|

Mutallaka

00:00 - 9/04/2012 Pazartesi
Güncelleme: 02:20 - 9/04/2012 Pazartesi
Yeni Şafak
Mutallaka
Mutallaka
Hüseyin Rahmi Gürpınar

Birkaç mektuptan müterekkib şu hikâyeciği teehhülümden sonra doğacak kızımın kayınvalidesi olacak hanıma ithaf ediyorum. Belki bu hayalimi pek ham görenler, şu fikrimi istib'ad edenler bulunur. Onlara verecek cevabım şudur: kaynana gelin hırıltısı, macera-yı hicran gibi bitmez tükenmez dırıltılardandır. Ben bu davayı ta çocukluğumda dinlerdim. Elan işitiyorum. Ömrüm varsa ihtiyarlığımda da kulaklarımın bundan azade kalmayacağına hiç şüphe etmem. Şimdi mesele benim teehhülümde, ba'de doğacak çocuğun kız olmasında mı kaldı? Bundan ibaretse bu hiçbir şey değil, işin bu ciheti kanun-ı hayata taalluk eder bir meseledir. Bütün âlemin her gün teehhül ettiği, bazılarının kız çocukları da olduğu görülüyor. Bu hale istiğrap etmek kimsenin aklına gelmiyor da benim şu tasavvuruma mı şaşılacak?

Bu cevabım savab görüldüyse şunu da arz edeyim ki bu romanda galebeyi gelin hanıma kazandırdığımdan dolayı kızımın kaynanası bana gücenir, bundan mütevellit öcünü de kızımdan çıkarmaya kalkışırsa şu hareketiyle kaynanalığını pek nâ-be-mahal izhar etmiş, binaenaleyh bu muharrir-i acize büsbütün hak kazandırmış olur.

Hüseyin Rahmi


Akile Hanım'dan Zevç-i Sabıkına Mektup

Fi 25 Kanunuevvel 13..

Beyim,

Birbirimizden iftirak edeli tamam bugün altı ay oluyor. Bu ayrılık eyyamında çektiğim ıstıraptan kalemle tasvir lazım gelse bedbahtı içinde bir ömr-i kâmil geçirenlerin hali benim bu altı ay zarfında duçar olduğum eza ve cefa yanında adeta bir saadet gibi kalır. Hele iki ay var ki gece uykuları gözlerime büsbütün haram oldu. Aylar geçtikçe suziş-i derunum sükûnet yerine büyün bütün şiddet buluyor. Bir zamanlar, "Ah, meleğim, güzelim," diye perestiş eylediğin "Akile"ni şimdi görsen belki bir canlı cenaze zanneder de korkarsın. Belki de biraz merhamet edersin.

Beyim, emin ol ki sensiz yaşayamayacağım. Bu ateş-i iftirak beni öldürecek. Söyle! Ölürsem bana acırsın değil mi? Ah... Acıyacağını bilsem, benim için bir damla gözyaşı dökeceğinden emin olsam öldüğüme gam yemem. Lakin heyhat! Hiç ummuyorum. Pek taş yürekliymişsin. Cenab-ı halik ekseriya en katı yürekleri, en nermin, en güzel vücutlara veriyor.

Vefasız... Beni bıraktığın günü tahattur ediyorsun ya? Ah, ömrümün en kara günü olan o ruz-ı meşumu ben hiç unutamıyorum... Biliyorsun ya? Orta odada, kapının önünde kemal-i hiddetle bana boş ol dediğin zaman... Ah! Bir kadını bütün muhabbetinde, tekmil iradâtından, saadetinden olanca amalinden bir saniye içinde tecrübe eden o müthiş cümle ağzından çıktığı vakit ben oraya düşüp bayılıvermiştim. Beni bir bohça gibi yerimden kaldırıp aşağıya indirmişlerdi. “Mail”ciğim, emin ol ki o bî-hoşîden hâlâ uyanamadım.

