- Mustafa Kutlu, yaşadığı şehirdeki temaşaya bakıp kaygılananların, komşusuyla yalnızca asansörde karşılaşan site sakinlerinin, karşıdan gelen insan dolandırıcıdır korkusuyla yürüdüğü kaldırımı değiştirenlerin, gördüğü yaşlı insanların hikayelerini dinlemek yerine kameraya alanların bilmedikleri bir evi anlatır.
- Mustafa Kutlu eserlerinde, evine sımsıkı sarılmanın kimliğini korumak ile eş anlamlı olduğunu gösterir. Zaten evini kaybetmenin ne olduğunu anasından sürekli dinleyen bir insandan da başka türlü hikayeler beklenemez elbet.
muhakkak ki ‘Ev’ kavramı yaşanılan mekanı değil de daha çok yuvayı tanımlıyordu.
Yazarın doğumundan 6 yıl evvel baştan inşa edilen bir şehir ve tüm bu yorgunlukların arasında ayakta kalmaya çalışan bir halk.
Bugün sokağa çıktığında; yaşanılan acıları, seferberlikleri, yoklukları hiç bilmeyen ‘Amca evde kal’ deyip kahkahalarla yaşlı insanların videosunu çeken bir güruhla karşılaşsaydı ne hissederdi acaba? Olanca şımarıklığıyla ‘Ya biz nasıl bir kuşağız ya bir virüs görmemiştik o da oldu’ diyenlere acı bir tebessümle bakıyor mudur bilinmez ama bugünlerin hikayesini de yine en iyi o anlatır.
Türk hikayeciliğine yapı taşı birçok eser kazandıran Kutlu’nun hikayelerinde, İsmet Özel’in ‘şehrin insanı, kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin...’ diye bahsettiği tipolojiyi pek görmeyiz. Karakterleri; doğduğu taşra ile bağlantısını Uzak filmindeki Mahmut’un kompleksleriyle kurmaz aksine yuvasına geleneğin kadim yurtları olarak sarılırlar.
Bugün şehrin insanı eline bir Kutlu hikayesi alıp o dünyaya daldığında eve dönmenin de şarkıya dönmenin de ne anlama geldiğini daha iyi anlayabilir. Şairin ‘Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön! ‘ derken ne demek istediğini de idrak edebilir.