|

İslâm tarihini okuma denemesi

Arap dili ve İslâm alanında uzman olan Thomas Bauer’in “Müphemlik Kültürü ve İslam: Farklı Bir Tarih Okuması” kitabı Türkçe’de. Dini metinlerin yanı sıra edebiyattan da faydalanan yazar, farklı bir İslâm tarihi okuması sunuyor.

04:00 - 15/11/2020 Pazar
Güncelleme: 01:53 - 15/11/2020 Pazar
Yeni Şafak
Yeryüzünde var olmuş tüm dinlerin bilançosu yapılacak olsa özgürlüğün, hoşgörünün öncülüğünü İslam’ın yaptığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yeryüzünde var olmuş tüm dinlerin bilançosu yapılacak olsa özgürlüğün, hoşgörünün öncülüğünü İslam’ın yaptığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
KERİM ALPTEKİN

Bazı kitaplar okunduktan sonra yeni bir hazine keşfetmişsiniz hissini uyandırırlar. Ağırlıklarıyla kütüphanenizde başucu kitapları locasına yerleşmeyi hak ederler. Tanıl Bora’nın çevirisiyle Thomas Bauer’in “Müphemlik Kültürü ve İslam: Farklı Bir Tarih Okuması” kitabı etkilediği okur kitlesiyle sesini duyurmayı başarmış, genişleyen yorumlarla ismini gündemden düşmekten korumuştur. Öncelikle sindire sindire eleştirel ve teyakkuz halinde bir okuma ile ilerlemeniz gereken bir çalışma. İslam dünyasının geleneksel dönemde kültürel çeşitliliği koruyarak farklılıklara açık olan çoklu yapısından modern dönemde uzlaşıdan çatışmaya evrilen Müslüman zihnini çözümlemesiyle, İslam kültür tarihine çok önemli katkısının olduğu muhakkak. Bauer, modernizmin şekillendirdiği kültürel kalıplarla kesinliği dayatmasına karşın, İslam hukukunun çoğulluğunun toplumsal ilişkilere tezahürlerini metnin içine serpiştirdiği misallerle zihninize nakşediyor.

HOŞGÖRÜNÜN BİLANÇOSU


Yeryüzünde var olmuş tüm dinlerin bilançosu yapılacak olsa özgürlüğün, hoşgörünün öncülüğünü İslam’ın yaptığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Öteki ile yan yana barış içinde yaşamayı başarmış bir kültürden bahsediyoruz. İspanya ve Sicilya’daki Müslümanların başlarına gelenleri tarihin karanlık sayfalarından biliyoruz. Örnekleri çoğaltabiliriz. Aynı dönemde Paris, Viyana, Londra ve Berlin’de nüfusun bir bölümünün Müslüman veya Yahudi olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Yazıya neden olan konuyu Bauer’in bakışıyla ortasından sorarak irdeleyelim. Uzun bir hoşgörüsüzlük geleneği olan Hristiyan Batı, bugün değişik düşüncelere saygılı toplumlar çıkarabilmişken uzun zamanlar farklılıklarla birlikteliği yaşamayı başarmış Müslüman dünyası neden artık her türlü fanatizmin kalesi olarak görülüyor? Hangi illetlerden dolayı Yunan, İran ve Hint dillerinin çevirisiyle felsefe, astronomi, kimya, tıp ve matematik gibi bilimin farklı disiplinlerde çığır açan bu uzun parantezin 19. yüzyıla gelindiğinde büyük bir düş kırıklığıyla kapanmasını Bauer, müphemlik kavramını merkeze alarak farklı bir okumayla müteala ediyor.

Bauer, değerlendirmelerinde İslam’ın altın çağ geçirip izleyen devrelerde duraklayıp çöktüğüne dair bir retoriğe yüz vermiyor. Onun yerine İslam kültürünü kurucu biçimlenme döneminden sonraki haliyle, yani modernlikle karşılaştığında bürünmüş olduğu suretiyle takdim ediyor. Klasik tarih anlatısı yönetimleri olan Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı yerine farklı tarih okuması yapıyor. Bauer, Büveyhliler ve erken Abbasi dönemini İslam tarihi açısından kurucu evreler olarak görüyor. Ağırlık noktası olarak ele aldığı dönem 900 ila 1500 yıllar arasındaki Eyyubiler, Memluklular, Suriye ve Mısır’ın Arap-İslam kültürüdür.

