|

Kazım’ın hazin öyküsü bugüne umut veriyor

Öğretim görevlisi Dilek Kaya, bit pazarında bulduğu mektupların peşine düştü. Bu mektuplar 1974 yazında, 19 yaşında Altıparmak dağlarındaki tırmanışta düşerek hayatını kaybeden Kazım Küçükalp’e aitti. Kazım’ın hayatı ve hazin sonu bir belgesele konu oldu. Kaya, “Yalnızlığın yükseldiği bir dönemdeyiz. Fakat yan yana geçiştiğimiz herkesin ayrı bir öyküsü var. Kazım bize bunu anlatıyor” diyor.

Seray Şahinler Demir
04:00 - 21/04/2019 الأحد
Güncelleme: 19:54 - 20/04/2019 السبت
Yeni Şafak
1955 doğumlu Kazım Küçükalp, henüz 19 yaşındayken Altıparmak Dağları’na tırmanışta hayatını  kaybetti. Ondan geriye mu mektuplar ve fotoğraflar kaldı...
1955 doğumlu Kazım Küçükalp, henüz 19 yaşındayken Altıparmak Dağları’na tırmanışta hayatını kaybetti. Ondan geriye mu mektuplar ve fotoğraflar kaldı...

Bit pazarında, sahaflarda ya da eskici dükkanlarında dolaşırken ne hissedersiniz? Yıllar öncesinin siyah-beyaz karelerinden size bakan mutlu gözleri, onlara ait eşyaları görünce aklınızdan ilk geçen ne oluyor? Şık giyimli kadınlar, erkekler… Küçük sevimli çocuklar, mutlu aile tabloları… Hepsi insana tarifsiz bir huzur veriyor. Gördüklerinizden keyif alıyorsunuz. Akıllara hemen “Acaba kimler, ne zaman yaşamışlar, hala hayattalar mı?” soruları geliyor. Yani o küçük çerçevenin içinde, sararmış mektupların arasında nice hayatlar yatıyor.

İşte bu hikayelerden biri, yıllardır keşfedilmeyi bekliyordu… Yaşar Üniversitesi Radyo-Televizyon-Sinema Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dilek Kaya, İzmir’de bit pazarında gezdiği sırada tesadüfen bulduğu mektupların peşinde düştü ve ortaya oldukça dokunaklı bir hikaye çıktı. Ve bu hikaye bir belgesele konu oldu.

Geçtiğimiz yıl TRT Belgesel Ödülleri’nde Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Ödülü’nü kazanan “Kazım” belgeseli Dilek Kaya’nın 2016’da bulduğu mektuplardan yola çıkan İzmir’den Artvin’e uzanan bir yolculuğun hikayesi.

Hiç tanımadığım birinin hayatı bana söyler diye düşünmeyin. Mektupların merkezinde Kâzım Küçükalp adında zeki, müzik meraklısı, çok yönlü ve hayat dolu bir genç var. Ankara Fen Lisesi’nde eğitim görüyor. Ardından Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanıyor. Led Zeppelin, Deep Purple hayranı, 70’li yılların ünlü rock gruplarının plaklarını biriktiren, derslerinde başarılı bir öğrenci.

Yönetmen, bu gencin 1974 yazında, 19 yaşında, Altıparmak dağlarına düzenlenen bir tırmanışta düşerek öldüğünü tesadüf eseri öğrendi. Belgesel, yönetmenin mektupların hayattaki sahiplerine, Kazım’ın okul arkadaşlarına, söz konusu dağ tırmanışına katılmış kişilere ulaşarak hikâyeyi yeniden kurgulama sürecini ekrana taşıyor. Yaşar Üniversitesi bünyesinde bilimsel bir araştırma projesi olarak yapılan belgesel aynı zamanda yetmişli yılların Türkiye’sindeki gençlik kültürünün kısmi bir hikâyesi.

Dilek Kaya ile 38. İstanbul Film Festivali’nde izleyiciyle buluşan Kazım’ı konuştuk...


