|

Irkçılık şeytanın mavi boncuğu

Hüseyin Hatemi'nin Yeni Şafak Gazetesi'nde neşredilen köşe yazılarından derlediği ikinci kitabı “Yarin Gönlü Sırçadır” Lamure Kitap tarafından yayınlandı. Hatemi, bu kitabında da ülkesinin deva bulmaz dertlerine çözüm önerileri sunuyor.

Harun Nihat Öztürk
00:00 - 10/09/2008 Çarşamba
Güncelleme: 22:21 - 9/09/2008 Salı
Yeni Şafak
Irkçılık şeytanın mavi boncuğu
Irkçılık şeytanın mavi boncuğu

Hüseyin Hatemi'nin Şafak Yazıları serisinin ikinci kitabı "Yârin Gönlü Sırçadır" Lamure Kitap'tan geçtiğimiz haftalarda çıktı. Hatemi Hoca ile, sadece gündemi izlemekle yetinen birçok köşe yazısının bir araya getirilmesinden farklı olarak, meselelerin mahiyetini kavrayan derinliği sayesinde, kendini zamanın aşındırıcı etkilerinden koruyabilen ender kitaplar arasında yerini almaya hazır olan kitabı hakkında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ndeki odasında konuştuk.

Yarin Gönlü Sırçadır kitabı ile ülkesinin ve halkının o deva bulmaz sanılan dertlerini, akl-ı selimle tahlil eden Hüseyin Hatemi'nin sırça gönlünün hassasiyetine ve inancının gösterdiği yoldan ayrılmayan kararlı bir münevverin bilgi ve şiir yüklü kalemine tanıklık edeceksiniz. Sevgi ve adaleti bütün ömründe şiar edinen, zulmün ve haksızlığın karşısında her zaman dimdik duran, mahzun tebessümüyle gönüllere taht kurmuş olan bir müminin sıcak sohbetlerine katılacaksınız...

Yeni Şafak yazılarınızın yer aldığı ilk kitabınızın adı Küresel Namertlik'ti. Bu kitabınızın ismi ise Yârin Gönlü Sırçadır. Tıpkı ateşle su gibi. Sizi çok sert yazan biri olarak da bilmediğimiz için ilk kitabın ismi duvar gibi geldi bana. Son kitabınızın ki ise Yunus kadar nahif... Kitaplarınıza ismin tercih ederkenki serüven nasıl geçiyor öğrenebilir miyiz?

Her iki kitapta da isimleri yayıncı seçti. İlk kitabın ismi olan “Küresel Namertlik” hoşuma gitmemişti. O sıralar İsrail, Lübnan'a saldırmıştı. O ara yazdığım bir yazının sert başlığıydı Küresel Namertlik. Doğru bir başlıktı o yazı için. Fakat kitabın başlığı seçilmesi hoşuma gitmemişti. Çünkü ben umumiyetle çok fazla hücumcu biri değilim.

Peki, ya Yârin Gönlü Sırçadır?

Onu da ben seçmedim. Fakat hoşuma gitti. Yunus'un dikkat çekici ve güzel bir beyitidir bu. Burada yarin Hazreti Peygamber olduğu kanaatindeyim. Hazreti Peygamber Allah'ın insana abdi olarak yol gösterer resuludür. Fakat Nur-u Muhammed'in nazarıdır.

Nasıl yani?

Şöyle söylenebilir, birisinden duyduğum bir Arapça ifade ile Beşer ama nasıl beşer. İnsan ama insan-ı kâmilin en yüce örneği. Allah'ın habibi. Artık ondan yüksek bir abdiyat yok. O mertebeden yüksek yok. Fakat abd olduğu için o da Allah'ın yarattığı... Hıristiyanların Hz. İsa'ya baktıkları gibi bir durum yok. Fakat Allah'ın mahzarı var.

Yaratılmışlar için örnek...

Evet... Bütün peygamberlerin nuru da ondan... Şöyle denmiştir tasavvufta Allah ile divane olabilirsin, şathiyat yapabilirsin. Mesela Yunus da yapıyor ama Hz. Peygamber ile hiç şathiyat yapmıyor. Allah zaten zaman ve mekândan münezzeh... Zaman ve mekânı yaratandır. Allah ile bu bağlamda şakalaşma, şathiyat yapılabilir.

Ama naz mertebesinde olanlar için değil mi bu anlattıklarınız. Çünkü bakın Yunus yapıyor bunu.

Hz. Peygamber de bir insan. Hz. Peygamber, işte insan diyebileceğimiz yüce insan. İnsan-ı kâmilin en üst mertebesi. Buna rağmen insan olduğu için Resul-u Ekrem ile hitabında insan dikkatli olmalı. Onun gönlünü kırarsa Allah'ın gönlünü kırar. Allah da onu kıranı sevmez. Gazap eder. Bu yüzden "sakıngıl, yarin gönlü sırçadır". Ben de bu yüzden Yarin Gönlü Sırçadır başlığını kullanmıştım bir yazımda. Yayıncı bu sefer çok memnun olduğum, hoşuma giden bir isabetle kullanmış bunu, kitabın adı olarak.

