Medine Müdafaası’nın üzerinden tam 100 yıl geçti. Bu mübarek şehri teslim etmemek için sonuna kadar mücadele eden Fahreddin Paşa tarihe adını yazdırdı. Fahreddin Paşa I. Dünya Savaşı döneminde İngilizlerin desteğinde isyana girişen Şerif Hüseyin’in ordusuna karşı yaptığı Medine Müdafaası büyük takdir topladı. 2 yıl 7 ay süren Medine Müdafaası sonrası ‘Medine Müdâfii’, ‘Türk Kaplanı’, ‘Çöl Kaplanı’, ‘Medine Kahramanı’ lakaplarıyla anıldı. Biz de Medine Müdafaası’nın 100. yılında Fahreddin Paşa’nın torunu Zeki Türkkan’dan, dedesini dinledik. Türkkan, padişahın fermanına rağmen Medine’yi terk etmeyen Fahreddin Paşa’nın bu davranışıyla tüm İslam aleminin saygısını kazandığını söylüyor ve ekliyor: “Aç, susuz ve çekirge yiyerek aylarca kutsal şehri korumayı sürdürdü. Sonuna kadar direndi. İngilizler’in İstanbul’da olacaklardan sorumlu değiliz sözünün ardından savunmayı sonlandırdı.”
Medine-i Münevvere, Osmanlı’nın kontrolünden 19 Ocak 1918 itibarıyla çıkıyor. İslam dininin üç kutsal şehrinden önce Mekke, ardından Kudüs düşüyor. Medine sonuna kadar dayanıyor. Mondros mütarekerisi sonrası askerlerimizin teslim olmayacağını gösteriyor. Osmanlı teslim olmuş olsa bile bu topraklarda yeniden bir kıvılcımın öncüsü oluyor. Bu savunma Milli Mücadeleye ilham kaynağı olmuştur.
Onun, Harem-i Şerif’in minberinden şu sözlerini hatırlatmak isterim. “Ey Nas! Malumunuz olsun ki kahraman askerlerim bütün İslam’ın sırtını dayadığı yer, manevi gücünün desteği, Hilafetin göz bebeği olan Medine’yi son fişengine, son damla kanına ve son nefesine dek muhafazaya ve müdafaaya memurdur. Buna Müslümanca, askerce azmetmiştir. Bu asker Medine’nin enkazı ve nihayet Ravza-ı Mutahhara’nın yeşil türbesi altında kan ve ateşten dokunmuş bir kefenle gömülmedikçe, Medine-i Münevvere kalesinin burçlarından ve nihayet Mescid-i Saadet minareleriyle yeşil kubbesinden al sancağı alınmayacaktır!”
Fahreddin Paşa dindar, devletine bağlı bir asker. Aynı zamanda insaniyeti elden bırakmıyor. Medine kuşatma altında iken sivil halk kentin dışına çıkarılıyor. Yiyecek, cephane ve benzer bir şey lazım olduğunda ihtiyaç duydukları malzemeleri alıp tekrar yerine koymak için kayıt altına alıyorlar. Şehrin yağmalanmasına asla izin vermiyor. Belki askeri bakımdan çok önemli olmasa da İslam alemi için hayati bir müdafaayı gerçekleştirdi. Kendisine emanet edilmiş Peygamber Efendimiz’in kabri var. Savaşmadan teslim etmesi mümkün değil.
Evet. Kutsal emanetlerin İstanbul’a gelmemesi gibi bir şey sözkonusu olamaz. Kutsal emanetler Osmanlı Devleti’ne ait. Fahreddin Paşa, Osmanlı’ya ait eserleri yine Osmanlı’ya göndermiş oldu.
HALİFE DEMEDEN GİTMEM
Mondros mütarekesinin imzalanmasının ardından Osmanlı artık teslim olmuş ve bütün cepheler bir bir kapanıyor. Önce bir telgraf gönderiyorlar. Ancak telgraf hatlarını kestirerek kendisine ulaşmasını engelliyor. Böyle bir emir almak istemiyor. Sonra bir Türk subayı İngiliz uçağıyla geliyor ve teslim olması emrini getiriyor. Onu da kabul etmiyor, ben Halife’nin fermanı olmadan Medine’yi teslim etmem diyor.