Bu mektuplar bit pazarına nasıl düşmüş?

Ben çok bit pazarı gezen birisiyim. Bu benim için o kadar normaldi ki…. Her şey düşüyor oraya. Süreç şöyle işliyor; birisi ölüyor, sonra geride kalanlar onu saklıyor o kişi de ölünce evler boşaltılıyor, elde kalanlar sokaktan geçen hurdacıya, eskici veriliyor. Onlar da bit pazarına getiriyor. Filmi yaparken bir prensibim vardı. Kimseyi incitmeyeceğim dedim. Çünkü acı bir ölüm var ortada. Dolayısıyla her şeyi kolayca soramadım. Böyle bir şeyi merak da etsem ağabeyini ilk bulduğumuz zaman “Mektupları siz mi attınız” diyemedim. Ama sormadan kendisi bazı açıklamalar yaptı. O mektupları anne saklıyor aslında. Anne ölünce o evde saklı kalıyor. Fakat ağabeyin atıldığının çok farkında olduğunu sanmıyorum. Çok şey birikmiş bazı şeyleri atmak lazım diye düşünmüş ve toplu bir eleme olmuş. O arada kapıcıya kapıcıdan hurdacıya oradan da bit pazarına geliyor. Ben de orada karşılaşıyorum.

Kazım’ın hayatı ve acı sonu herkese dokundu. Böyle bir genci tanımak insanları mutlu ederken, hazin sonu ise derinden yaralıyor. Ve film sonunda herkes Kazım’ı tanıdığı için kendini çok mutlu hissetti. Kazım’ın hikayesi bugüne ne söylüyor sizce?

Filmin sonunda “Kazım’ın öz bir güzelliği vardı” diyorum. Çok farklı insanların hayatından geçmiş. Ben o geçtiği yerlerden geçeye çalıştım. Temas ettiği insanlara dokunmaya çalıştım. Görüyorum ki onun içinde şuanda çok iyi eğitim görmüş kentli, modern, bugün büyük yerlerde olan bilim insanı da var. Ama onun yanında Artvin’in küçücük bir dağ köyünde, Barhal’da hayat süren insanlar da var. Kazım’ın insanlara dokunabilmesi bu açıklığı sağlayabilmesi çok etkileyici. Kazım biraz öyle bir hayat yaşıyor. Benim de başka bir planım vardı fakat Kazım’ın hikayesi bambaşka bir yol açtı. İyi ki başıma gelmiş diyorum. Bir diğer noktası da önemsemek, merak etmek. Benim onla kurduğum ilişki. İnsanların hikayesini dinlemeyi, tanımadığım insanlarla konuşmayı çok severim.

Gün içinde birbirimizin yanından geçip gidiyoruz ama herkesin bir hikayesi var. Yani günümüz giderek yalnızlığın yükseldiği bir dönem. Hayatlar geçiyor. Biraz daha birbirimizle temas kurmaya çalışabiliriz. Korkmadan… Kazım bize bunu söylüyor diyebilirim.


GENÇLİK PORTRESİ

Belgeselde anlatılan Kazım’ın kişisel hikayesi ama aynı zamanda 70 yıllara da bir ışık tutuyorsunuz. O yıllardaki gençliğin dünyaya açıklığı, kültürel etkileşimi, dünyadaki trendleri yakaladığını görüyoruz...

Bunu böyle görülmesi benim için önemli. Film kişisel küçük bir hikaye gibi görünüyor. Ama aynı zamanda belli bir gençlik kesimini temsil eden çocuğun hikayesi. Batı’ya açık çok meraklı çok yönlü biri. Filmde Batılılaşma, modernleşme projesine dair çıkarabilecek şeyler de var. Ben aynı zamanda öğretmenim. Bugün artık pek olmayan, giderek nadirleşen bir gençliği görüyoruz belgeselde. Onun dışında farklı yollardan kendini ifade etmeye çalışan gençler var. Kimi bunu müzikle denerken dağcılar doğayla iletişim kurarak özgür hissetmeye çalışmış. Öte yandan resmi bakış var. Devletin bu gençlere bakışı söz konusu gibi. Sıradan bir gencin hikayesi gibi görünmekle birlikte arka planında direk seyircinin gözüne sokmadan Türkiye’nin atmosferine dokunuşlar yapan bir film oldu.

