|

Önce aşk gelir sonra müzik

Sanat tarihçisi Gül İrepoğlu yeni romanı Kavuşmak’ta Tanburi Cemil Bey’in oğlu Mesud Cemil Bey’in pek bilinmeyen aşk öyküsünü bugüne taşıyor. Mesud Cemil Bey’in kendisine aşık öğrencisi Dürdane Hanım’ın mektuplarından yola çıkarak kurgulanan roman, 30 ve 40’lı yılların İstanbul’unu, dönemin sanatkarlarını içine alan nostaljik bir yolculuk. İrepoğlu, “Her şeyden önce aşk olmalı. Önce aşk gelir, sonra müzik” diyor.

Seray Şahinler Demir
04:00 - 14/04/2019 Pazar
Güncelleme: 21:53 - 13/04/2019 Cumartesi
Yeni Şafak
FOTOĞRAF: SEDAT ÖZKÖMEÇ
FOTOĞRAF: SEDAT ÖZKÖMEÇ

1930’lu yıllardan başlayarak 60-70’lere kadar uzanan süreci anlatmak istesek aklımıza gelen ilk birkaç kelime zarafet, saygı, eski İstanbul olacaktır. Tabi aynı zamanda sanat, musiki, edebiyat… Çünkü bugün sanat tarihimizde öncü kabul ettiğimiz birçok sanatçı ilk çalışmalarını, üretimlerini bu yıllarda yapmıştır. Yani günlük yaşam ve sanat birbirini besler. Sabahattin Ali, Feyhaman Duran, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Muhsin Ertuğrul bu isimlerden sadece birkaçı. Müzikte ise Cemil Bey’in ailesinin çabaları göze çarpar.

Cemil Bey ailesinin musiki tarihindeki yeri ve önemi çok büyüktür çünkü o yıllarda klasik Türk müziği alanındaki çalışmalar bir elin parmağını geçmeyecek kadar sınırlıdır. İlk kez Ankara Radyosu’nda klasik koroyu kuran, halk müziğinin değerlendirilmesi için öncü olan kişidir, Darülelhan’da eğitimler vermiştir.

Tanburi Cemil Bey ve oğlu Mesud Bey’i akademik çalışmalardan, biyografi kitaplarından yakınen tanıma şansımız oluyor fakat yeni yayımlanan bir roman bu kez hayatına dair hiç bilinmeyen bir detaya ışık tutuyor…

“Osmanlı Saray Mücevherleri”, “Lale - Doğada...Tarihte...Sanatta”, “Gül - Aşkın Çiçeği, Sanatın Çiçeği, Sonsuzluğun Çiçeği” gibi sanat tarihi alanında önemli araştırmalara imza atan Gül İrepoğlu, yeni romanı Kavuşmak’ta Mesud Cemil’in hayatına atıfta bulunarak tarihin tozları arasında kalan bir aşk hikayesini bugüne taşıyor. Yaşanan bu kez Tanburi Cemil Bey’in oğlu Mesud Cemil Bey’i içine alan karşılıksız bir aşk öyküsü. Bu aşkın başrolünde ise Mesud Cemil Bey’in öğrencisi Dürdane Altan var. Dürdane Altan, huzurevindeki son günlerinde Gönül Paçacı aracılığıyla Gül İrepoğlu’nu çağırıyor ve elindeki aşk mektuplarını yazması üzerine ona veriyor. Böylece romanın temelleri atılıyor.

Kavuşmak, platonik bir aşkın etrafında 30 ve 40’lı yılların musiki dünyasına, dönemin İstanbul’a, insanların zarif diyaloğuna atıfta bulunarak tadı damağınızda kalan bir dünya oluşturuyor. İrepoğlu ile hem romanı hem de romanın geçtiği dönemi konuştuk..


Bu kitabın çıkış noktası neydi? Mesud Cemil Bey’i içine alan bir aşk hikayesini yazmaya nasıl karar verdiniz?

Anlattığım hikayenin kadın kahramanı Dürdane Hanım yaptığım TV programlarını izlemiş ve romanlarımı okumuş, kendi yaşadıklarını yazabileceğimi düşünmüş, beni kalmakta olduğu huzurevine çağırtarak bu arzusunu iletti ve o güne kadar sakladığı mektuplarını verdi. Bu yakıcı aşk hikayesinin romana dönüşmesini önermek için beni seçtiğini söylemesi müthiş bir heyecan olmuştu bana. Üstelik hikayenin diğer kahramanı büyük sanatçı Mesud Cemil Bey idi. Hikaye yüreğime derinden işlemişti, bundan sonrası benim hayal gücüme kalıyordu, rengarenk bir aşk romanı kurgulamak üzere. Yani bu roman gerçeklerden yola çıkıp kurguyla sürüyor.