Sensiz geçen bütün ömrüm medid bir baygınlık halinde geçiyor. Bütün günlerim leyale tahvil etti. Çünkü her gece rüyamda seni görüyorum. Rüyet-i didarında mehcur olduğum günler mihr-i âlem-ara ile ne mertebe dırahşan olsa elbette seni gördüğüm geceler kadar gönlüme safa-bahş-ı envar olamaz.

O günü o baygınlıktan biraz aklımı başıma topladığım zaman bir de etrafıma baktım ki ne göreyim? Bütün evin hizmetçileri birikmiş, harıl harıl eşyalarımı toplayıp bağlıyorlar. İki gözümün yaşı dereler gibi revan olduğu halde, "Bana merhamet ediniz. Hizmetçi bile olsa böyle yarım saat içinde evden kovulmaz. Ben bu eve düğünle dernekle geldim. Biraz evvel ben bu hanenin geliniydim. Küçükhanımıydım. Şimdi böyle rezaletle beni nasıl dışarı atarsınız? Allah aşkına, bana beyimi çağırınız, iki lakırdı söyleyeceğim," dedim.

Valideniz hanım şimdiye kadar kendisinde hiç o derecesini görmediğim bir ubuset çehreyle karşıma çıkıp sol elini de şöyle bir tavr-ı muzafferâneyle kalçasına dayayarak, "Ah, ah... Elin erkeğine 'beyim' demeye utanmıyor musunuz? Seni bıraktığı dakikadan itibaren o senin için el oldu... Daha dün kendisine kürek kürek pay veriyordun. Bugün kıymeti mi arttı? Elin adamına, sana yabancı olan bir erkeğe ne söyleyecekmişin bakalım? Bana söyle... Anasına söyle..." deyince o güne kadar kayınvalideme karşı muhafazasına tahammülün son derecesinde itina gösterdiğim hiss-i hürmetim çâk oluverdi.

Kadının o dürüştî siması altında fikir fikir pür neşe bir sevinç kaynadığını da apaşikâre görüyordum. Ben de hemen yerimden fırlayıp aynı vaziyet-i muhakkirâneyi alarak, "Oğlunuz, benim için şu saatte bir el adamı olduysa siz de bana şu anda bir el karısından başka bir şey değilsiniz. Canım hangi erkekle isterse onunla görüşürüm. Siz ne karışıyorsunuz?" dedim. Bunun üzerine beynimizde şöyle bir muhavere başladı:

Validen: "Benim evimde öyle şey olmaz. Ben karşımda nikâhsız bir erkekle bir kadını görüştüremem. Bunu iyi dinle, artık benim oğlum senin için yabancı oldu."

Ben: "Dört sene aynı yastığı baş koyduğum bir erkek benimle bir anda nasıl yabancı oluvermiş bakalım? Ara yerde tosun gibi evladımız var."

Validen: "Kız sen talakın hükmüne karşı mı geliyorsun?"

Ben: "Hâşâ! Ben sizden nasıl bir sözle boş oldumsa yine öyle bir sözle karin olmaya şeriatın müsaadesi yok mu?"

Validen: "Oh kuzum! Eski camlar bardak oldu. Sen oğlumun başında bir belaydın, artık senden kurtulduk. Nikâhını, nafakanı talebinden başka bize söz söylemeye hakkın yoktur."

"İşte sen ne söylersen söyle... Ben oğluna yine varacağım, yine varacağım..."

"Haydi oradan! Bundan sonra sen onu rüyanda bile göremezsin. Senin gibi doğurmuş dokumuş karıyı oğlum ne yapsın? Ben ona tazeden taze, telli duvaklı, levent gibi huri gibi bir kız alacağım."

"Doğurmak kabahatse sen oğlunu niçin doğurdun? Bu eve geldiğim zaman benim de başım duvaklıydı. Hem beni nasıl yalvara yakara aldığınızı biliyorsun ya... Sende bu çene varken daha benim gibi çok kızların duvağındaki kutsiyeti mahvedersin. Huri gibi bir kız alacakmış. Huri senin gibi ifritle nasıl geçinir? Evladımı getirin, göreyim... Bedri'm nerede?"

