|

Kendime olan şedahetim için bir şey yapmış hissettim

Merve Akbaş
04:00 - 16/07/2023 Pazar
Güncelleme: 13:02 - 16/07/2023 Pazar
Yeni Şafak
Dilara Ayşe Akdeniz.
Dilara Ayşe Akdeniz.

Dilara Ayşe Akdeniz’in ilk kitabı Seza Hanım ve Kedileri Dergâh Yayınları etiketiyle yayımlandı. Akdeniz eeri okurla buluştuğunda neler hisettiğini, “Kendime olan şedahetim için bir şey yapmış hissettim” cümleleriyle anlatıyor.


İlk eseriniz yayınlandığında neler hissettiniz?

Belki klişe bir tabir olacak ama neredeyse bir çocuk dünyaya getirmiş gibi tuhaf bir mutluluk hissettim. Derdimi, tasamı, gecemi, gündüzümü damıtıp elimde yazılı ve basılı hâlde bulmak bir şeylerin boşa olmadığı hissini sağlıyor. Kendini kanatarak var ettiğin yara, iki kapak arasında ve ellerinde. İçindeki yaranın bir cisim bulması, bu cismin bir yankı araması, bu yankının bir başka sese çarpıp geri dönmesi ve var olduğunu hissetmek. Biraz da bunun için yaşamıyor muyuz? Var olmak ile var olduğunu hissetmek bambaşka şeyler. Ötekine muhtaç değiliz var olmak için ama bir ölçüde varlığımız tasdik edilsin isteriz. Hissettiğim şeylerden biri tam olarak buydu. Esaretin Bedeli filmindeki o meşhur “Brooks was here” repliği gibi dünyaya bir şerh düşmüş olmak idi. Dilara buradaydı, yaşadı ve kendince bir şeyler yazdı demek gibiydi. Kendime olan şedahetim için bir şey yapmış hissettim.


Kitabınızı elinize alınca ilk olarak ne yaptınız?

Bir başkasını okur gibi aradan seçtiğim öyküleri okumaya başladım. Çok garip bir şey çünkü bir şeyi yazdığınız an, düşünceleriniz kağıda döküldüğü an kendi bağımsızlıklarını ilan ediyorlar. Her öykü, her cümle kendi kanadını alıp kendi çatısından atlıyor. Siz onlara uçmayı öğreten bir ebeveyn gibi mütebessim bakıyorsunuz ardından. Aynı nehirde iki kez yıkanamamak gibi aynı şeyi aynı şekilde yazmak da mümkün değil. Benliğimin bir parçasının neye nasıl şahitlik ettiğine şahitlik ediyorum. Bu döngü hiç bitmiyor. Kitabı elime aldığımda içinde ve kapağında kedi geçmesi dolayısıyla ayrıca mutlu olduğumu hatırlıyorum. Kediler benim için bir simgenin çok daha ötesinde, hayat ile barışmanın bir biçimi. Göğe doğru bakan kara kediye ve kara saçlı bir kadına bakarak ben de gülümsedim ve kitabın kendi kanatlarını alıp gitmesini bekledim.


BİR TANE DE KENDİME İMZALADIM
Kitabınızı ilk kime imzaladınız?

Kitaplar işyerine kargolandığı için iş yerindeki yakın arkadaşlarıma imzaladım. Yıllardır yazarına imzalattığım kitaplarla dolu bir kitaplığım var. Sonra da bir tane kendime imzaladım ve kitaplığa koydum. Ve sonra da aileme ve talep eden diğer dostlara imzaladım.

Yazmaya nasıl başladınız?