Dürdane Hanım ile diyaloğunuz sırasında neler yaşandı? Üzerinden çok uzun zaman geçen ama hala canlı olan bir aşk hikayesi var karşımızda… Size anlatırken o aşkı tekrar yaşıyor muydu? Neler yaşandı?

Bir tek görüşmemiz oldu. Ve o görüşmede bana mektupları verdikten sonra aslında bir tek şey anlattı. Çocukluğundaki evlerine radyonun 1930’ların sonunda ilk gelişi ve çocuk haliyle o radyodan Cemil Bey’in sesini duyuşu ve etkilenişi... Bu zaten başlı başına insanı sarsan bir anekdot. Çok daha uzun konuşamadık. Ben sonradan kendime bunu da sorsaydım diye çok söylendim. İnsan o anda toparlayamıyor. Çünkü zaten böyle bir şok geliyor. Hemen ne yaparım diye düşünüyorsunuz. Sorulacak binlerce şey vardı ama hiçbirini soramıyorsunuz. Bir daha da görüşemedik. Sonra da Dürdane Hanım vefat etti. Demek ki böyle olmalıydı. Demek ki bunları benim bunları kurgulamam gerekiyormuş. Yaşanması yazılması gerekiyormuş.

AKRABALARI GİBİ OLDUM

Her iki isimden de geriye kalan kimseler var mı?

Hayır. Geride kalan hiçkimse yok maalesef. Fakat bu süreçte ben onlarla o kadar büyük bağ kurdum ki kendimi bir akrabaları olarak görüyorum

Romanda hepimizin çok sevdiği kıymetli sanatçılarımız çıkıyor karşımıza. Müzisyenler, ressamlar… Aliye Berger, Münir Nurettin, Selçuk, Safiye Ayla, Feyhaman Duran… Her birinin ismini gördüğüm anda ben çok heyecanlandı. Onları romanı dahil etmeye nasıl karar verdiniz? Ve romandan bakınca o döneme dair neler göreceğiz?

Romanı yazarken Dürdane Altan’ın hayatını da araştırdım. Bilinen yazılı çok fazla şey yok. Zaten beni tanıştıran kişi onun çok değerli bir öğrencisi olan Gönül Paçacı idi. Ondan çok yardım aldım. Hayatında neler önemliydi onları öğrendim. Başka öğrencileriyle de görüştüm ve kimlerle ahbaptı araştırdım. Ve bu isimler de olmalı diye düşündüm. Mesela Safiye Ayla’yı tanımış, Müzeyyen Senar ile sahiden arkadaş ve romandaki o görüşmeleri, başbaşa oturup konuşmaları hepsi gerçek. Yani o sahneler benim kurgum tabi ama bunlar yaşanmış şeyler.

Hamiyet Yüceses’ten de bahsediyorum ama onunla bir ahbaplığı yok. Hangisi nerede duruyor onun hayatında onu da göstermeye çalıştım. Feyhaman Duran’ı tanıdılar mı bunu bilmiyorum bunu ben koydum ama aynı dönemdeler ve tanımış olmalılar diye bazı varsayımlar üzerinden gitmek istedim. Münir Nuritten Selçuk aynı şekilde. Nazım Hikmet ile Cemil Bey tanışmış ve onun iki şiirini bestelemiş. Bugün sevilen şarkılar bunlar. Aliye Berger o dönemin parlak sanatçılarından. Safiye Ayla gerçek bir yıldız o zamanlar. Ve yine önemli ud sanatçısı Şerif Muhittin Targan ile evli. O da radyo evi önünde karşılaşma sahnesinde var. O da bana birçok hikaye anlattı.



Zenginliğin içinden küçük şeyler çıkardım

Siz sanat tarihçisiniz. Kavuşma kurgusal bir roman olsa da tarihi olayları kişilikleri eksenine alıyor. Bu kimliğinizle nasıl etkileşim oldu?

