|

Kandil operasyonu ve alan hakimiyeti

Türkiye, Irak’ın kuzeyinde onlarca yıldır PKK terörüne ev sahipliği yapmakta olan Kandil’e operasyonu gündemine aldı. Asıl mücadele bundan sonra başlayacaktır. Düzenlenen operasyonların başarılarının boşa gitmemesi ve dökülen şehit kanlarının zayi olmaması için Türkiye’nin BM, NATO, AGİT veya herhangi bir ittifak veya koalisyonun bölgeye yerleşmesine, barış gücü veya müdahale gücü oluşturmasına izin vermemesi gerekir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 20/06/2018 Çarşamba
Güncelleme: 04:48 - 20/06/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Dr. Fatih Erbaş - YAZAR

Türkiye uluslararası manada terörle 1950’li yıllarda Kıbrıs’ta tanıştı. Rumlar tarafından Kıbrıslı Türklere karşı gerçekleştirilen terör ve onun sonucu olarak ortaya çıkan katliam ve sürgünler 1974’deki Barış Harekâtımız ile son buldu. Bugünlerde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı başta olmak üzere bazı Kıbrıslı Türkler unutmuş olsa bile…

Türkiye’ye karşı terör 1970’li yıllarda makas değiştirdi ve bu sefer terör uygulayanlar Ermeni teröristler oldular. Ermeniler terörü ağırlıklı olarak Türkiye’nin dış temsilciliklerine ve temsilcilerine karşı gerçekleştirdiler.

Ermeni terörü bitti bitmedi, bu sefer de 1980’li yıllarda, hâlâ sürmekte olan PKK ve onun uzantılarının terörü başladı.

Türkiye ve Türk insanına karşı uygulanan terör eylemleri çerçevesinde Kıbrıs ve PKK tarafının, teferruatta farklılıkları olmakla birlikte ortak bir yönleri vardır ki, bu durum Türkiye’nin aleyhine işledi. Tıpkı Bosna Hersek’teki BM Barış Gücünün Bosna’daki Müslümanların katledilmesine seyirci kalması gibi 1960’larda Kıbrıs’taki BM Barış Gücü ve 1990’larda Irak’ın kuzeyindeki Çekiç Güç Türkleri ve Türkiye’yi korumakta acz göstermiş, ancak Türkiye’nin söz konusu tecavüz, terör ve katliamlara karşı koyması konusunda engel teşkil etmişti.

‘BARIŞ GÜCÜ’ TERÖRİSTLERİN HAMİSİ

1963 yılında Kıbrıs’ta Rumlar tarafından Türklere karşı saldırılar başlayınca Türk savaş uçakları Kıbrıs üzerinde alçak uçuş yaptılar. İngiltere arabuluculuk rolüne soyundu. Kıbrıs konusunda garantör olan üç ülke (Türkiye, Yunanistan ve İngiltere) tarafından 1963 sonunda “Barışı Koruma Kuvveti” oluşturuldu. Ocak 1964’te Makarios 1960 tarihli Kıbrıs’a dair anlaşmayı fesh ettiğini açıkladı ve Türklere tekrar saldırılar başladı. Türkiye’nin BM’ye başvurması ile birlikte BM Güvenlik Konseyi 4 Mart 1964 tarihli kararı ile Kıbrıs’ta Barış Gücü kurdu.

Burada önemli olan nokta şu ki, Barış Gücü terörü durduramadığı gibi, neredeyse Rum teröristlerin hâmisi rolüne soyundu. On binlerce Türk zorunlu göçe maruz kaldı, binlercesi yaralandı ve yüzlercesi şehit edildi. Bunlar hep BM Barış Gücü “gözetiminde” gerçekleşti. Barış Gücü bu süreçte sadece Rumların izin verdiği şeyleri, izin verdiği ölçüde yapabildi. Gıda yardımı, bölgelerin boşaltılması, yaralıların taşınması bu mevzuda gerçekleştirilen uygulamalardır. Bu durum 1974’e kadar sürdü.

ÇEKİÇ GÜÇ ÖRNEĞİ

İkinci hadise Çekiç Güç meselesidir. Irak 1990 yılında Kuveyt’e saldırdıktan sonra 1991’in başında ABD’nin başını çektiği bir takım ülkelerin Irak’a saldırmasıyla Birinci Körfez Harbi başladı. Bu harp sürerken, Saddam Hüseyin’in Irak’ın kuzeyindeki Kürt bölgelerine saldırması sonucu Türkiye’ye müteveccih bir göç başladı.