"Sanki beni çocukla korkutacak! Evladını başına çal... Benim oğlumda çocuk çooook... Şunun çocuğunu bulun, getirin."

"İnşallah bu sefer bir kısır karıya düşersiniz. Allah sana Bedri'den başka torun yüzü göstermez!"

"Allah oğluma ömürler versin. Görmediğim torun yüzü olsun."

"Hanım, bu kadar böbürlenme. Ev bark yıkımına sevinmek iyi değildir."

Evet beyim, bu kabahatimi itiraf ederim. O günü validenizle en kenar mahalle karılarına rahmet okutacak işte böyle bir kavga ettik. Aman, validenizin o günkü hali hiç gözümün önünden gitmiyor. O sinirli, romatizmalı, o sızılı kadın o günü kemal-i neşesinden kelebek gibi havada uçuyor, sandıklarımı, eşyalarımı büyük sofaya yığmak işinde evdeki hizmetçilere meydan vermiyordu.

Valideniz aleyhinde bu kadar ıtlak-ı lisan eylediğim için tekrar afifinizi temenni ederim. Bana ettiği sû-i muameleleri tariften kal ve kalem istihya eder. Ne yapayım? Yüreğimde bu kadar hicranları varken bugün namını hürmetle yâd etmek elimden gelmiyor.

Ben bilirdim ya! O matuhenin yerinden kalkmayışı hastalığından değildi. Hep sania, düzenbazlık eseriydi. Canı istediği zamanlar tokmak gibi güm güm basarak benden iyi koşardı. Evin içinde üç dört hizmetçi varken bir su istemek için ta üst kattan beni çağırırdı. Su bardağını eline verdiğim zaman hain hain yüzüme bakar, mutlak kinayeli, acı bir söz söylerdi. Ekseri zaman derdi ki:

"O, maşallah, gelinim bugün yine güzellenmişsin... Yüzün gözün parıl parıl yanıyor. Oğluma acımazsan bari kendi canına acı... Bu kadar temizlik iyi değildir. Havalar soğuk, hastalanacaksın!"

Bir gün özenip de yeni bir entari giymeye, başımı bağlamaya haddim yoktu. Hemen o ak gözlerini üzerime devirerek, "Oğlum kaça almış onun arşınını? Kumaşı zarif ama çehreni hiç açmamış. Şimdiki tazelerde renk yok ki... Hırçınlıktan et, can bağlamıyorlar ki... Hey gidi günler hey... Vaktiyle biz de tazelik gördük. Allah bana bir cemal vermişti ki her gören kaşıma gözüme vurulurdu. Mail'imin kaşı gözü biraz benim gençliğime andırır da işte onun için kendisi sevimlidir. Hem biz düzgün nedir, rastık nedir, ömrümüzde böyle şeyler bilmezdik. Şimdiki tazelerin dolapları düzgün şişeleri, pudra kutularıyla dolu... Aynanın önünden çekilmiyorlar. Benim güzelliğim dillere destan olduğu halde benliğime lanet... Bir gün aynanın önüne geçip de nefsime karşı gurur getirmedim... Hâlâ beni görenler, 'Cami yıkılmışsa mihrap yerinde duruyor' diyorlar. Haydi kızım gezin, evin içinde telli bebek gizi dolaş bakalım. Pencerenin önünde otur da kocanı [bekle]... Zati başka ne işin var?" derdi.

