Fast fashion yani hızlı moda, en son moda ürünlerin müşteriyle en hızlı zamanda, uygun fiyat ile buluşması anlamına geliyor. Her ne kadar bu kavram günümüze ait gibi görünse de aslında başlangıcı çok eskilere dayanıyor. 1980 yılında ABD’de ortaya çıkan bu akım, 1990’lar ile 21. yüzyılın başında tüm dünyaya yayıldı. Hızlı moda pazarındaki tüketici kitlesi de bu pazarda sürekli değişimin olması ve sık sık yeni ürünlerin bulunmasıyla giderek büyüdü. Gerçek anlamda moda pazarının “süpermarket” dilimi olarak kabul edilen hızlı moda akımının doğasını en iyi ifade eden cümle “üretilen kıyafetleri akıllıca ve hızlıca nakit paraya çevirmek için yarışmak” diyebiliriz. Diğer yandan daha uygun fiyatlar, ucuz işgücü olan ülkelerde düşük maliyetlerle üretimi gerektiriyor. Bu durum uygun fiyatlar anlamına gelse de daha fazla satış yapmayı zorunlu kılıyor. Tüketicileri tekrar tekrar mağazalara çekebilmek için trendlerin değişim hızı ve sunulan yeni koleksiyonlar da artıyor. Eskiden aylar süren tasarım ve üretim süreçleri, tedarik zincirlerinin artmasına rağmen artık sadece birkaç hafta sürüyor. Her hafta yeni ürünlerin piyasaya çıktığı, yılda yaklaşık 20 yeni koleksiyon tanıtımının yapıldığı bir sektörden bahsediyoruz. İnanılmaz baş döndürücü hızda bir üretim ve aynı oranda bir tüketim sözkonusu. Böylece fast fashion bugün ucuz, düşük kaliteli, birkaç kez kullanılıp atılabilir kıyafetlerle özdeşleştiriliyor.
DÜNYAYI KİRLETEN İKİNCİ BÜYÜK SEKTÖR
Bu hızla büyüyen sektör beraberinde bir dizi sorunu da getiriyor. Tekstil dünyayı en çok kirleten sektörlerde petrol endüstrisinden sonra ikinci sırada yer alıyor. Hammaddesi, üretim aşaması, tüketiciye ulaştırılması, kullanılması ve sonrası. Bu süreçlerin her biri çevreye büyük zararlar veriyor. Canlı renkler, baskılar ve kumaş kaplamalar moda kıyafetlerini çekici kılan ürünlerin çoğu ise zehirli kimyasallar içeriyor. Üstelik bu üretim şeklini merdiven altı tekstil atölyeleri değil, dünyaca ünlü markalar da tercih ediyor. Burada birçok malzemeyi ele alabiliriz. Bunlar arasından son dönemlerde popüler olan polyster kumaşın verdiği zararları sizin için özetleyelim. Polyester içeren çamaşırlar ev tipi çamaşır makinelerinde yıkandıklarında mikrofiberler bırakıyorlar. Bunlar kanalizasyon ve atık su arıtma tesislerinden su yollarına kolayca geçebiliyor. Biyolojik olarak bozulmadıkları için sudaki yaşam için ciddi bir tehdit oluşturuyorlar. Deniz ve okyanuslardaki küçük canlılar mikrofiberleri yiyorlar. Daha sonra balıklara geçen bu kimyasallar soframıza kadar geliyor.
YILDA 100 MİLYAR ADET KIYAFET SATILIYOR
Tüm dünyada bir yıl içerisinde yaklaşık 100 milyar adetin üzerinde kıyafet satılıyor. Gelişmiş ülkelerdeki gardıroplar tıkabasa dolmuş durumda. Daha fazla ürün satmak isteyen perakendeciler tüketiciler için sürekli yeni bir cazibeye sahip olmalı ve onları yeni kıyafetler almaya ikna etmeli. Günümüzde insanlar giysilerinizi terziye götürüp onarmak yerine yenilerini almak daha ucuza geldiği için soluğu alışveriş merkezlerinde alıyor. Tüm bunların sonucu olarak da hızla büyüyen bir tekstil atığı sorunu ortaya çıkıyor. Yılda 12 milyon ton ABD’den, 6 milyon ton Avrupa’dan tekstil atığı çıkıyor. Peki bu atıklar nereye gidiyor? Zararlı kimyasallar içeren bu atıkları gelişmiş ülkeler kendi sınırları içerisinde tutmuyor. Sadece bir kısımı geri dönüşüme gidiyor ve geriye kalanlar Afrika ve Asya ülkelerine bağış kisvesi altında gönderiliyor.