Türkiye, sorunun çözümü için Birleşmiş Milletler’e başvurdu. Sınır bölgesinin emniyete alınması ve Saddam Hüseyin’in bir kısım vatandaşlarını göçe zorlayan faaliyetlerini durdurmasını istedi. Güvenlik Konseyi bir karar alamadı. Daha sonra Türkiye, Irak’tan kaçan Kürtler ve Türkmenler için Kuzey Irak’ta bir güvenlik bölgesi kurulmasını talep etti. Bunun neticesi olarak ABD liderliğinde Çekiç Güç ismi verilen bir kuvvet oluşturuldu. Maalesef bu kuvvet kuruluş maksatlarını layıkıyla yerine getiremediği gibi Türkiye’ye müteveccih PKK saldırılarına sütre de oldu. Irak’ın kuzeyinde oluşturulan uçuşa yasak bölge uygulaması tamamen Türkiye’nin aleyhine sonuçlar doğurdu. PKK terörüne kolaylık sağladı. İşin ilginç tarafı Türkiye aleyhinde sonuçlar doğmasına sebep olan Çekiç Güç’ün uçakları Türkiye içindeki askeri üslerden harekât düzenliyorlardı.

Dolayısıyla gerek Kıbrıs’ta oluşturulan Barış Gücü, gerekse Irak’ın kuzeyinde emniyeti sağlamak için oluşturulan Çekiç Güç Türkiye’nin aleyhine faaliyetleri önleyemediği gibi, esas önemli olan şudur ki, Türkiye’nin kendi vatandaşlarının, ırkdaşlarının ve vatanının koruması için yapması gereken faaliyetlere de bir engel teşkil etti. Aynı şekilde, 1993-95 yılları arasında Bosna-Hersek’te de Sırplar Bosnalı Müslümanlara karşı uyguladıkları soy kırımını “BM Gözetiminde” gerçekleştirdiler. BM Barış Gücü unsurları, göz göre göre Sırp katliamına seyirci kaldılar.

ALAN HAKİMİYETİ BIRAKILMAMALI

Bu meselelerden günümüze geldiğimizde vurgulanacak hususlar yine Türkiye’nin güvenliği ile ilgilidir. Türkiye otuz beş senedir PKK terörü ile tek başına mücadele ediyor. Bu mücadelede binlerce şehit verildi. Ülkenin insan ve mali kaynakları zarar gördü. Sınır güvenliği ve iç huzur bozuldu. Defalarca sınır ötesi harekât düzenlendi. Sabırla, Batılı müttefiklerine teröre karşı işbirliği çağrısı yapan Türkiye bundan sonuç alamayınca, kendi sorununu kendinden başkasının çözemeyeceğinin idraki ile 2017’den itibaren başka bir yöntem belirledi ve Türkiye’nin iç güvenliğinin sadece içeride mücadele ile sağlanamayacağı anlayışıyla Suriye’nin kuzeyinde El Bab ve Afrin’e karşı operasyon düzenledi. Bölgedeki, Batı ülkeleri tarafından desteklenen DEAŞ, PKK ve onun uzantısı terör yuvaları çökertildi. Bölgede güvenlik sağlandı. Güvenli bölgenin genişletilmesi ve bu çerçevede yüz binlercesi Türkiye’de mülteci olarak bulunan Suriyelilerin geri dönüş faaliyetleri devam ediyor.

KANDİL OPERASYONU

Şimdi de Türkiye, Irak’ın kuzeyinde onlarca yıldır PKK terörüne ev sahipliği yapmakta olan Kandil’e operasyonu gündemine aldı. Asıl mücadele bundan sonra başlayacaktır. Düzenlenen operasyonların başarılarının boşa gitmemesi ve dökülen şehit kanlarının zayi olmaması için Türkiye’nin BM, NATO, AGİT veya herhangi bir ittifak veya koalisyonun bölgeye yerleşmesine, barış gücü veya müdahale gücü oluşturmasına izin vermemesi gerekir. Çünkü çok uzak değil, yakın tarihteki bütün barış gücü ve/veya müdahale gücü unsurları ve onları teşkil eden devletlerin dış politika uygulamaları Türkiye’nin menfaatleri aleyhine tezahür etti. Muhtemel bir BM, AGİT, NATO veya koalisyon gücünün, şimdiye kadar açık olarak destekledikleri terör örgütü ve onun faaliyetlerine değil, Türkiye’nin meşru müdafaa hakkına engel olacakları aşikardır.

Türkiye’nin yapması gereken, ülke içinde ve dışında kan dökücü ve bölücü eylemler düzenleyen terör örgütlerine karşı kararlılıkla mücadelesini sürdürmek olacaktır. Aksi takdirde onlarca yıldır verilen mücadele ve dökülen kan boşa gidecektir. Bu yolda Türk milleti devletinin yanındadır.

#Kandil
#TSK
6 yıl önce