Elime bir kitap alıp okumaya korkardım. Hemen başıma biterdi. Bana olan her hitabetinde yüzünde dolaşan o acı, o müstehziyâne tebessümle, "Yine nedir o? Kitap mı okuyorsun? Bir kere şu odanın haline bak... Hiç kadın odasına benziyor mu? Gören kıraathane zannedecek... İstanbul'da ne kadar kitap, gazete çıkarsa hepsi burada... Bizim zamanımızdaki kızların tezgâhı, çıkrığı vardı. Şimdikilerin kütüphanesi, hokkası, kalemi var... Biz bez dokurduk. Siz roman okuyorsunuz. Yazıda kocanızın bile yanlışını çıkarıyorsunuz. Geçen gece neydi o? Kocanla bir şey iddia ediyordunuz. Bir kelimenin imlası için sen şöyle yazılır diyordun, kocan da hayır, böyle yazılır, diyordu. Nihayet iki liralık bir hediyesine bahse giriştiniz. Sonra lügat mıdır nedir, işte o kitabı açıp baktınız da sen haklı çıktın... Kızım, işte o gece ben senin fenalığından korktum. Yazıda bu kadar usta olduktan sonra kocaya niye vardın? Bir kaleme girmeliydin. Ah, seni almazdan evvel eşim dostum bana söylemişlerdi ya... Hanım, oğluna sakın okuryazar kız alma... Sonra sizin hepinizi parmak üstünde oynatır, diye bana nasihat etmişlerdi. Nasılsa o zaman basiretim bağlandı da onların sözlerini dinlemedim. Dedikleri oldu ya! Aynı ayrıma çıktı. Oğluma ne efsun okutursun bilmem... Sen bu eve geleli zavallının dili, ağzı bağlandı," yolunda bin türlü zehrin yavelerde bulunurdu.

Siz bazı akşam yemeğe gelmez, gece de biraz geççe avdet ederdiniz. Öyle geç kaldığınız akşamlar kaynanamın sefasından, ferhanından yanaklarında güller açılırdı. Geciktiğmizden dolayı bende biraz teessür-i hüzün eseri görse o dişsiz, buruşuk ağzına hiç yaraşmayan kahkahaların binini bir paraya salıvererek:

"Küçükhanım, ne oluyorsunuz? Yine kaşların çatıldı. Kocanın iki saat gecikmesi canını mı sıktı? Oğlumu sana vakfullah diye vermediler ya! Erkektir, canının istediği yerde elbette gezer, yürür, eğlenir. Belki bir güzel kadın görmüştür de canı çekip oraya gitmiştir. Varsın gezsin, zevk etsin. Bir çiçekle yaz edecek değil ya! Dünyada karısının üzerine gül koklamadık erkek bulunur mu? Haydi kalk gezin, karşımda öyle somurtma... Oğlum cep saati değil ki gece gündüz koynundan ayrılmasın... Onun sana geceleri döktüğü dillere mi bakıyorsun? Vah, hepsi yalan... Eğer erkekler karılarını aldatmanın yolunu bilmeyeydiler dünyada verem olmadık kadın kalmazdı. Böyle hakikatleri benim gibi kocakarılardan öğrenecek değilsin ya... Sen okumuş yazmış, arif, zarif hanımsın... Bunları benden âlâ bilirsin. Ya üstüne evlenirse ne yapacaksın? Allah'ın emri dörde kadar. Hamdolsun, dört değil on karıyı besleyecek kudretimiz var. Oğlum küçükken ben onun falına baktırdım, bir nikâhla durmayacağını söylediler. Kendisine gebeyken rüyasını da görmüştüm. Karnımın üzerine ay doğmuştu. Tabir ettirdim. Oğlun büyük bir yerden kız alacak dediler."

Ah, her biri yüreğime onulmaz yaralar açan hançerler kadar müessir olan bu sözlere karşı ben daima sabır ve tahammül gösterdim. Bu sabır ve sükûnetimin mükâfatını bana bu suretle iade ettiniz.

