|

Mar bana çok şey öğretti

Caner Erzincan'ın ilk uzun metrajlı filmi Mar'da taşrada çalışmayı seçmiş idealist bir diş hekimini oynayan Begüm Kütük, Mar'la Konya'nın Çumra köyünde yaşadığı serüvenden şehirli bir kadın olarak çok şey öğrenmiş. O yoksulluğun içinde insanlardaki paylaşma duygusunu çok etkileyici bulan Kütük, "Bütün zorluklara rağmen o köyde yaşadığımız keyif ve huzur paha biçilmezdi. Şehir insanını plastik duruşundan sonra oradaki samimiyet çok iyi geldi" diyor

Arzu Akyol
00:00 - 24/03/2012 Saturday
Güncelleme: 22:52 - 23/03/2012 Friday
Yeni Şafak
Mar bana çok şey öğretti
Mar bana çok şey öğretti

Aranızda dağlar hatta sıradağlar olsa dakikasında onları aşıp kalbinizde kendine mutlaka bir yer açar. O kadar samimi. Öyle ki tanışma faslından yani yaklaşık ilk beş dakikadan sonra onunla sizli bizli olmanız imkansız. Biz de o ilk beş dakikadan sonra ona kalbimizde güzel bir yer açtık ve keyifli bir söyleşi yaptık.

Az önceki tanışma faslından sonra sana, 'siz' diye hitap edemem...

Deme zaten. Erdil'le bana birisi 'Siz' diye hitap ettiğinde bir tuhaf oluyoruz. 'Acaba bir kabalık mı yaptık?' diye düşünüyoruz.

Peki o zaman, Mar'la başlayalım. Ne demek Mar?

Mar Farsça yılan demek. Film taşrada yaşayan 3 kuşak erkeğin hikayesini anlatıyor. Abi yılan topluyor, küçük kardeş salyangoz. Baba da kötürüm olduğu için evde çocuklarının çalışıp para kazanmasını bekliyor. Bu insanlar hem fiziki hem de duygusal olarak çok zor koşullar içindeler. Caner kendi hayatından tanıklık ettiği hikayeleri de filme aktardığı için çok gerçek bir film.

Senin oynadığın karakter nasıl biri?

Bahar karakteri taşrada çalışmayı seçmiş idealist bir diş hekimi. Abi rolündeki Yılmaz dişi ağrıdığı için hayatında ilk defa bir diş hekimine gidiyor. O güne kadar hayatlarında kadın olgusu yok. Ve diş hekiminin kadın oluşu onun hayatında pek çok şeyi değiştiriyor. Filmin içinde aşk da var hüzün de. Çok keyifli sahneleri de var.

Bir yönetmenin ilk filminde oynamak riskli değil mi?

Bu Caner'in ilk uzun metraj sinema filmi ama daha önce çektiği kısa filmlerle bolca ödül almış bir arkadaşımız. Ayrıca ben bağımsız sinemayı destekliyorum. Ekibimiz de çok iyiydi. Bütçe kısıtlı olduğundan Caner'in Selçuk Üniversitesi'nden arkadaşları destek oldu. Volga Sorgu, Mahmut Gökgöz, Güray Kip, Yılmaz Şerif gibi çok değerli oyuncular vardı.

Caner seni nasıl seçmiş peki?

Caner Bahar karakterini yazarken hep beni düşünmüş zaten. Ama çevresindeki pek çok insan, 'Bu bağımsız bir film. Bütçesi belli. Begüm Kütük oynar mı hiç? Boşuna hayal kurma' diyerek bayağı yormuşlar onu. Kendi adıma 'Mar' son yıllarda yaptığım en güzel iş diyorum.

İzleyici ne bulacak peki?

Bir kere Mar derdi olan, samimi bir film. Şehir hayatında her şeye çok kolay ulaşabilen insanları çok duygulandıracak ve 'Böyle yaşamlarda mı var?' diye sorgulatacak. Biz filmimizi Konya'nın Çumra ilçesinde çektik. Çumra 7 haneli bir köy. Karanlık çöktüğünde sadece

7 tane ışık yanıyor. Tuvalet ihtiyacını bahçede kazılmış bir çukurda görüyorsun. Farklı diyarların dertlerine ortak olmak istiyorlarsa Mar'ı mutlaka izlesinler.

Sen de Bahar gibi şehirli bir kadın olarak ilk defa tanık oldun böyle bir yaşama. Sana ne kattı Mar?

Açıkçası şartlar çok zordu. 50 dereceye varan sıcaklıkta yılanlar, salyangozlarla çalıştık. Ama bütün bunlara rağmen o köyde yaşadığımız huzur ve keyif paha biçilmezdi. Şehir insanının plastik duruşuna alıştıktan sonra, o samimiyeti görmek çok iyi geldi. Kerpiç evler, içinde tuvalet yok, o yok bu yok... O yoksulluğun içinde insanlardaki paylaşma duygusu çok etkileyici. Bu durum sorgulama yapmaya götürüyor insanı. 'Ya nereye yetişiyoruz, bunca hırs niye?' diyorsun. Mar bu anlamda bana çok şey öğretti.


Peki, biraz da Begüm Kütük'ü konuşalım. Zafer olarak bekleniyormuşsun sen?