Yazılarınızdan da takip ettiğimiz üzere Mesnevi'nin de üzerinde bir hayli duruyorsunuz. Yunus kadar Mevlana'ya da ziyadesiyle muhabbetiniz var. Mesnevi'nin günümüzdeki rehberi de diyebilir miyiz sizin için?

Bunu bir iltifat olarak kabul ediyorum. Bunu üstlenemem. Fakat Mevlana'yı çok severim. Çünkü Hz. Peygamber'i çok seviyor. O da veli diyebileceğimiz ehl-i beyt sevgisinde Hz. Peygamber sevgisine insan tam olabilir. “Enellah” yetkisi yoktur. Fakat “enelhak” yetkisi vardır. Gene Mevlana ve Şeyh Ebul Vefa'dan şu rivayet edilir; birisi "Hallac-ı Mansur enelhak dedi. Ne dersiniz bu söz hakkında diyince "Ne söylemesini beklerdiniz enel batıl mı?" İşte bu çok güzel bir ikazdır.

Sizin de 'Molla Kasım'lık devriniz var sanırım...

Evet 70'lerdeydi. Öyle hatırlıyorum. Şimdi uzun zamandır görmediğim, Hukuk'ta sınıf arkadaşım vardı. Aynı zamanda romancı ve yazar olan Mehmet Niyazi. Hukuktan önce de tanırdım. Azeriliği dolayısıyla küçükten de bazı uzak akrabalık sıhhıyet ilişkilerimiz vardı. Marmara Kıraathanesi'nden bahsettiği bir kitabında bu zattan da bahseder. Yurdakul Dağolu vardı. Onun evinde sanırım Yurdakul sormuştu yemekte, “Mansurun “enelhak” demesine ne diyorsun” diye. Ben de kırk sene evvel şu cevabı vermiştim: “Yalan söylemiştir.” Ama şimdi düşünüyorum da öyle değil. Çünkü enelhak demek “Ben Hak ile beraberim, Hak'ka tabi olmuşum.” demektir. Allah ismi, özel isimdir. Kimsenin ennellah demeye yetkisi yoktur. Ama enelhak demek pekala mümkündür. Bu söz gerçeği gösteriyor. “Enelbatıl” mı demeliyiz? Allah'ın insanlığa en büyük nimeti, kendi cinsinden örnek göndermektir. Sevgi elçileri göndermek... Bu elçilerin başında Resül-i Ekrem gelmektedir. Ehli Beyt sevgisine insan tabi olursa Kuran'daki ayet tecelli eder “De ki Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin"

Parçanın bütüne hasreti...

Ehl-i Beyt'in eli de Hz. Peygamberden ayrılmaz. On dört manadan birinin vasıtasıyla, hepsinin sevgisine ulaşmak şartıyla ve daha önce peygamberleri sevmek şartıyla ve reddetmemek şartıyla erilebilir.

Yeni Şafak yazılarınızda bir cümle çok dikkatimi çekmişti. "Batılın sakınılması en müşkül olanı Hak görünümlü batıldır" Burada İskilipli Atıf Hoca aklıma geliyor hemen, sonra da Hrant Dink...

Ne şapkanın küfür alameti olduğuna objektif olarak çok ısrar etmeli ne de Atıf Hoca'ya karşı çıkanların şimdiki gibi örneklerinin yaptığı gibi, başörtüsü görünce kırmızı şal görmüş boğalar gibi olmalı. İkisi de yanlıştır. Bu giyimin, aslında doğrudan doğruya herhangi bir giyim şeklinin dinle alakası yoktur. Bu örfidir. Uzlaşmasal bir kanıdır bu. Yoksa doğrudan doğruya simge olmaktan öte (simgeyse eğer), küfrün simgesi olarak kullanıyorsa o zaten kişinin küfrünü gösteriyor. Bir kimse başına melon şapka koydu diye kafir olmaz. Bunun gibi başını örttü diye gerici olmaz. Sarık sardı diye gerici olmaz.

Yazılarınızda sıklıkla üzerinde durduğunuz meselelerden biri de ırkçılık...

Irkçılık şeytanın mavi boncuğudur. O “parçala ve hükmet oyunu” oynayan şer güçleri, dünya üzerindeki her millete, ırkçılık telkin ederler. Bunu İkbal de Cavidname'de söylüyor. Zulümle başlayan vatan sevgisinden... "Ben önce kokusuz, renksiz insanım."

16 yıl önce