|

İnsanoğlu salgına karşı hep kazandı

Mimar Sinan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Fatma Ürekli’yle Osmanlı dönemindeki salgın hastalıklarla ilgili devletin yaptığı mücadeleleri konuştuk. Ürekli, yüzyıllar boyunca kötü dönemlerden geçen insanlığın her zaman salgını mağlup eden tarihini anlattı.

İlker Nuri Öztürk
04:00 - 17/05/2020 Pazar
Güncelleme: 12:46 - 15/05/2020 Cuma
Yeni Şafak
Haseki Nisa Hastanesi
Haseki Nisa Hastanesi

Hemen hemen her çağda rastlıyoruz salgın hastalıklara. Tarihi çevirip baktığımızda insanın asırlar boyunca geçtiği afet, savaş, facia gibi türlü badirelerden sadece biri salgınlar. Her yüzyılda yaşanan hastalıkların toplum açısından ekonomik, sosyal, demografik gibi birçok yönlü değişimlere neden olduğunu söyleyebiliriz. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Fatma Ürekli ile bu etkileri, tedbirleri ve tarih boyunca yaşanan salgınları konuştuk.

Hastalıkların yayılma nedenleri nelerdir?

İnsanların yaşadığı sağlıksız ortamlar, kıtlıklar, doğal afetler gibi birçok sebepten dolayı hastalıklar kolaylıkla yayılabilmiştir. Birçok hastalığın tedavisinin ve tedavi usullerinin de geç tarihlerde bulunmuş olduğunu belirtmek gerekir. Bu hastalıkların en ölümcül olanı veba ve koleradır. Kızamık, çiçek, sıtma, tifüs ve dizanteri gibi daha az ölümcül salgın hastalıklar da zaman zaman yayılmaktaydı.


Dünyadaki en etkili salgınlar hangileri?

Tarih boyunca insanoğlunun en çok mustarip olduğu ve en fazla ölümcül olanı kara ölüm olarak nitelendirilen veba salgınıdır. Yüzyıllar boyu insanlığı dehşete düşüren büyük veba salgınları, 17. yüzyıldan 19. yüzyıl ortalarına kadar bütün dünyaya yayılan ve en sık rastlanan afet olmuştur. 19. yüzyılın karakteristik hastalığı küresel bir tehdit halini alan kolera pandemileridir. Vebadan daha hızlı yayılan tehlikeli ve öldürücü bir bulaşıcı hastalıktır. Asya, Afrika, Avrupa, Amerika hemen hemen bütün dünyayı kasıp kavurmuş, kitlesel ölümlere yol açmıştır.

GÖÇLER ANADOLU’YA TAŞIDI
Yayılımı ve etkileri hakkında bilgi verebilir misiniz?

Asya kolerası olarak adlandırılan ve Hindistan’dan çıkarak bütün dünyaya yayılan kolera Osmanlı coğrafyasında ve İstanbul’da etkili olmuştur. 1831’de hac mevsiminde Hicaz’da ortaya çıktı ve Mısır’a, Tunus’a, Sudan ve çevresine kadar bulaşmıştır. Hicaz’da bulunan hacıların çoğu salgından dolayı hayatını kaybetmiştir. Hicaz üzerinden yayılan salgın Akdeniz kıyılarına ve Fransa’ya kadar ulaştı. Cezayir’e, İtalya’ya yayıldı. Zaman zaman etkisini kaybeden hastalık 1837’de yeniden canlandı. Marsilya civarında görülen salgın buradan tekrar kuzeye yönelerek Almanya içlerinde Bohemya, Galiçya, Polonya ve Rusya’ya yayıldı. İkinci kolera salgınında binlerce kişi ölmüştür. Kıtalar arası salgınlar halinde yayılan koleranın dünyayı sarstığı bu yüzyılda, deniz ve kara ticaret yollarının kavşak noktasında bulunan Osmanlı topraklarında etkisi uzun sürmüş, kitlesel ölümlere yol açmıştır. 1831’de İstanbul’a sirayet eden kolerada, şehirde günlük ölümler iki yüze ulaşmıştır. İnsanları korku ve dehşete düşüren bu hastalık bir yıl içinde bütün ülkeye yayılmıştır.


