|

Okuduğumuz yazıların çoğu adı konulmamış denemedir

“Yazarak Yaşamak” adlı deneme kitabı Büyüyenay Yayınları’ndan çıkan Âlim Kahraman, denemenin yazarın kendini de işin içine katarak yazmasıyla ortaya çıktığını, konunun kişisellik süzgecinden de geçtiğini ancak kişiselliğin daraltıcı bir faktör olarak işlenmemesi gerektiğini söylüyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 11/04/2018 Çarşamba
Güncelleme: 05:01 - 11/04/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
Alim Kahraman
Alim Kahraman

Hikâyeleri ve araştırma-inceleme kitaplarıyla tanıdığımız Âlim Kahraman bu kez “Yazarak Yaşamak” adlı deneme kitabıyla karşımızda. İlk kitabının neşri üzerinden 30 yıl geçen kahramanla yazarlık serüvenini, edebiyatımızda denemeye olan ilgiyi ve iyi bir okur olmanın yolunu konuştuk.

* “Yazarak Yaşamak”la birlikte ilk kitabınız yayınlanalı 30 yıldan fazla bir zaman oluyor. İlk yazı ve kitap heyecanınızı okurlarımızla paylaşır mısınız?

İlk kitabım 1985 yılında yayımlandı, ilk yazım ise 1973 yılında mahalli bir gazetede çıktı. Lise üçteydim ve şiirler yazıyordum o zaman. Gerçekten unutulmaz saf heyecanlardı onlar. “Saf”ı ikinci anlamıyla da kullandım. Gazetenin o sayısını caddedeki en gösterişli binanın -Manisa’daki Beyazfil- bir sütununa asılı görünce sanki tüm şehrin tanıdığı bir isim oldum gibi safça bir duyguya kapılmıştım. Belki satışı bile olmayan o gazete, çıktığı günler, bu sütunda okuyucuya sunulurdu.


OKUMAK SEÇMEKTİR

* Siz bir edebiyatçı olarak “deneme” türüne de özel bir önem veriyorsunuz. Edebiyatımızda çok rağbet görmeyen bir tür olan denemeye ilginiz nasıl başladı?

Deneme türünün çok rağbet görmediği düşüncesi yanıltıcı olabilir. Okuduğumuz birçok yazı, adı konulmamış birer denemedir aslında. Deneme okumanın kendine has bir lezzeti vardır, o, belki şiirle kıyaslanabilir. Yazarın kendini de işin içine katarak yazmasıyla ortaya çıkar deneme. Bir bakıma kişisellik süzgecinden de geçer konu. Ancak buradaki kişisellik daraltıcı bir faktör olarak işlememeli. Yazı, insanlığın ortak birikimine ait kodlarla da buluşmalı. Ufukları açık olmalı. İlhan Berk öldüğünde 90 yaşının üzerindeydi. Son yıllarında yazdığı bir yazıda, kişisel kütüphanesini dağıttığından söz ediyordu. Yalnızca şiir ve deneme kitaplarını bıraktım diyordu. Bu iki türün dışında kalanların artık fazla ilgisini çekmediğini söylüyordu. Bu kitaplarımın çıktığı yıllarla ilgili bir anım var. Onu da paylaşayım: “Mavera”nın o yıllarda hepsi hayatta olan kurucu kadrosu, hayata gözlerini kapayalı fazla olmayan Cahit Zarifoğlu’yla ilgili bir programa katılmak üzere İstanbul’a gelmişlerdi. Akif İnan benim bu yazılarımı okumuş. Tebrik etti, “Montaigne’nin denemeleri ayarında yazılar” dedi. Otuzlu yaşlarımın başındaydım. Bana cesaret vermek istiyordu herhalde. Alaeddin Özdenören de oradaydı. Akif İnan’ın kantarın topuzunu kaçırdığını şöyle ifade etti: -Kim? Montaigne mi? Bu yazılar yanında onunkilerin adı bile anılmaz!

* İnsanın ‘kendini bir okuyucu olarak yetiştirme gayreti’nin ana noktaları sizce nelerdir? Nasıl bir yol izlenmelidir?

Okumak seçmektir öncelikle. İnsan aldığı yolu, seçme yeteneğindeki ilerlemeye bakarak ölçebilir. Her okuyucunun yaşadığı süreç kendine has oluyor genelde. Bir rehber ilk fikirleri veriyor mesela ya da el yordamıyla ilerlerken eline geçen bir kitap her şeyi değiştirebiliyor. Bizim nesil iyi hazırlanmış bir edebiyat kitabını takip etti lisedeyken. Onlar da etkili olabiliyor. Kendimden örnek vermeye devam edeyim: Orta üçte Necip Fazıl’ın “Bir Adam Yaratmak” oyununu seyretmeye götürmüştü ağabeyim. Henüz yazarı/şairi tanımadan bu oyun derin izler bıraktı üzerimde. Lise birden ikiye geçtiğim yaz, bir arkadaşı, okuması için Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” romanını vermişti ağabeyime. Önce ben elime aldım kitabı. Bir yaz günü, kaldığım evin serin bir köşesinde okumaya başladım. Elimden bırakamadım. Okumam saatlerce aralıksız sürdü. Gözümü kitaptan ayırdığımda kendi dünyama geri dönmem birkaç saniye sürüyordu. Benim okumamın böylesi sarsıcı aşamaları oldu. Bir şey daha ekleyeyim buraya: İyi okuyucularla arkadaş olmanın, okuduğunu onlarla paylaşmanın da çok faydalı olacağını söyleyebilirim. İyi bir kitabı okuyunca etkisinden kolay kurtulamayız. Bir coşku doğar içimizde. İşte o aşamada kendimizi başka -iyi- okuyuculara ifade etmeye çalışmak verimli bir yoldur. Hatta yazarak da yapabiliriz bunu.

BUGÜNKÜ SORUN GENEL BİR YOZLAŞMA SORUNU
* Kitabınızda bazı eleştiri yazıları da var. Türkiye’de ciddi bir “eleştiri müessesesi”nden ve “eleştirmen”den bahsetmek mümkün mü?

Öteden beri bizde eleştirmen yokluğundan hep şikâyet edilir. Ülkemiz edebiyatını topluca düşündüğümüzde bu alanın bizim yazmaya başladığımız yıllardaki kadar boş olmadığını söyleyebilirim. Bugünkü sorun genel bir yozlaşma sorunu. Onun ötesinde iyi edebiyat verimleri içinde eleştiri de kendi yolunda bazı mesafeler katetti sayılır.

* Kitabınızın adı “Yazarak Yaşamak”. Kitaptaki bölümlerden biri olan portrelere bakınca “yazarak yaşatmayı” da amaçlamışsınız gibi. Sizi bu portreleri yazmaya yönlendiren temel saik neydi?

Bu kitabın bölümleri içinde portre yazıları önemli bir yer tutuyor. Çoğu ölümler üzerine, o kişilerin ardından yazıldı o yazılar. Hayatta olan tanıdıklarımla ilgili olanlar da var. Bazı anı parçaları yanında değerlendirici ve konumlandırıcı özellikler taşımasına dikkat ettim o yazıların. Yani birer deneme olmanın ötesinde kritik edici de olsun istedim. Portre yazıları yazmayı seviyorum. Kitaba benzeri yeni yazıları da ekledim bu baskıda. Yazılmak için saatini bekleyen başkaları da var.

#Âlim Kahraman
#Yazarak Yaşamak
6 yıl önce