Benden iki yaş büyük bir ablam var. Annemle babam ikinci çocuğu erkek istemişler. Doğum yaklaştıkça babam hep 'Oğlum olacak, 30 Ağustos'ta doğacak, adı da Zafer olacak' diye beklemiş. Ben 30 Ağustos'u beklemeden 27 Ağustos'ta kız çocuğu olarak doğunca Begüm olmuşum.

Baban kız olduğunu kabul etmekte zorlanmıştır...

Tabii ki... Babam beni gerçekten bir erkek çocuğu gibi büyüttü. Babamla arabalarla oynardık. Beşiktaş maçlarına giderdik. Beşiktaş şampiyon olduğunda arabayla çıkıp, caddelerde tur atıp, bağırırdık. Babam oğul hasretini benimle giderdi diyebiliriz.

2001 yılında Best Model Of Turkey yarışmasına katılmışsın Neden konservatuar değil de yarışma? Kısa yoldan mı gitmek istedin?

Yoo, hiç öyle bir şey yoktu. Ben hayatımı hiç bu şekilde planlamamıştım. İzmir Özel Tevfik Fikret Lisesi'ni bitirdikten sonra Fransa'ya gittim. Amacım Fransa'da okulumu bitirip, bir süre orada yaşadıktan sonra Türkiye'ye dönmekti.

Peki, ne oldu da okulunu yarım bırakıp Fransa'dan döndün?

Ben o kadar erkek gibi büyüdüm ki, annem bu duruma açıkçası biraz üzülüyordu. O süreçte annemin arkadaşları diyorlar ki 'Biz bu kızın resmini bir yarışmaya gönderelim. Gitsin, orada yürümeyi, oturup kalkmayı öğrensin.' Yani çirkin kız kuğuya dönüşsün diye yarışmaya resmimi gönderiyorlar. Ben de finale kaldım. Sonra 3'üncü oldum ve hayatım bambaşka bir yola girdi. Yarışma nedeniyle öyle anıldım ama ben hiç mankenlik yapmadım. Saygı duyuyorum ama benim tercih ettiğim bir meslek olmadı hiç. Oyunculuğa Melek dizisiyle başladım ve ardından biri bitti, biri başladı. 10 sene geçti böyle. Sonra fark ettim ki çok sevdiğim bir işi yapıyorum ve çok mutluyum.

Senin hayatını annen değiştirmiş sanki...

Evet, öyle oldu. İstanbul'a annemle geldim. Babam gelip gitti İzmir'den. Annem her zaman yanımdaydı. Akşam 10'dan 11'den sonra gelemezdim eve. Öyle şöhretin şımarıklığını yaşatmadı bana. Melek dizisinde oynarken, arkadaşları gelirdi beni görmeye. 'Hadi kalk bakalım, sofrayı kur' diye bütün havamı söndürürdü. Benim için her zaman denge unsuru oldu.


Eşin Erdil Yaşaroğlu da ünlü ve başarılı bir karikatürist

Zaman zaman İstanbul'a gelmemin ve bu işleri yapmamın Erdil'i tanımak için araç olduğunu düşünüyorum. Çünkü böyle olmasaydı ben yurtdışında olacaktım ve o zaman Erdil'le tanışamayacaktım belki de.

Bütün bu yolculuğu Erdil için mi yaptın yani?

Ben doğumun, ölümün ve evliliğin kader olduğuna çok inanırım.

Evliliğiniz şaşırtmıştı insanları?

Biz 6 senedir tanışıyoruz. 2 senedir de evliyiz. Evlilik kurumuna çok saygı duyuyoruz. Evlendiğimiz dönemde isteme, nişan, kına gecesi, düğün gibi şeyleri küçümseyen arkadaşlarımız oldu. Ama biz bu geleneksel hali seviyoruz. Evlenirken de bu ritüellerin hepsini gerçekleştirdik.

Evde nasıl biri Begüm?

Evde her kadın gibiyim. Bazen twitterda 'Eve süpürge yapacağım' diye yazdığımda şaşırıyor insanlar. Neden anlamıyorum? Her kadın sabah kalkar evini şöyle bir toplar, süpürge tutar, tozunu alır, yemeğini yapar. Evimi ve evde olmayı, kalabalık aile içinde olmayı seviyorum. Allah'tan Erdil'in de Karadenizli kalabalık bir ailesi var. Çok mutluyum.


İstanbul'a ne zaman geldin? Ne hayal etmiştin ne buldun?

2001 yılında geldim. İstanbul'a ilk geldiğimde şunu fark ettim ki burada hiçbir hatıram yok. 10 sene geçti ben de bir sürü hatıra biriktirdim. Artık benim de bir İstanbul'um var.

İstanbul'dan önce ve İstanbul'dan sonra desek...

Açık söyleyeyim mi...? Katılaştım... İzmir'den geldiğimde çok daha neşeli, çok daha saf, mutlu birisiydim. İstanbul'da maalesef katılaştım. Yaşam koşulları ve takılan maskeler seni de başkalaştırıyor.

Her kırıldığında kalbini biraz daha kapatıyorsun.

İstanbul'la ilgili henüz gerçekleştiremediğin bir hayalin var mı?

Allah'a çok şükür İstanbul'la ilgili bütün hayallerimi gerçekleştirdim. Zaten küçük şeylerle mutlu olabiliyorum. Kapalıçarşı'ya gitmek bile İstanbul'da yaşadığımı hissettirip mutlu ediyor beni.



12 years ago