Benim çeşitli kimliklerim var. Arada bir mimar kimliğim de işin içine girer. Ama sanat tarihçisi kimliğim romanlarımda da benimle beraber. Fakat ben ona olabildiğince öne çıkarmamaya çalışıyorum. Ama yine de onun bilgilerinden çok yararlandığımı söyleyebilirim bu romanda. Küçücük bir Feyhaman Duran tablosundan yola çıkıp koca bir sahne oluşturdum. Bu da bilgiye dayanan bir şey. Bu kimlikten de romancı olarak yararlanıyorsunuz. Ama zaman zaman da bu kimliği susturmanı gerekiyor. Kurgu metinde fazla bilgi vermeye kaçmamak lazım. Okur hikayeden kopmamalı. Zenginliğin içinden küçük küçük şeyler çıkardım.

Rekabet ve imrenmeler vardı

30’lu, 40’lı ve 50’li yıllarda muhteşem bir sanat üretimi var değil mi? Nasıl bir tablo çıkıyor karşımıza?

Sanat açısından yoğun ve parlak bir dönem. Herkes iyi bir şeyler yapmak için çabalıyor. Bu çabanın itici gücü her şeyden önce sanatın kendisi ve ona duyulan saygı. Yani günümüzden biraz farklı. Öncelik iyi bir şey oluşturmak diyorlar. Biryandan da o günün bütün yeniliklerini o müziğin içine katmaya çalışıyorlar. En kaliteli şekilde… O günün sanatının özeti bu . Her şeye açık ama bir yandan da geleneği koruyor. O yüzden o dönemde ortaya çıkan klasik Türk müziğindeki isimlere baktığımız zaman şarkıları günümüzde hala hepimizin dillerinde, o zaman yaşamamışların, çok daha genç insanların dilinde devam eden şeyler bunlar. Bu da onların değerini gösteriyor.

Hepsi birbirini tanıyor ve sürekli temas halindeler…

Elbette. Hemen her alanda çok başarılı çalışmalar yapılmış mesela o yıllarda. Müzikte, resimde, edebiyatta… Mesud Cemil Bey’in Türk müziğindeki çalışmaları çok başarılı. Muhakkak birbirlerini tanıyorlar. Bir avuç insanlar aslına bakarsanız. Öyle çok fazla insandan bahsedemiyoruz ama hepsinin birbirleriyle dost olduğunu zannetmiyorum. Arada mutlaka rekabetler yahut imrenmeler vardı.

Bir de tabi çok önemli çalışmalar yapılmış o yıllarda. Ben fotoğraflara bakıp hayal kurmayı çok severim. Oradaki ünlü kişilerin aslında neler hissettiklerini düşünüp yazmaya çalıştım. Münir Nurettin Selçuk’un ilk konseri mesela… Çok önemlidir. O da araştırmayla ortaya çıktı ama o konserin Türk müziğinde bir dönüm noktası var. Biraz bilgi olmasına rağmen koymak istedim. Çünkü müzik tarihimizde çok önemli bir nokta. Mesud Cemil Bey’in de bu konserde katkısı var.

Abartı yok tevazu var

Dönemin sanatsal zenginliği insanların karakterine nasıl yansımış sizce?

Hem büyük bir zarafet hem de bir alçak gönüllülük var. Abartı, gösteriş yok. Sanatın kendisi ve insanların terbiyesi var. O dönemin İstanbul’u var. O bozulmamış, daha masum olan İstanbul’un atmosferini vermeye gayret ettim. İstanbul’un en güzel zamanları. İnsanlarda da zerafetlerinin yanı sıra çok büyük bir tevazu da var.

Kavuşma okura ne söylüyor?

Her şeyden önce aşk hep vardır ve var olmalı diyecek. Ekseninde bu var. Ardından müzik geliyor, müzik sevgisi geliyor.

Hem tarihi kişilikler hem aşk hikayesi hem tarihi İstanbul. Hepsini bir arada tutabilmek nasıldı?

O dengeyi bulmaya çok uğraştım. Dil meselesi en çok uğraştığım şeydi. Kolay bir iş değildi. Hem onların konuştuğu dili bir biçimde yansıtmak lazım hem bugünün genç okurunu o okuduğunu hemen anlayabilmeli. Çok kez başa döndüm diyebilirim.

#Gül İrepoğlu
#Kavuşmak
#Tanburi Cemil Bey
5 yıl önce