ÖLÜ BEYAZLARIN KIYAFETLERİ
Uzun yıllardır Tanzanya, Burundi, Kenya, Ruanda, Güney Sudan ve Uganda gibi ülkelere Kuzey Amerika ve Avrupa’daki hayır kurumlarından ikinci el kıyafetler gönderiliyor. Bu hayır kurumları, vatandaşlarını giysilerini bağışlamanın “ihtiyaç sahiplerine yardım etmek” için etkili bir yol olduğuna inandırma yolu seçiyor. Aslında işin iç yüzü hiç öyle değil. Bu ikinci el giysiler Nijerya ve Mozambik’te ölü beyazların kıyafetleri ve felaketin kıyafeti olarak adlandırılıyor. Halk bu durumdan oldukça rahatsız. İkinci el kıyafetler Afrika ülkelerine iki açıdan büyük zarar veriyor. Birincisi doğada çözünmeyen ve etkin kimyasallar içeren atık tekstil ürünleri insan sağlığına ve çevreye büyük zarar veriyor. Diğer zararı ise ekonomiye vurduğu darbe. İkinci el kıyafetler, Afrika’daki yerel pazar tezgahlarını domine ediyor. Afrika pazarlarındaki satıcılar için bu kıyafetlerin değişken kalitesi riskli bir geçim kaynağı oluyor. Kullanılmış kıyafetlerin çoğunluğunun bir yandan kötü durumda olması, diğer yandan yerel moda ve vücut şekillerine uymaması satıcılar için soruna yol açıyor. İkinci el giysilerin sadece ekonomik değil sosyal ve kültürel etkileri de var. Örneğin Zimbabve bağışlanan ve eskimiş iç çamaşırlarını insan onuruna hakaret olarak gördüğü için satışını yasakladı. Tüm bu sebeplerden dolayı Doğu Afrika Topluluğu ülkeleri ikinci el ithalatlara yönelik yasaklama getirmeyi planlıyor. 2019’da yürürlüğe girmesi planlanan bu yasaya karşı Amerika ve Avrupa ülkelerinin yeni öneriler hazırladığı ve yasanın geçmesini engellemeyi planladıkları haberleri ise Afrika basınında geniş yer tutuyor. Yaklaşık 3,7 milyar dolar civarındaki ikinci el kıyafet endüstrisini yasaklamaları şimdilik pek mümkün gözükmüyor.
EKOLOJİK MODAYA YÖNELİM AZ
Moda sektöründe sürdürülebilirlik kavramının yerleşmesi için modacıların, imalatçıların, piyasanın ve tüketicilerin davranışlarını değiştirmesi gerekiyor. Günümüzde çözüm önerileri arasında; yeşil moda, etik moda, sürdürülebilir moda, ekolojik moda gibi öneriler sunuluyor. Birleşmiş Milletler, çevreye zarar vermeyen organik ve geri dönüşümlü pamuk kullanılması, eko markalı materyaller kullanılarak ürün kullanımlarının ömrünün uzatılması konusunda kampanyalar yürütüyor. Peki devleşen tekstil sektörünün önde gelen ülkeleri arasında yer alan Türkiye’de durum ne? Tekstil atıkları alanında yaptığı çalışmalarla adından söz ettiren Bursa Teknik Üniversitesi Doğa Bilimleri Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof.Dr. Şule Altun, bize bu konuda çok aydınlatıcı bilgiler verdi. Türkiye’de üretim atıklarının önemli bir bölümü geri kazanıldığına vurgu yapan Altun, bu alanda daha gidecek yolumuz olduğuna dikkat çekiyor. Modacı Ezra Çetin, dünyada dönüşüm olmak zorunda derken çevreci yönüyle adından söz ettiren Prof.Dr.Orhan Kural, az tüketmeyi öğrenirsek sorun çözülür diyor. Tüketici Başvuru Merkezi Derneği Onursal Başkanı Aydın Ağaoğlu ise tüketiciler moda olarak markaların yönlendirdiklerini değil kendilerine yakıştırdıklarını giyerse problemin çözülebileceğini belirtiyor.