Adliye Nazırı Haydar Molla bizzat padişahın emrini ulaştırıyor. “Bir halife böyle bir şey imzalamaz ve bunu kabul etmiyorum” şeklinde yanıt veriyor. Çünkü o sıralar İstanbul işgal altında.
İngilizler Fahreddin Paşa’ya Medine’yi teslim etmesi için bir mektup gönderirler ve “Türkler yenildiler ve Şam ele geçirildi. Teslim olmadığınız takdirde bundan sonra akacak kanların sorumluluğu yalnız size ait olacaktır” ifadelerini kullanırlar. Paşa onlara şöyle cevap yazıyor: “Ben Osmanlıyım, Muhammed ümmetiyim ve bir askerim. Şehri teslim edemem” İngilizler de Medine teslim olmazsa İstanbul’da olacaklaran biz sorumlu olmayız şeklinde tehdit ediyorlar.
BEDEVİLER ONA TEŞEKKÜR EDİYOR
Osmanlı yönetimi, Araplar ve İngilizler her yerden baskı var. En önemlisi emrindeki 6 bin askeri düşünür. Artık kaçınılmaz sona geldiğini anladığında kendini Mescid-i Nebevi’ye kapatır. Hem askerlerini hem de İstanbul’un işgali ona geri adım attırır.
Evet. Fahreddin Paşa ile tanıştığında henüz kral değildir. Paşa ile beraberken iki bedevi ile karşılaştıkları anı şöyle anlatır: “Bedeviler, Fahreddin Paşa’yı tanıyınca elini sıkmak istediler ve sen bizi aylarca Medine’ye sokmayan kahraman ve cesur adamsın dediler. Paşa bana dönüp, ‘Benimle hiçbir alakası olmayan ve benden hiç menfaat beklemeyen şu iki adamın söyledikleri aldığım en büyük ödüldür. Çünkü sözleri tamamen gerçektir ve bu şerefe bana aittir.’ demişti ve gözleri dolmuştu.”
Evet. Arşivlerde mektuplar ve yazışmalar var. Şerif Ali Haydar Paşa bu kişi Şerif Hüseyin’den sonra kısa bir süre Mekke Emiri oluyor. Fahreddin Paşa’nın Medine’de çok uzun kalmamasına içerliyor. Bu savunmayı beraber yapmalıydık diyor. Halife’den teslim ol yazısı gelmesine rağmen Araplarla yazışmalara devam ediyor. Şammar aşireti reisi İbnürreşid Osmanlı’ya sonuna kadar sadık kalıyor ve bedelini hayatıyla ödüyor.
1919 yılının başı Medine’den Mısır’a gönderiliyor. Bir süre Kahire’de kalıyor ve ondan sonra Malta’da üç yıl süren esir hayatı başlıyor. Hem Mısır’da hem de Malta’da üniformasını çıkarmıyor. Kahire sokaklarında dolaşırken halk çoşkuyla “Yaşa Paşa” diye bağırıyorlar. Bunun üzerine İngilizler üniformasını çıkartmasını istiyorlar ama asla kabul etmiyor.
Eşiyle mektuplaşıyor. Çocuklarına kartpostallar gönderiyor. O esir iken İstanbul işgal altında, ailesi de zor günler geçiriyor. Malta’dan dönüşte İstanbul’a gelemiyor. Medine’de iken padişahın fermanını dinlemediği için hakkında idam kararı var. Roma, Berlin, Moskova, Bakü üzerinden Batum’a oradan da Anadolu’ya geliyor. Çocukları ve eşi Anadolu’ya onu görmeye geliyorlar.
Asker olduğu için evde çok bulunmazdı. Dedemin Malta dönüşü ve sonraki süreçte birazcık gözardı edilmesi sözkonusu, bunu yadsıyamayız. İki oğlu da onunla ilgili konuşmaktan imtina ederlerdi.
