|

İsimler unutulsa da hatıraları yaşıyor

Ahmet İhsan Tokgöz’ün Babıali Yokuşu’ndan Portreler ve Matbuat Hatıralarım kitaplarını yayına hazırlayan Necati Tonga, portreler kitabındaki pek çok ismin bugün unutulduğunu ancak hatıralarının geçmişe tanıklık ettiğini söylüyor. Tonga, bugün hatıraların kayıt altına alınmamasını ise dost meclislerindeki değişimle açıklıyor.

Ayşe Olgun
04:00 - 15/07/2020 Çarşamba
Güncelleme: 03:02 - 15/07/2020 Çarşamba
Yeni Şafak
Necati Tonga
Necati Tonga

Türk basın tarihinin en eski isimlerinden biri olan Ahmet İnsan Tokgöz, çıkardığı Servet-i Fünun mecbuasından, yaptığı çeviri eserlerle ve matbaacılık hizmetleriyle tanınır. Matbuat Hatıralarım adlı kitabı ise Babıali’nin Osmanlı’nın son dönemleri ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerini anlattığı için oldukça önemlidir. Akademisyen yazar Necati Tonga Ahmet İnsan Tokgöz’in farklı zamanlarda kaleme aldığı portre yazılarını ve hatıralarını iki ayrı kitapta okurla buluşturdu. Bir devri kültür sanat dünyası üzerinden anlatan bu kitaplardan yola çıkarak Necati Tonga ile Babıali tarihine kısa bir yolculuk yaptık.

Türk basın tarihinin önemli isimlerinden Ahmet İhsan Tokgöz’ün kaleme aldığı yazılarını “Babıali Yokuşu’ndan Portreler” adıyla kitaplaştırdınız.Babıali’nin ünlü isimlerinden birisi de Ahmet İnsan Tokgöz aslında.Öncelikle Ahmet İnsan Tokgöz’ün Bâbıâli’deki portresini anlatmanızı istesek nasıl bir portre çıkar karşımıza?

Ahmet İhsan Tokgöz, her şeyden önce yakın dönem matbuat hayatımızın önemli simalarından biridir. Şüphesiz ki o, öncelikle Servet-i Fünun mecmuasının yayıncısı olarak ön plana çıkar ve onun ismi, yaklaşık elli yıl çıkardığı ve neredeyse hemen her şeyiyle tek başına ilgilendiği bu dergiyle özdeşleşmiştir. Bu özelliğinin dışında Ahmet İhsan, bilhassa Jules Verne’den yaptığı tercümelerle tanınır. Yazardır, çoğu hatıra ve gezi türünde olmak üzere telif kitaplara imza atmıştır. Sonra matbaacıdır, iki arkadaşıyla kurduğu Ahmet İhsan Ve Şürekâsı Matbaası dönemin pek çok kitap, dergi ve gazetesinin basıldığı yer olmuştur. Öğretmen, Belediye Dairesi reisi ve ömrünün son demlerinde mebus olarak görev yapsa da bütün bu görevleri yayıncılığının gölgesinde kalmıştır.

KARMAŞIK DÖNEMİN ŞAHİDİ

Ahmet İhsan Tokgöz Osmanlı’nın son döneminde Cumhuriyetin ilk yıllarında Babıali’de bulunmuş bir isim. Portreler kitabıyla birlikte Tokgöz’ün Matbuat Hatıralarım kitabını da yeniden okurla buluşturdunuz. Hatıralara ve yazdığı portrelere baktığımızda Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet dönemi basın, yayıncılık ve edebiyat dünyası için neler söylersiniz?

Ahmet İhsan’ın yaşadığı ve basın dünyasında çalıştığı dönem, Osmanlı’nın en çalkantılı yıllarına ve Cumhuriyet’in kurulup yeni devletin şekillendiği bir zaman dilimine tesadüf eder ki Tokgöz’ün hatıralarında ve portre yazılarında bu karmaşık dönemin panoramasını görmekteyiz. Savaşlar, ekonomik çalkantılar, kıtlıklar, iktidar mücadeleleri, velhasıl oldukça hareketli yıllar… Bu durum, yayıncılık ve edebiyat hayatı için de geçerli. Ahmet İhsan, yüzlerce derginin yayımlandığı II. Meşrutiyet sonrasında Bâbıâli Yokuşu’nun başındadır. Pek çok derginin çıkıp battığını görür. Tokgöz, aynı zamanda Edebiyat-ı Cedide, Fecr-i Âti, Millî Edebiyat gibi edebiyat hareketlerine şahit olur ve bu dönemle ilgili gözlemlerini de anılan kitaplarında işler.

Kitapta -sizin de ön söz de belirttiğiniz gibi - portreler daha çok şahısların vefatı sonrası kaleme alınmış, kimi isimlerle ilgili de birkaç yazı kaleme alınmış ancak bu isimlerden bazıları bugün unutulup gitmiş. Genel olarak Tokgöz’ün kaleme aldığı portrelerin çerçevesini çizmenizi istesek neler söylersiniz?

Ahmet İhsan’ın portre yazılarının büyük çoğunluğu bir dostun ya da tanıdığın ölümü üzerine kaleme alınmış yazılar… Bu yazıların büyük bir kısmı eski harflerden Latin alfabesine aktarılarak yayımlandı. Kitapta Ahmet Mithat Efendi, Şemseddin Sami, Ahmet Rasim, Halid Ziya, Abdülhak Hamid, Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin gibi edebiyat tarihlerimizde kendilerine yer bulmuş ediplerimizle ilgili yazılara; Zeki Megamiz, Halil Halid, Mustafa Âsım, Halil Edhem, Mustafa Reşid gibi unuttuğumuz isimlerle ilgili yazılar eşlik ediyor.