GEMİLER KARANTİNADA
İlk karantina ne zaman uygulanıyor?

Kolera salgınları, karantina teşkilatının kurulması ve uygulamanın yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Osmanlı Devleti’nde modern sağlık teşkilatının temelleri bu dönemde atılmıştır. 19. yüzyılın ilk yarısında toprakları dışında ortaya çıkan salgın hastalıklara karşı tedbir olarak karantina uygulamış ve karantina meclisini kurmuştur. İlk karantina uygulaması 1831 yılındaki büyük kolera salgını sırasında Sultan II. Mahmud dönemindedir. Rusya’da ortaya çıkan kolera salgını üzerine, buradan gelecek gemilere padişahın emri ile karantina uygulaması başlatılmıştır. İstanbul’a gelecek İslâm gemilerinin Büyük Liman’da, diğer devlet gemilerinin İstinye körfezinde 5 gün karantinada tutulacaktı. Sonrasında Akdeniz tarafından yayılan salgın üzerine Çanakkale’de geçici bir tahaffuzhane yapılmıştır.

Öğrenciler için alınan tedbirlerden bahsedebilir misiniz?

Tedbirlerin başında, bütün okullardaki öğrenciler, hususi olarak tayin edilen doktorlar tarafından düzenli olarak sağlık muayenesinden geçiriliyor. Bulaşıcı hastalığı olanlar tedavi için ayrılıyor ve iyileşene kadar okuldan uzak tutuluyor. Ayrıca, öğrencilerin yiyecek aldığı bakkallardaki sağlığa zararlı yiyeceklerin satışı yasaklanıyor, denetimler yapılıyor.


Hangi tarihi olaylar salgının yayılmasını hızlandırmıştır?

19. yüzyılda kaybedilen topraklardan Anadolu’ya göçmenlerin gelmesiyle birlikte salgınlarda artış olmuştur. Göçmenlerin yoğun olarak geldiği Rusya’da veba, tifüs, kolera, frengi, dizanteri oldukça yaygındı. 20. yüzyılın başlarında ise Rusya’daki bulaşıcı hastalıklar göçmenlerle, Hicaz’daki kolera, Mısır ve Beyrut bölgesindeki veba ve İspanyol nezlesi de hacılarla, esirlerle ve deniz yoluyla Anadolu’ya taşınmıştır. Buna bir de Anadolu’da şartların ağır olması ve yeterince önem verilmeyen temizlik, yetersiz beslenme, sıhhî olmayan ortamlar eklenince hastalıkların yayılması kolaylaşmıştır.

HEM SAVAŞ HEM HASTALIK
Savaşlardan daha çok salgınlarda kayıplar olduğunu biliyoruz. Ne yorum yaparsınız?

1853-1856 Kırım Savaşı döneminde kolera salgını giderek yayılmış ve İstanbul’da aylarca devam etmiş, 3 binden fazla insan ölmüştür. Savaşa katılan ordular, yaralılarıyla mücadele ederken savaş koşullarının getirdiği bulaşıcı hastalıklarla da savaşmak zorunda kalmışlardır. 1865’te Mısır üzerinden İstanbul’a bulaşan “büyük kolera”da yaklaşık 30 bin kişi hayatını kaybetmiştir. Birinci Dünya Savaşı yıllarında askerler arasında dizanteri, tifüs, kolera salgınları olmuştur. Birliğe yeni katılanlara dizanteri aşısının uygulanması vaka sayısını azaltıyordu ancak sazlık ve bataklıkta sivrisineklerin kümelenmesi sonucunda sıtma salgını da olmuştur. Askerlerin siperlerde aylarca kalması, giysilerinin temizlenmemesi gibi durumlar nedeniyle hastalıklar artmıştır. Cephelerde içme suyu temininde de sıkıntılar yaşanıyordu. Çanakkale’de dizanteri vakası birkaç gün içinde 500’e çıkmıştı. Hekim subayların çoğu salgın hastalıktan şehit oluyordu. Savaşlar sadece askerlerin mücadelesi değil, “doktorların ve sağlık görevlilerinin de mücadelesiydi” diyebiliriz.