Bedri'm, evladım daha küçükken beşiğine yatırıp da uyutmak için ninni söylediğim zamanlar kaynanam oda kapısının önüne gelir, tahammül olunmaz bir nazarı tezyifle masuma doğru bakarak:

"Çocuğu öyle gevrek ninnilerle uyuta uyuta büyütün bakalım. Sonra sana bir hayrı olur mu? A zavallı! Kendine evlat değil el kızlarına koca büyütüyorsun. Erkek evlat değil mi? Anasına yâr olur zannetme. Ömrü varsa sen de kaynana olduğun vakit anlarsın. Gelin derdi nasıl olduğunu o zaman öğrenirsin. Ben de Mail'imi tabii ki böyle büyüttüm. Sabahlara kadar gözlerime uyku girmezdi. Şimdi hakkımı biliyor mu? Ne gezer! Ben türlü hastalıklarla inim inim inlediğim geceler tepemdeki odada sizin cümbüşünüzden durulmuyor. Ölsem kapımı açıp da, 'Nedir halin?' diyen yok..."

Beyim bilmem ki... O acı dillerin hangisini ta'dad edeyim... Kayınvalidemin bana ettiği hicranlar büyükse emin ol Mail'ciğim ki benim sana olan aşkım, muhabbetim her şeyden büyüktür. İşte bunun bir delili olmak üzere o hallere yine katlanmaya razı olduğumu hem de minnetle, sevinçle razı olduğumu söylüyorum. Tek ben sizin yine zevceniz olayım da isterlerse başımda değirmen çevirsinler... Her şeye sükût, tahammül, sabrederim, sizin elemi iftirakınız kadar dünyada beni hiçbir şey müteessir edemez. Benim için her acı ona nispetle tatlıdır. Allah bana sizden başka erkek yüzü göstermesin. Cenab-ı Bari'den gece gündüz temenniyâtım budur.

Talihin zalâm-ı leyaline terk edilmiş benim gibi bedbaht bir kadının hali ne kadar icazkâr bir kalemle tasvir edilse gönlüne bin yerde yine bin türlü vasıta-i demgüzarî bulan bir erkek, mümkün değil, bunun müedda-yı hakikisini anlayamaz zannederim. Bu halden hakkıyla müteessir olmak için o halle müteellim olmuş bulunmak icap eder.

Şeb-i yelda-yı ahzan içinde firaş-ı ıstırabıma uzandığım zamanlar piş-i nazarımdan teşahhus eden hayal-i dilfiribinize karşı döktüğüm gözyaşları, sizin bana olan muhabbet-i maziyeniz gibi nisyan-abad havaya tebahhur etmeyeydi mutlak bu katreler-den bir umman-ı yeis husule gelirdi. Bu giryelerime hande-i bî-kaydîyle mukabele edecek kadar hiss-i vefadan bigane değilsiniz zannederim. Bir peri-i emel gibi her akşam döşeğimin etrafında tair olan hayal-i ruhnevazınıza sarılmak için kollarımı açıp hezar savlet-i beyhudede bulunuyorum. Aguşumu sizden hali, gönlümü ateşle mâlî bulunca yine ağlıyorum, yalvarıyorum, yakarı-yorum. Feryat ediyorum. Hiç hakikatin istirhamı, hayalin guş-ı teessürüne girer mi?

Nihayet baygın düşüyorum. Bir nevm, bir helecana dalıyorum. Hep rüyalarım da size münhasır kalıyor. Dün hakikat olan bir şeyin bugün hayale tahavvülünde meğer ne müessir bir acılık varmış!

Resminizi karyolamın başucuna astım. Gözlerimi açınca her sabahki istirhamâtımı da hep ona hitap ediyorum. Fotoğrafınızı aldırırken ne kadar sert durmuşsunuz... Gözleriniz başka tarafa bakıyor. Nazarın nazarıma isabet etsin diye o mukavva parçasını elimde eviriyorum, çeviriyorum, mümkün değil, o gözleri gözlerime tevcih kabil olmuyor. Böyle bir iftirak gününde gönlümü nazar-ı tasvirinin isabetinden bile mahrum etmek için mi resmini çıkartırken öyle bigane baktın? Ah, artık bana bakmıyorsun. Resmin bile beni görmek istemiyor.

Altı aylık müddet-i iftirakın hatırımda zayıf düşürdüğü hutut-ı simanızdan bazılarını fotoğrafınızda buluyorum... (...)

Cariyen

Akile
12 yıl önce