14. yüzyılda Kur’an’ın değişik tefsirleri âlimler tarafından zenginlik sayılırken, günümüz Müslümanları için Kur’an’ın farklı yorumlanması katlanılamaz bir tepki ile karşılanıyor diyen Bauer’e göre müphemlik çoğul anlamlar taşıyabilen bir kavramdır. Bu tanıma uygun olarak dilsel müphemliliği iki veya daha fazla anlam atfedilebilecek ifadeler olarak açıklıyor. Kültürel müphemlik tarifi ise şöyledir: “Eğer bir kavrama, bir eylem biçimine veya bir nesneye uzunca bir süre boyunca aynı anda iki zıt veya birbirinden belirgin biçimde farklılaşan en azından iki rakip anlam atfedilebiliyorsa, eğer bir toplumsal grup, tekil hayat alanlarına dair normlarını ve anlamlandırmaları aynı anda zıt veya birbirinden kuvvetli biçimde farklılaşan söylemlerden devşirebiliyor veya eğer bir grup içerisinde bir olgunun farklı yorumları benimsenebiliyor ve bu yorumların hiçbirisi tek başına geçerlilik iddiasında bulunamıyorsa, orada bir kültürel müphemlik olgusuyla karşı karşıyayız demektir.” Bu tanımın ardından müphemlik hoşgörüsünü, etik toplumsal anlamdaki hoşgörü ile karıştırmamamız uyarısını yapıyor. Çünkü hoşgörü farklı görüşler, farklı köken, farklı cinsellik, farklı ahlak, farklı din… Dokunulmazlığını tanıyarak varlığına rıza göstermektir. Daima öteki ile arasında açık seçik bir ayırımı varsayar, bu ise müphem değil kesin bir durumdur.

FETİH VE YÖNETİM

Bir bölümde misyonerleri eleştiren Bauer, İslam’ın fethettikleri topraklarda dinlerini dayatmayı amaçlamadıklarını Afrika ve Endenozya örnekleriyle açıklıyor. İslam’ın zaman içinde ayağını bastığı yerlerde, mevcut kültürlerle sıkı bir simbiyoz geliştirdiğini, Arapların ellerindeki bilgileri tekel konumunu elde etmek için kullanmadığını Hintlilerle ve Çinlilerle paylaştığını ifade ediyor. İspanyolların ve Portekizlilerin eriştikleri ülkelerde yerli halkı boyunduruk altına almak için yaptıkları katliamları belirtirken Müslüman denizcilerin hiç buna benzer şey yapmadılar karşılaştırması takdire şayan. Müslüman Arap tüccarların bu ahlakı sayesinde uzak Asya’da insanların gönüllü olarak İslam’a girmelerinin cevabı bu olsa gerek.

Yazar ağırlıklı olarak Arap İslam dönemini anlatırken Osmanlı’ya da vurgu yapmış. “İslam içi çoğulculuk ve gerek gayrimüslimlere dönük dini çoğulculuk, Osmanlı İmparatorluğu’nun karakteristik özelliklerindendi. Hukuk, felsefe ve sufilik, İslam’ın çok farklı ve daima kendi içinde de çoğul yorumlarını sunuyorlardı… Çok anlamlılığa hoşgörü Avrupa’da çoktan sona ermişken İslam dünyasında kesintisiz devam etmekteydi. Ayrıca İslam’ın orta çağından bahsedilemez…”

BATININ İKİYÜZLÜ DEMOKRASİ YAKLAŞIMI

Bauer, Batıyı demokrasi üzerinden eleştiriyor. Batı demokrasisinin kazanımlarını doğrudan aydınlanmaya dayandırmayı, İslam dünyasındaki bütün olumsuzlukları da aydınlanma olmayışına bağlayan yaklaşımın doğru olmadığını vurguluyor. Ona göre “bugün haklı olarak Batının gurur duyduğu hoşgörü, aydınlanmanın doğrudan sonucu değildir. Hoşgörüyü rehin alan güçlerle uzun ve kanlı bir mücadelenin ürünüdür. İslam dünyası, Batının dünyayı her şeyi kapsayan tek bir teoriyle açıklamanın mümkün olabileceği evrenselleştirme iddiasıyla karşılaşınca eski müphemlik hoşgörüsünü ve çoğulculuğunu kaybetti.” Bu anlayışın devamında Britanyalıların ve Fransızların Arap dünyasını manasız sınırlara parçalayıp seçkin azınlıkların yönettiği yeni devletler kurmasını da müphemliği tahrip ettiği için eleştiriyor.

Birçok İslam ülkesinin batılı askeri birliklerin işgali altında olmasını Filistin’in İsrail tarafından işgal edilip sömürgeleştirmesini ve Batının buna müsamaha göstererek sessiz kalışını tenkit ediyor. Batının ağzına “İslam” sözünü alan her yakın Doğulu politikacıyı İslamcılık ile damgalamasını, çarpıtılmış İslam imgesi ile canavar İslamcılık korkusu üreterek otomatikman Batı düşmanı saymasını kasıtlı buluyor. Batının yakın Doğuda serbest seçim istemediğini Çünkü İslamcı partilerin kazanmasını kabullenemediği için yaptırımlar ve boykotlarla ve hatta askeri müdahalelerle karşılık vermesini iki yüzlülükle açıklıyor.

#Thomas Bauer
#Filistin
#İslam
3 yıl önce