Kurtuluş Savaşı’na kısmen katılıyor ama sonra 1922 yılında Afganistan’a yollanıyor. Mustafa Kemal Atatürk, Fahreddin Paşa’nın İslam dünyasında takdir edildiğini biliyordu. Bu nedenle onu Afganistan ve Hindistan bölgesine yolluyor. Milli Mücadele için maddi ve manevi destek sağlıyor. Hatta o dönem gezdiği bölgelerden 5 milyon sterlin gibi bir para topladığı rivayet ediliyor. Bu konuda bir belge yok. Vaaz ettiği camilerde küçük bir kese içerisinde Hz. Muhammed’in kabrinden toprak hediye ediyor. Herkesin gönlünü kazanıyor. İslam dünyasındaki tanınırlığını milli mücadele için kullanmaya ve ülkesi için çalışmaya devam ediyor.
Afgan kralı Amanullah Han Türkiye’ye geliyor. Atatürk’ün batılılaşma çabalarını takdir ettiğini ifade ediyor. Fahredin Paşa’nın hilafetin kaldırılmasına karşı olduğunu deklare ediyor. Fahreddin Paşa’yı Kabil’deki görevinden alıp Tahran’a tayin etmeyi düşünüyorlar. Paşa bu haberi alınca görevinden istifa ediyor. 1926 yılında İstanbul’a dönüyor. İttihatçı temizliğinin yapıldığı bir dönem. Onun İttahatçı olduğuna dair net bir bilgi yok ama yakınlığı var. Üst düzey bir asker, hep asker olarak savaşmış. Siyasi yönetimde bulunmamış. Döndükten sonra üç yıl hiçbir görev verilmiyor ve evindeki eşyaları satıp geçiniyor. Mareşal Fevzi Çakmak ve Kazım Karabekir’in araya girmesiyle askeri divanda çalışmaya başlıyor.
Hayır. Hiçbir şekilde eylemden geri kalmadan 1948 Kasım ayında Ankara’ya bir askeri divan toplantısına giderken trende kalp krizi geçirip vefat ediyor.
Evet. En önemli görevi Medine Müdafaası’nda ne kadar güçlü bir komutan olduğunu tüm dünyaya gösterdi. Batılının Osmanlı toplumu için biçtiği gömleği giymeyi reddeden ilk adam. Bu çok güçlü bir inançla olabilir. Diğer yandan askeri ve kültürel birikimi var. Düşmanları bile ona saygı duymuşlar. Bedeviler arasında hala bir at ürktüğü zaman, “Ne oldu Fahreddin’i mi gördün” diye bir deyim var. Dedem 100 yıl sonra bile anılıyor ve hep hatırlanacak.
Mehmetçik tabirini o söyledi
Medine’yi savunurken askerlerin hepsiyle tek tek ilgilenir. Subaylarından neferine kadar, hepsini kendi evladı gibi görür. Mehmetçik tabirini askeri litaratüre kazandıran kişidir. Medine’deki yazışmalarından birinde Mehmetçik tabirini kullanır. O sıralarda Genelkurmay Başkanı olan Enver Paşa böyle laubali sözleri resmi yazışmalarda kullanmayın diye cevap yazar. Resmi prosedürde küçümseme gibi algılanır. Halbuki o evladı gibi gördüğü için Mehmetçik ifadesini sevgisinin bir göstergesi olarak kullanır.
Fotoğraf makinesini elinden bırakmadı
Onun hayatına fotoğraf beş yaşındayken giriyor. O tarihten vefatına kadar fotoğraf makinesi elinden düşmüyor. Kayıtlara böyle geçmiyor ama onun için ilk Müslüman fotoğrafçı diyebiliriz. 17 yaşında ilk makinesi alıyor. Bu yıllarda Bogos Tarkulyan’dan dersler alıyor. Kendisinden kalan arşivlerden en zor şartlarda bile fotoğraf makinesini elinden bırakmadığı görülür. Medine’nin havadan ilk fotoğrafını çekenlerden biri kendisi. 1917 yılında çekiyor bu fotoğrafı.