|

Nergisin N’si

ARİF AY Âşık fırtınalı arayışını sevgiliye kavuşunca dindirir. Dolayısıyla sevgili sığınılan bir limandır. Aynı zamanda sevgili beklenendir. Âşığın kulağı yollardadır, tıpkı Bâkî’nin Kanunî Sultan Süleyman Mersiyesi’ndeki şu beyitte olduğu gibi: “Gül hasretinle yollara tutsun kulağını /Nergis gibi kıyamete dek çeksün intizar”

Yeni Şafak
04:00 - 15/02/2019 Cuma
Güncelleme: 11:34 - 15/02/2019 Cuma
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
LİMAN *

Sağ elinin başparmağı nergisi

Aaa! daha gemiler söylemedim ki

Yazı yaşamın bir izdüşümüdür Nuri Pakdil’de. Yazı ve yaşam aynı kapıya çıkar: Eylem. Çünkü o her cümlesiyle, her kelimesiyle, bir davranışı, bir tavrı resmeder bilincimize. Dolayısıyla cümleler de kelimeler de onun konumunun birer dayanaklarıdır. Ona özgü bu duruma dair kitaplarında yer yer açıklamalara rastlarız: “ Daha zihinde tamamlanmamış da olsa; yontulmaları süren yapıtaşlarında; yavaş yavaş işlenip, ölçülüp, biçilip yerleştirilebilir hâle geldikten sonra, artık bu cümlenin içinde var olabileceğinin sevinç belirtileri görülüvermeye başladı mı da, içtenlikle söylüyorum, adımlarımı açar, hızlanırım; oturup bu bileşimi evire çevire bir tartmalı.

Her cümlenin vebali ağırdır.” (Otel Gören Defterler 2, Yazının Epik Resmi Çekildiği Sırada, s.81-82)

Yukarıdaki beyitte olduğu gibi kimi zaman şöyleyişte boşluk, tamamlanmamış hissi veren ifadelere rastlarız Nuri Pakdil’in metinlerinde. Bu durumu iki türlü yorumlamak mümkündür. Birincisi okuru metne dahil etmek ve boşluğu doldurmada okurun hayalini harekete geçirmektir. İkincisi de yazarın tasavvur hızının, düşlem hızının karşısında dilsel verilerin yetersiz kalmasıdır. Bu boşluğu onun bilinçsel kıvraklığının eylem bağlamında bir karşılığı olarak da görebiliriz. Onun metinlerinde kelimeler, cümleler savaş meydanındaki askerler gibidir. Metinlerde insanlığa ilişkin öyle trajik durumlar sahnelenir ki okur kendini adeta bir bombardıman altında hisseder: sıkışır, gerilir, korkar, acı duyar, bunalır, sığınacak yer, insanlığa dahil olacak bir liman arayışına girer. Tam da bu noktada, imdadına yine yazar yetişir. O, yoğun, tank gibi ağır metinlerin arasına ferahlık veren alanlar yerleştirir. Birden hayatın bir başka cephesine çeker bizi. Âdeta bir anne şefkatiyle teselli eden cümleler sökün eder: “İkisi de, gözlerinden yola çıkarak, yerküreyi iki kez katedip konuşlandıkları yerde duruverince, Adam, dilini kadının kulakları üstünde gezdirdi.

Zamanda hafif bir hızlanma başladı.

Yürüdüler.

Yerkürede bugünlerde çok rüzgâr vardı.

‘Rüzgârı biraz kısalım mı?’ dedi Kadın, ağzını Adamın ağzına iyice yaklaştırarak. Adam: ‘Saçlarını düzelteyim de önce.’

Yerkürenin gizli ajanları, o esnada, y[-ık]ılan derilerini değiştiriyordu.

Ve bulutlar saçlarından uzaklaşıruzaklaşmaz Kadın, ‘Bin kayığı kıyıya çekmeden de, bakmayacağız değil mi gemilere?’ dedi Adama.

Telefonlar hiç çaldı.

Kurumuş günler satan marketlerin önünden geçtiler.” (Otel Gören Defterler1, Çarpışan Sesler, s.74)

Bir başka metinde: “ şemsiyem papatya: gül mü ellerin (karanfil demiştim çoktan) kesinleyerek olur ya her çekirdek : işte bulutlar! (getirdi selâmını; benden de sana ulaştıracaktı; gecikti mi yoksa?) Birinci durakta : durur mu hâlâ gamzen öylesine ışık saçarak : dünya yeniden dünya oldu ve dünya güldü : sen misin bu güldü’den açılan gül ve katlanan atlas? ( tabiî, güzel olur kitapların hepsi) şimdi : uçacak : dişinden bir kuş; zaten, gözlerinden : mütemadiyen kuşlar uçardı ve balıklar : renk renk : derinliğinde : kirpiklerinden öte : kulaklarına da bir gün kuş mu demiştim ne!” (Bir Yazarın Notları IV, s. 55)

Sonra birden söylemi, bir Dede Korkut söylemine dönüşerek çıkagelir metinlerin arasından:

“Sevgililerinize de

Verin bunu oğullarım

Buğday şiirle yetişti

Alınteri bağlamında” (Bir Yazarın Notları IV, s. 99)

Nuri Pakdil duyularını en yoğun biçimde çalıştıran ve kullanan bir yazar. Özellikle eller ve parmaklar metinlerinde çeşitli psikolojik hallerin ve eylemlerin ifadesinde sıkça geçer: “Şehadet parmağıyla baş parmak arasından aşağı doğru inerek ortaparmağa yaslandı.

