, ara sokaklarında, evlerinde, eğitim kurumlarında, siyasetinde ve hatta mabetlerinde umutsuzluğun kol gezmesidir.

Umutsuzluğun özü yaşamın değersizleşmesi ve anlamını kaybetmesidir... Bu durum çaresizliğin ve kötümserliğin getirmiş olduğu nihai bir sonuçtur. Böyle bir psikoloji içerinde birey ne içinde bulunduğu an için ne de gelecek için artık çaba sarfetmez. Ancak iman paradigmasından bakan için “umutsuzluk büyük bir günahtır”. Çünkü umut, sadece insan-Allah ilişkisiyle ilgili ruhsal bir tutum ve denge olmayıp, aynı zamanda hayat ve hayatın getirecekleri karşısında sosyal bir denge unsurudur. Hayatta her an her şeyle karşılaşmak mümkündür. Bütün bunlar bir yana ölüm denilen yolun sonundaki kapı her an ardına kadar açılabilir. İmanın öngördüğü dengeli insan tipi, hayatın zorluğunu ve adeta bir kaygı tünelinde yaşadığını bilse de, hayatı yaşamaya ve geleceği inşa etmeye “yarın kıyametin kopacağını bilseniz dahi elinizdeki fidanı dikin.” (Buharî, el-Edebül-Müfred , 168) umuduyla devam edebilen sosyal bir varlıktır. Bu durum, her şeye karşın yaşama “evet” demek şeklinde özetlenebileceği gibi, yaşamın her koşulda hatta en kötü şartlar altında bile devam etmesi gerektiği bilincine sahip olmak anlamına gelir. Bu sebeple güncel ve küresel bir mesele olarak korana salgınına karşın insanı ve toplumu ayakta tutmak onların ümitlerini ayakta tutmakla mümkündür.

UMUT-SABIR DENKLEMİ

Umut, sabırla; sabır umutla ayakta kalır. Sabır, zorluk ve sıkıntılar karşısında bir çıkış noktası olmasının yanı sıra, hem manevi bir hal ve ibadet, hem de bireyin ileride karşılaşacağı muhtemel problemlere karşı direnç kazanmasında etkili olan psikolojik bir güçtür. Bu gücün oluşumu ve gelişimi, bireyin iradesi kadar her an “Allah’ın yardımını” ümit etmesini de beraberinde getirir. Sabırsız ümit ise tez canlılıktır, aceleciliktir hatta ihtirastır. Hem bireye hem de toplumsal yapıya zarar verir. Tüketim çağının zirvesinde, istediklerini elde etmede sınır tanımayan ve bunu kolay yoldan elde etmeye hakkı olduğuna inanan insanoğlunun böyle bir mahrumiyetle karşılaşması hayatın acımasızlığı değil bizatihi kendisidir. Hayat acımasız ve cebri yüzünü inanan ya da inanmayan tüm insanlığa gösterirken sahibinin sözünü tekrardan fısıldar: “Onlara bir bela- musibet isabet ettiğinde, biz Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz derler.” (Bakara, 2/156)

Bu ayet, ey inananlar siz ayrıcalıklısınız mesajı vermekten ziyade bu hayat çıkmazında başucu olacak bir çıkış yolunu tüm insanlığa göstermektedir. Bu ayet, dini duyguları istismar etmekten kaçınmayan bazı kimselerin sosyal medyada “Bakın Allah meyhaneleri, kumarhaneleri ve genelevleri gözle görülmeyen bir virüsle kapattı, Allah’ın gücünü görün ve Ona dönün” şeklindeki düşüncelerin bir dayanağı değildir. Oysa herkesin malumu, Kâbe kapalıdır ve inananlar kaç haftadır cuma namazı dahi kılamamaktadır. Oysa Kâbe ve camiler Allah’ın evidir. Haşa, Allah kendisini cezalandırmaz. Peki, imtihan perspektifinden bu ayet bize neler söyler:

Bu felaketin içinde kaybolma ey insan! ‘Hayatın Sahibi’ne dön… ( demek ki kaybolmuştuk, kendimizi, insanlığımızı unutmuştuk; hakkı-hukuku, adaleti ve vefayı incitmiştik. Hayata ve onun sahibine saygı duymamıştık)

Yaşamın ve hayatın onurunu sürekli ayakta tutmak için sana seslendiğim değerlere sarıl… (Kur’an, bu değerlerin okunması ve uygulanması için gönderilen bir kitaptır)

Hayatı tehdit eden bu tür felaketlere karşı bundan sonra tedbirini al... (Kur’an ayetlerinin okunup anlaşılsın diye gösterdiğin hassasiyeti, tabiat ayetleri için de göster. Kur’an hakkıyla ancak bu şekilde anlaşılır. Dini eğitimi önemsediğin ve bunlarla ilgili kurumlara yatırım yaptığın kadar kimya ve biyoloji laboratuvarları da kur ve bunları teşvik et. Bedir Savaşı’nda okuma yazma bilen esirlerin, on Müslümana okuma yazma öğretme karşılığında serbest bırakılması emrini veren Hz. Peygamber’i iyi anla. İnsana, insanlığa hizmet et, yani bana kulluk et... Unutma, imtihan konuşur: Dinleyen için anlam, kulak vermeyen içinse çıkmazdır).

Şayet bu sese kulak verir, sabır ve ümitle yoğrulmuş bilincimizi küresel imtihanın bize verdiği mesajla bilersek hem kendi ülkemiz hem de insanlık adına yeni bir dönemin başlangıcı olabilir. Birey acizliğini anlar ve bir canlıyı aciz bırakmanın nasıl bir felaket olduğunu fark eder. Birey yetinmenin, kanaat etmenin değerini anlar ve tüketim çılgınlığının mülkün gerçek sahibine sırt çevirmek olduğunu görür ve böylece tüketmek yerine paylaşmayı ve yardımlaşmayı ilke edinir. Birey sağlığın değerini anlar ve lüks binalara, gökdelenlere yatırım yapmak yerine gelecek nesiller için toprağını yani içeceğini, yiyeceğini, ilacını korur. Koronaya kulak verelim, aksi halde bir dahaki sefere işitecek bir kulağa ihtiyacımız kalmayacağından konuşacak ve belki de ah çekecek bir dilimiz olmayabilir.

#Koronavirüs
#Salgın
#Psikoloji
#Umut
4 yıl önce