Ahmet İhsan bu isimlerle ilgili hatıralarını aktarmakla yetinmemiş, dönemin sosyal, kültürel ve siyasi panoramasını bir bütün halinde çizerek bu isimlerin biyografilerine katkı sağlayacak bilgiler aktarmıştır. Belki karşımızdaki metinler edebî anlamda çok “estetik” metinler değil, ama ele aldığı dönem, olaylar ve kişiler bakımından dikkat çekici bir malzeme sunuyor.

Ahmet İhsan Tokgöz o dönemde hatıralarını farklı mecralarda okurla buluşturarak aslında Babıali’nin ilk dönemi için önemli birer belge de bırakıyor. Yine aynı şekilde portreler üzerinden de bir dönemi okuyoruz aslında. Babıali’de özellikle hatıralar çok fazla kaleme alınmamış Tokgöz bir anlamda ezber de bozuyor. Hatıra ve portre yazma geleneği geçmişten bugüne baktığımızda bizde neden ihmal edilmiş?

Türk edebiyatında hatıra türünün gelişimi ne yazık ki çok eski tarihlere gitmez. Tezkirelerde, menakıpnamelerde, vakayinamelerde hatıra kırıntılarına rastlasak da türün esas itibariyle gelişimini görmemiz için Tanzimat dönemini beklememiz gerekir. Âkif Paşa, Ahmet Mithat Efendi, Ziya Paşa, Muallim Naci türün Batılı anlamda ilk örneklerini verirler.

Daha sonra başta Halid Ziya olmak üzere Hüseyin Cahit Yalçın, Yakup Kadri, Refik Halid, Abdülhak Şinasi Hisar, Yusuf Ziya Ortaç, Mahmut Yesari, Halid Fahri Ozansoy, Hakkı Süha Gezgin, Necip Fazıl, Vâ-Nû, Samet Ağaoğlu, Melih Cevdet Anday gibi isimler eserleriyle hatıra ve portre türünün gelişmesine katkı sağlarlar.


HAYAT TARZIMIZDAN KAYNAKLANIYOR

Hatıra ve portre yazma geleneğinin bizde batıya nispetle daha az gelişmesi, biraz da Doğu ile Batı’nın hayatı algılayışındaki farktan kaynaklanır. Hemen bütün Doğu edebiyatlarında hatıra nev’inin çok gelişmediğini görürüz ki bu, “mahrem”in ifşasını hoş karşılamayan, zülfüyâre dokunmaktan çekinen, olayları veya şahısları daha çok alegorilerle anlatmayı yeğleyen, anlatan, ama yazmayan “kapalı” toplum yapısından ileri gelir.

Elbette istisnai örnekler vardır fakat bizde hatıralar daha çok sohbet meclislerinde uzun uzun anlatılır fakat bir türlü kayda geçmez, geçemez. Nitekim -tıpkı romanın, hikâyenin ve denemenin gelişiminde olduğu gibi- varlığının bilincine varan ve bunu çeşitli şekillerde ifade eden “birey”in ortaya çıkışıyla hatıra türünün de geliştiğini; Cumhuriyet döneminden sonra hatıra kitaplarının yayımında büyük bir artış olduğunu görüyoruz. Yine de hatıra ve portre kitaplarımızın sayısı Batı’yla kıyaslandığında çok azdır.

Bâbıâli’de etkin rol alan ve hatıralarını yazmayan o kadar çok isim var ki… Hep hayal edip neticede de üzülürüm: Ahmet Hâşim, Mehmet Âkif, Hüseyin Rahmi, Peyami Safa, Nâzım Hikmet, Yaşar Nabi, Sabahattin Ali, Orhan Veli, Orhan Kemal, Cahit Sıtkı ve daha yüzlerce isim hatıralarını yazsalardı nasıl olurdu? Şüphesiz yaşadıkları dönemleri anlamamız açısından çok önemli bilgiler ve belgeler bırakmış olurlardı, ama yazmadılar, yazmamayı tercih ettiler… Gazete ve dergi sayfalarında kalan, kitaplaşmayan hatıralar da ayrı bir mesele.


BUGÜNE KAÇ EDEBİYAT MAHFİLİ KALDI

Son yıllarda durum nasıl peki?

Son yıllarda ise hatıra ve portre nev’inden kitaba rastlamak neredeyse imkânsız hâle geldi. Yalnızca son on yılda yayımlanan hatıra ve portre kitaplarını bir hatırlamaya çalışalım, elimizde ne kalır? Şair ve yazarlarımız son yıllarda hatıralarını yazıp yayımlamaktan özellikle imtina ediyorlar sanki.

Elbette istisna örnekler var, fakat genel bir tespit yapmak istiyorum: Nasıl mektuplar, günlükler tarihe karışıyorsa, edebiyat mahfilleri yok oluyorsa, aynı şekilde hatıralar da kayıt altına alınmıyor. Belki “keskin” bir ifade olacak ama bugün hatıra veya portre yazdıracak bir iletişim ve edebiyat ortamının varlığından söz edebilir miyiz? Şair ve yazarların bir araya geldikleri, üstatlarıyla tanıştıkları, birbirleriyle sohbet ettikleri, edebî eserlerini tartıştıkları, kısacası iletişime geçtikleri kaç edebiyat mahfili sayabiliriz? Gittikçe yalnızlaşan, kendi kabuğuna çekilen ediplerin hatıralarını yazmaları da beklenemez elbette.

#​Ahmet İhsan Tokgöz
#Necati Tonga
#Bâbıâli
4 yıl önce