Ruanda ikinci el kıyafeti yasaklayacak
Türkiye’de tekstil atıklarının geri dönüşümü yapılıyor
Tekstil ürünleri üretiminin çevreye verdiği zararları üretim ve tüketim/kullanım aşaması olarak ikiye ayırabiliriz. Üretim aşaması sırasında en önemli çevresel etkiler yüksek su, enerji ve kimyasal tüketimi, toprak kirliliği ve emisyonlar olarak özetlenebilir. Bu aşamada özellikle dikkate alınması gereken bir diğer konu ise hammadde kullanımıdır, petrol esaslı yenilenemeyen kaynaklardan üretilen lifler kullanılan tüm liflerin yaklaşık yüzde 70’ini oluşturuyor ve üretimleri hızla artıyor. 2000 yılında 28 milyon ton olan petrol esaslı tekstil liflerinin üretimi 2016 yılında 64,8 milyon tona ulaştı. Yüksek enerji, deterjan ve su kullanımının yanısıra son dönemde özellikle çamaşır makinalarının atık suları ile doğaya ulaşan mikroplastiklerin yarattığı çevresel sorunlar kullanım fazının en önemli etkileridir. Görüldüğü gibi tekstil sektörünün çevresel etkilerinin azaltılması yalnızca üreticilerin değil, tüketicilerin de sorumluluğunda. Son dönemlerde tekstil üreticilerinin çevreye dost üretime yönelmesinin en önemli nedenlerinden biri budur. Bu tüketicilerin talepleri ve duyarlı üreticiler günümüzde, etik moda, slow fashion, tamir et-kullan gibi akımları da başlattı. Ancak henüz etki alanları oldukça dar. “Hızlı üretim” anlayışı devam ettiği sürece tekstil yalnızca çevreyi kirletmekle kalmayacak, aynı zamanda tüm dünyanın değerli hammadde ve kaynaklarını da hızla tüketecek. Türkiye’nin ise Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinden önemli bir farkı var. Bu ülkelerde tekstil/konfeksiyon üretimi oldukça düşük düzeylerde, oysa Türkiye dünyanın en önemli tekstil ve konfeksiyon üreticilerinden biri. Ancak bu ülkeler tekstilin en önemli alıcıları ve ucuz ürünlerle birlikte tüketim ve buna bağlı olarak kullanılmış tekstil atığı problemi de son yıllarda bu ülkelerde artış gösterdi. Bu konuda çok sayıda proje yürütülüyor, verimli bir şekilde ağların kurulması, atıkların toplanması çalışmaları yapılıyor, çevresel etkiler hesaplanıyor. Ancak toplanan atıkların geri kazanım oranları düşük ve şu anda kullanılmış tekstil atıkları bu ülkelerde önemli bir sorun. Türkiye’de üretim atıklarının önemli bir bölümü geri kazanılarak, yeniden hammadde/lif ve ardından iplik, kumaş, dokusuz yüzey vb. üretiminde kullanılıyor. Burada asıl sorun, kullanılamayacak kadar yıpranmış veya ihtiyaç sahibine ulaşmamış kullanılmış tekstil ürünlerinin değerlendirilememesi. Çevresel etkilerinin yanısıra bu ürünlerin değerlendirilmemesinin ekonomik sonuçları da var. Türkiye aslında, tekstil atıklarının geri kazanımında önemli bir yere sahip. Türkiye’nin farklı illerinde geri kazanım tesisleri bulunmakla birlikte sektörün kalbi Uşak’ta atıyor. Uşak’ta günde 1200 ton tekstil atığı geri kazanılıyor. Ancak tüm Türkiye’yi kapsayacak bir toplama ağı kurulması, atıkların yurtdışında örnekleri olduğu gibi sınıflandırılarak ayrıştırılması, bir bölümünün satılması, bir bölümünün ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması ve kalan bölümünün de geri kazanım firmalarına gönderilerek yeniden tekstil üretiminde kullanılacak ürün haline getirilmesi, Türkiye’de tekstil esaslı karbon salınımını önemli ölçüde azaltacağı gibi, yeni istihdam alanları sağlayacak ve ekonomik olarak da ciddi kazançlar oluşturacaktır. Bu açıdan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından başlatılan Sıfır Atık projesini önemsiyorum ve bu projeye kullanılmış tekstil atıklarının geri kazanımı ile ilgili bir çalışmanın da dahil edilmesinin önemli katkılar sağlayacağını düşünüyorum.