Mümbit bir cenk gibi güneşin doğuşu.

Kağıdın üzerindeki ‘özel bölge’ler kalemin ucunda.

Ve o ânda dinç bir sevinç toplanır : vinç gibi duran serçeparmağına da takılmadan edemez.”(Otel Gören Defterler 2, Yazının Epik Resmi Çekildiği Sırada, s.16)

Sözgelimi “Sükût Sûretinde” yer alan “Gemi” başlıklı beyitinde “Yokyere akşam mı çöktü ne / Durup durup baktı eline” dizelerinde gemiyi devlet olarak düşünürsek onun batması karanlığı da beraberinde getirir, tıpkı Osmanlı Devleti’nin batışı gibi. Halk bu durum karşısında şok geçirmez de ne yapar? Derin bir şaşkınlık yaşar ve suçlu bir insan psikolojisi sergilercesine ellerine bakar.

Nuri Pakdil, “zaman”a hem aklıyla, hem kalbiyle, hem de duyularıyla hakimdir. Onu sürekli gözlemler ve ardından belirttiğimiz unsurların verileriyle yoğun biçimde irdeler ve şunu der: “ Zamanı burcu burcu koklamasını öğrendim: âşık adamın hâli başka.” (Otel Gören Defterler 3, Büyük Sorgu, s.77) Evet, aşk devreye girmeyegörsün onun binbir hâli Nuri Pakdil’de destansı tablolara dönüşür: “Boşanan bir İSTANBUL yağmurusun : saçların ne güzel akardı! bir kekik bir ışık bir kekik bir ışık... (Arap Saati, s.69)

O, bütün öfkesine, gerginliğine, gerilimine rağmen, okuruna hayatın coşkulu yanlarını da sunmayı ihmal etmeyen bir yazardır: “ Hayatın coşkusu, sevinci ve upuzun hayaller tüm dağınıklıkların arasından geçirirken de gene yüreklerimizi genişletmiyor mu?” (Otel Gören Defterler 2, Yazının Epik Resmi Çekildiği Sırada, s.87) Onda aşkın binbir görünümü vardır : Peygamber’den tabiata, şehirlere (Mekke, Medine, Kudüs, İstanbul, Maraş) kadına ve eyleme... Hepsi iç içedir: “ Gömleğimi yıkarken İstanbul serinler, çünkü her güzel kadın benim için İstanbul demektir ve her güzel kadın da görülür görülmez kalbimde yerini alır ki şimdi pencereden gelen rüzgâr o fotografın bilmem kaç bininci baskısıdır.” (Kalem Kalesi, s.49) İşte fotograflardan biri: “Bugün gökyüzünü amma da öptüm: açtım pencereyi birden, o bana koşuyor, ben ona koşuyorum.” (Otel Gören Defterler 2, Yazının Epik Resmi Çekildiği Sırada, s.16)

Yazının başına aldığımız beyitte ‘liman’, gemilerin barındıkları ve rüzgârdan emin olarak demir attıkları koy olmanın yanında, mecazî anlamda da sükûn, sükûnet bulunan, sığınılan sessiz bir mekân: sakin, sütliman bir ortam anlamına da gelir. Âşık fırtınalı arayışını sevgiliye kavuşunca dindirir. Dolayısıyla sevgili sığınılan bir limandır. Aynı zamanda sevgili beklenendir. Âşığın kulağı yollardadır, tıpkı Bâkî’nin Kanunî Sultan Süleyman Mersiyesi’ndeki şu beyitte olduğu gibi:

“Gül hasretinle yollara tutsun kulağını
Nergis gibi kıyamete dek çeksün intizar”

Sarı çiçekli, yeşil göbekli güzel bir çiçek olan nergisi, klasik edebiyatımızda şairler sevgilinin gözüne benzetmişlerdir. Bâkî ise sevgiliyi çiçek bahçesine benzetir adeta:

“Çehre gül sîne semen çeşm-i mükahhal nergis
Hat çemen gonca dehen ca’d-ı muanber sünbül

(Sevgilinin yüzü gül, sinesi yasemin, sürmeli gözü nergis, ayva tüyleri çemen, ağzı gonca ve anber kokulu, kıvırcık saçı sümbül gibidir.)

Nuri Pakdil : “Bilirsin, ‘gözlerin’ derdim, ardından da hemen kulakların gelirdi. Nehirler gelirdi, denizler gelirdi.” diyerek Bâkî’nin beyitine kulağı da ekler. (Arap Saati, s.65)

Araya deniz girdi mi sevgili birden anneye dönüşür. Yazar bunu ilginç, ilginç olduğu kadar da hoş bir tecrübeyle, yaşanmışlıkla dile getirir: “ Kaç yaşında olursak olalım, hepimiz, âdeta annemiz çağırıyormuş sanmaz mıyız?

Denize bakmak da böyledir.” (Arap Saati, s.65)

Nuri Pakdil’in hayatında nergisin önemi büyük, özellikle de nergisin N’si!

*Osmanlı Simitçiler Kasidesi-38

#arif ay
5 yıl önce