Göçler ve sürgünler salgının seyrini nasıl etkiledi?

Bir örnek verelim. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında yoğun göç dalgaları yaşanmış ve bu süreçte tifo, çiçek, kolera gibi hastalıklar ortaya çıkmıştır. Balkanlar’dan Anadolu’ya yapılan göç hareketinde, İstanbul bir köprü vazifesi görmekteydi. Göçmenler, daimi yerleşim yerlerine sevk edilene kadar belirli süre şehrin muhtelif yerlerde misafir edilmişlerdi; bütün camiler, mescitler, konaklar, bazı devlet daireleri, göçmenlerle dolmuştu. İstanbul’a gelen muhacirler ve yaralılar vasıtasıyla koleranın sirayet eylemesi üzerine sıkı tedbirlerle tespiti ve hastanelere sevkine gayret edildi, tecrithânelerde müşahede altına alındılar. Kurtuluş Savaşı döneminde muhacir ve mülteci kafilelerinin İstanbul’a gelmesi salgın hastalıkların yayılmasına neden olduğu için çoğu tedbir amaçlı salgın olmayan yerlerde iskân edilmişlerdir.

Deniz ulaşımında bir tedbir söz konusu mu?

Bu dönemde evet, deniz seyahati önemli olduğu için gemilerde karantina uygulamaları yapılmıştır. Pek çok bölgede tahaffuzhaneler açılmıştır. Akdeniz, Karadeniz, Boğazlar, İran sınırı ve Hicaz’da yeni tahaffuzhaneler açılmıştır. Bu sağlık tesisleri, ülkeye özellikle deniz yoluyla gelecek bulaşıcı ve salgın hastalıklara karşı gerekli önlemlerin alındığı noktalardır.


ÜRETİLEN AŞILARI KIZILAY DAĞITTI
Ülkemizde halk ve devlet hastalıkları nasıl karşılamıştır?

Devlet, salgınları önlemek için Avrupa’da gelişmiş olan alet ve ilaçları temin etmiştir. Karantina uygulaması, hekim, eczacı ve aşıcı tayini, ortamın sıhhi temini gibi pek çok tedbir almaya çalışmıştır. Koruyucu aşı üretimine çiçek aşısıyla başlamıştır. Aşı sertifikası olmayan çocuk okula kabul edilmiyordu. Çiçek aşısı çocuklara ücret alınmadan yapılmaktaydı. Osmanlı toplumundaki hastalık algısı, ön yargılar ve bilgi birikimi eksikliği salgınlarla mücadele sürecini olumsuz etkilemiştir.

Başka hangi özel önlemler alındı?

1812’de örneğin, salgın hastalık sebebiyle bazı imamlar cenazeleri teçhiz ve tekfinden kaçınmaktaydı. Bu durum karşısında, padişahın emriyle bütün imamlar görevlerini yapmaları konusunda uyarılmışlardı. İstanbul dışındaki Bağdat, Basra, Manisa, Adana gibi birçok şehirde aşı büroları kurulmuştur. 1892’de de İstanbul’da Aşıhane ve Bakteriyoloji Müessesesi açıldı. Difteri ile veba serumu üretildi. Balkan Savaşları döneminde Genel Sağlık İşleri Meclisi tarafından elleri bol sabunlu suyla yıkanmadan hiçbir şey yenmemesi, sonrasında mümkünse ispirto, limon ve sirkeyle temizlenmesi, zamanında yatılıp uyunması, kalabalık yerlere gidilmemesi gibi bugün de geçerliliğini koruyan tedbirler alınmıştı. 1913’te Dr. Refik Bey tarafından kurulan üç laboratuvarda tifo, dizanteri, kolera, tetanoz ve dizanteri serumları üretilmeye başlanmıştı. Birinci Dünya Savaşı’nda ordunun aşı ve serum ihtiyacı buradan sağlanmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca da Bakteriyolojihane, ürettiklerini Hilal-i Ahmer (Kızılay) aracılığıyla Anadolu’ya göndermiştir.


#Salgın
#Koronavirüs
#Tarih
4 yıl önce