Yazar Haitham Hussein, birçok Suriyeli gibi ülkesini terk etmek zorunda kalmış. Uzun bir süredir Londra'da yaşamını sürdüren yazar, aynı zamanda "İngiltere Yazarlar Birliği" üyesi. Çok sayıda Arap gazetede köşe yazıları kaleme alan Hussein, her zaman kalemiyle direnişini sürdürdüğünü söylüyor. "Hiç Kimse Kalmayana Kadar" isimli son kitabında ise Suriyeliler'in yaşadığı acı sığınma deneyimlerini anlatıyor. İngiliz yazar Agatha Christie'nin 1920 yılında Ortadoğu'ya yaptığı gezilerden sonra kaleme aldığı " Sana Nasıl Yaşayacağını Göstereyim"kitabını merkeze alıyor ve neredeyse 100 yıl sonra Agahta’ya “Gel Sana Nasıl Yaşadığımı Göstereyim”diye sesleniyor . Suriyeli yazar, "Agatha Christie'nin gözlemlerini yazıp Londra'ya geri dönme şansı vardı. Ancak benim ülkeme dönme şansım yok."diyor. Evinin yıkılış anını bir videoda izleyen Haitham Hussein, " Kitaplarım, anılarım ve tüm hayatımın gözlerimin önünde bombalarla yıkıldığına şahitlik ettim" diyor. Her şeye rağmen intikam değil adalet istediğinin altını çiziyor.
Üniversitede Arapça dersler veriyordum. El- Hayat ve başka Arap gazetelere düzenli köşe yazıları kaleme alıyordum. Bir yandan da roman ve hikaye yazmayı sürdürüyordum. Çatışmalar nedeniyle evimden taşınıp Şam'ın daha güvenli bir bölgesine taşındım. Sonra bir videoda evimin bombalarla yerle bir edildiğini izledim. Kitaplarım, eşyalarım, hatılarım her şeyim yok olmuştu. O görüntüleri izlemek gerçekten çok acıydı. Sanki bütün hayatım gözümün önünde yok olmuştu ve yaşama hevesim kırılmıştı.
Kendime hep ölmedim, daha yaşıyorum. O halde ümit var diye tekrar ettim. Sonra şunu söyledim: "Direndiğim sürece mağlup olmayacağım". Bu telkinler beni hayata bağladı.
- ÜLKEMDEBİLE GURBETİ YAŞADIM
- Sizdeki gurbet hissini nasıl yorumlarsınız ?
- Her zaman içimde gurbet hissini yaşadım. Hatta ülkemde bile kendimi gurbette hissettim. Suriye yönetimi halkına hep bir işgalci gibi davrandı.
- Onlar anavatanlarını bir tiranlığa hapsetmeye kararlıydı. Suriyeli bir Kürt olarak dilimi, kültürümü ve kimliğimi korudum. Onların bana dayattıklarını kabul etmedim. O yüzden gurbet hissi her zaman benimleydi.
Birçok kent ve kasaba yerle bir edildi, insanlar katledildi, hiçbir değere saygı kalmadı. Suriye rejimi terörizm ve insanlık suçlarında en üst seviyeye ulaştı. Ülkede kalmak bir intihar olurdu. Ben şiddet karşıtı bir yazarım elime silah almam imkansız. Çünkü silahım her zaman kalemim ve düşüncelerimdir. Terörizm ve şiddete karşı ancak kalem, düşünce ve edebiyat ile direnebilirim. Bu araçlar edebiyatı ve düşünceyi bir silah olarak görmeyenlere gülünç geliyor. Rejim ise gücü elinde tutmak için halkını yok etmeye devam ediyor.
Romanı yazarken çok farklı duygu hallerinden geçtim. Terk ettiğim ama her an kalbimde ve ruhumda yaşattığım ülkeme dair hatıraları düşünmek ve yazıya geçirmek kolay olmadı. Biliyorsunuz ki yazma eylemi zaman alır ve bir disiplin gerektirir. Koşulların değişkenliği insanın ruh halinde dalgalanmalara neden olur. Ben bu duygular içinde sorumluluklarımı hatırladım. Rejimin işlediği suçları ortaya koymalıydım. Çünkü onların varlığı Suriye'de devam ettikçe barış asla gelmeyecek. İntikam peşinde değilim sadece adalet talep ediyorum.
Savaş, mezhep çatışmaları ve şiddet ülkeyi paramparça etti. Kardeş olduğumuz bilinciyle hareket etmez isek Suriye'nin kurtulmasına imkan olmaz. Suriye hepimizin anavatanı çeşitliliğimiz ve farklılıklarımız bizi biz yapıyor. Bu nedenle geleceğimizi savaş ve şiddet sarmalında yok etmemeliyiz. Edebiyatın, düşüncenin ve sanatın insanı dönüştüren, güçlü ve bilinçli kılan yönüyle ruhların silahı olduğuna inanıyorum. Bu bilinçle hareket edilirse insan yaşamının değerinin farkına varılacağını düşünüyorum. Nefret uygarlıkları yok eder. Ancak sanat yaraları iyleştirir ve ruhları sakinleştirir. Savaşın etkilerini ve nefretin yükünü siler.
Ünlü İngiliz yazar Agatha Christie, 1920 yılında eşiyle bir Ortadoğu gezisi yapmıştı ve bir süre Suriye'de kalmıştı. Christie'nin dilediği an ülkesine dönme şansı vardı. Şimdi ben onun ülkesinde yaşıyorum. Burada çalışıp hayatımı sürdürüyorum. Onun gibi bir gözlemci ya da gezgin değilim. İngiltere'yi ya da batı kültürünü araştırıp yazmaya gelmedim. Hayatın tam ortasına atıldım ve onların yaşamına dışardan bir gözle değerlendirme imkanım yok. Ülkeme geri dönmek gibi bir şansım yok. Romanımda Agahta zamanındaki ülkem ve şimdiki Suriye'nin karşılaştırmasını yaptım.
Milyonlarca Suriyeli mülteci, dünyanın dört bir yanına dağıldı.Kendini yeniden üreten ve trajedisini tekrar tekrar yaşayan mültecilerin hayatını resmettim. Londra'daki mültecilerin durumu, nefret söylemleri ve mültecilerin hayallerini yazdım. Çok büyük ve geniş ailelerin birçoğu bir daha birleşmemek üzere ayrıldı. Acı tecrübeleri, zihnimde ülkeme dair kalan anılarla birleştirdim.
Avrupa şu an tarihi bir dönemeçten geçiyor. Farklı milletlere saygılı yaklaşım yerine popülist söylemler arttı ve sağcıların sesleri daha çok çıkmaya başladı. Halkın bir kesimi de onlara destek veriyor. Mültecilerin hayatını zorlaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. İslamofobi, terörizm ve diğer sorunlarla Avrupalılar arasında korku yaymaya çalışıyorlar. Her şeye rağmen mültecilerin arkasında olanların sayısı azımsanmayacak boyutta.
Her şehrin kendine özgü bir çekiciliği, hayatımda ve hafızamda yeri var. Şam’dan ayrıldıktan sonra bir süre yaşadığım kentlerden özellikle İstanbul’a aşık oldum. İstanbul’un sizi kendine bağlayan bir yönü var. Çok efsanevi bir kent. Şimdi Londra’da yaşıyorum ve bu kenti de seviyorum.