Bir yandan genç ölmüş bir beden bir yandan da kayıp bir dönem var. O dönem artık yok. Hiçbir şey tamamen kaybolmuyor evet izleri hala var ama bence yitmiş bir dönemin varlığı da var filmde.

Kazım hep bir arayış içinde, benliğini bulmaya çalışıyor. Siz de belgeselin başında böyle hissettiğinizi söylüyorsunuz. Hikayeleriniz nasıl kesişti, Kazım size bu süreçte ne kattı?

Ben o mektuplarda Kazım’ı niye sevdim diye düşününce sempati duydum. O arkadaşlığa da Kazım’ın yaptıklarına da… İtiraf edeyim biz çok benziyoruz. Çok somut ortaklıklarımız da var. Kazım, Fen Lisesi’nde yatılı okumuş ben de Anadolu lisesinde yatılı okudum ve o arkadaşlık hikayesi bana tanıdık geliyor. Basket oynuyor ben de aynı şekilde. Müzik benim için hep özeldi. Kazım ile herhalde aynı yerde yaşasaydık, çok iyi anlaşırdık. Öyle ortaklıklarımız var. O bir asker çocuğu ben de asker çocuğuyum. Hem zeki hem yaramaz bir çocuk. Ben onu da sevdim. Tek tarafa bakan biri değil. Asi oluşu da benim hoşuma gitti. O dönemde bunları nasıl takip ediyorlardı mesela? Sadece “Pop” adlı İsveççeçıkan bir dergi var ve sınırlı sayıda Türkiye’ye geliyor. Mektuplarında arkadaşına; “Dergi çıkmış, zaten 10 tane geliyor bana mutlaka ayır” diyor. Ajandasına bakıyorum, okunacak kitaplar listesi yapmış Steinbeck var, Kemal Tahir var. Bir de Fen Lisesi’ne okuyorlar. Dersler ağır, çok az boş zamanları var. Arkadaşları, “Biz o çok az zamanlarımızı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyorduk” diyor. Tek kalıba sığmayan çok yönlü gençler bunlar. Filmde bunların görülmesini de önemsiyorum.

  • O DA BENİM İÇİN BİRŞEY YAPTI
  • Siz bir belgesel yapayım diye yola çıkmamışsınız. Bu da zaten ilk filminiz. Kazım’ın hikayesi sizi bulmuş. Mektupları bulup bugüne ulaştırmışsınız. Kazım’ın öyküsü sizin hayatınız için nasıl bir dönüm noktası oldu?
  • 45 yaşındayım. 90’larda üniversitede okudum. O dönemde kısa filmler, festivaller yeni yeni yaygınlaşıyordu. Film yapmak hep aklıma giren bir şeydi. Sonra alan değiştirdim ve grafik tasarım bölümüne girdim. O da kameralarını alıp film yapayım diye… Fakat program çok kuramsaldı. Ama onun gerektirdiklerini yaparken film fikri hep geride kaldı. Hiç zaman olmadı. Ama işte yıllar sonra bu film… Bana Kazım’ın bir armağanı. Aslında ben Kazım için bir şey yaptıysam, o da benim için çok büyük bir şey yaptı ve ben hayalimi gerçekleştirmiş oldum. Bir filmim oldu. Tüm zorluklarına rağmen heyecan verdi. Artık bu yoldan devam etmek, insanlara yeni hikayeler anlatmak istiyorum.
#Kazım Küçükalp
#Dilek Kaya
#Altıparmak dağları
٪d سنوات قبل