Yazmaya nasıl başladığımız sorusu ile kimi ve neyi okumaya nasıl başladığımız sorusu irtibatlı geliyor bana. Ufak yaşlardan itibaren günlük tutmak, kendimce şiirler ve öyküler karalamak gibi meşgaleler edinmiştim. Buna sebep olan şey şu: Dünya size yetmiyor. Trier’in bir filminde dediği gibi günbatımından daha görkemli renkler bekliyoruz. Dünya bir şekilde hayata dair o iştahımızda yetersiz kalıyor. Kovulduğumuz o bahçeyi ve onun renklerini özlüyoruz. Sanat bu rengi hatırlamanın bir yolu. Herkes kendi meşrebince bir hatırlayış buluyor. Kimi paletle, kimi bir ezgi ile, kimi bir heykel ile kimi de bir kalemle. Okumayı öğrendiğim ilk andan itibaren kitapların efsunlu dünyası bu açlığımı dindirdi. Bir yerden sonra şöyle bir düşünce oluşuyor, ben de kelimelerden oluşan kendi gezegenimi kuracağım. İlk başlarda bunu başka gezegenlere bakarak yapıyoruz, tamamen saf bir üretim yaptığımızı söylemek doğru olmaz. Biraz öykünme biraz taklit. Ama kendi sesimizi edinir edinmez bir bakıyoruz, kendi renklerimizi de üretmişiz. Günbatımından beklediğimiz o görkemli rengi kalemle biz inşa ediyoruz. Profesyonel düzlemde ilk defa yirmili yaşlarda sinema yazıları ile yazmaya başladım. Akabinde tetikleyici öyküler okuduktan sonra öyküye yöneldim. Bu tetikleniş bitmiyor. Gezegenime bir de şiir yuvası kurayım diyorsunuz ve yazmanın ardı arkası kesilmiyor. Ama bunların altında yatan neden benim için hep bir açlıktı, salt bir zanaat edinme hevesi değil. Başka renklere, uzak ülkelerin renklerine duyduğum heves. Günbatımının ve gerçeğin yarattığı tatminsizlik insanı bir imge dünyası inşa etmeye yöneltiyor. Her metin, dünyada olmanın sızısını bir nebze dindiriyor. Bizim gibi sürgün olma bilincini taşıyan diğer insanlarla bir bağ kuruyoruz. Biz onlar için yazıyoruz, onlar bizim için. Ben bir baska zihnin renklerine misafir oluyorum, bir başkası benim zihnimin misafiri oluyor. Ve inanın bu ağırlanış büyülü bir şey. Bu sürgün başka nasıl geçer ki?


Gece mi yazarsınız, gündüz mü?

Ekseriyetle gece yazarım. İsmet Özel gibi en uygun vaktin gece üç olduğuna bahse girenlerdenim. Gecenin örtüsü altında yazmak tuhaf bir güven veriyor. Yırtıcı değilim ama gece avlanmaya benzer bir heyecan duyuyorum geceleri yazarken. Ateşi bu karanlıkta çalacağım evet diyorum. Geceleri zihnim çok daha doğurgan oluyor. Neredeyse bir bilinçdışı sayıklama hali. En güzeli de etrafta gündüz var olmanın o yoğun ve yapışkan telaşı olmuyor. Herkes uykuda, gece hiç yaratılmamış gibi çıplak. Kalem yalnızca kendi sesini duyuyor. Siz de yalnızca kalemin. Oluşturarak değil daha ziyade bir anlık bir adanışla yazan biriyim. Gece o eşduyum ve vahiysel kelam için en uygun an. Bir mağara dinginliği veriyor insana. Velhasıl gördüğünüz gibi sonuna dek gececiyim.


Defter mi, bilgisayar mı?

Eskiden defterdi fakat uzun süredir bilgisayar. Zihnin olanaklarına bilgisayar daha fazla imkân sağlıyor. Hatta yer yer telefona not alarak yazdığımı itiraf ederek o yazarın gizli defteri büyüsünü bozabilirim galiba. Mesele işlevsellik ve zihnin büyülü tozu dağılmadan en kısa şekilde onu harflere dökebilmek. Yine de sanal ortamda yazdığım bir şeyin bir dergide, bir kitapta matbu halde bulunuşunu görünce yaşıyorum asıl tatmin duygusunu. Bilgisayarlar bir zaman sonra uçabilir ama kağıt elbet kalacaktır.


Künye

Seza Hanım ve Kedileri

Dilara Ayşe Akdeniz

Dergâh Yayınları

#Aktüel
#Edebiyat
#Kitap
10 ay önce