|

Selim İleri’den iki şenlik metni

Selim İleri iki metinle birden okurunun karşısında. Kumkuma isminde bir anlatı, Beklenen Sevgili – Elinde Viyoletler isminde bir roman. Kapak görselleri, kitabın içine dair fikir verecek kuvvette. Birinde, çerçeve içinde Abdülhak Hamid Tarhan ile yanında Lüsyen resmedilmiş. Ötekinde ise hafif dökülmüş viyoletler, bir çift elde.

Yeni Şafak
04:00 - 10/10/2018 Çarşamba
Güncelleme: 14:21 - 9/10/2018 Salı
Yeni Şafak
Selim İleri’den iki şenlik metni
Selim İleri’den iki şenlik metni

BURHAN ALİ UZUN

Selim İleri, edebiyatımızın yaşayan en büyük ustalarından biri. Birçok sahada ürün vermiş, bu ürünlerin hepsine ortalamanın çok üstünde emek harcamış, bu verimlerin birçoğunda okurunu memnun etmiş ve teveccüh görmüş bir yazar. Bundan önce Sona Ermek (Everest Yayınları, 2017) romanıyla, esasen Mel’un (Everest, 2014) ile açtığı yolu genişletmişti İleri. Şimdi, iki metinle birden okurunun karşısında. Kumkuma isminde bir anlatı, Beklenen Sevgili – Elinde Viyoletler isminde bir roman. İki kitabın kapağı da Füsun Turcan Elmasoğlu imzasını taşıyor. Kapak görselleri, kitabın içine dair fikir verecek kuvvette. Birinde, çerçeve içinde Abdülhak Hamid Tarhan ile yanında Lüsyen resmedilmiş; yeşil tekli koltuğun hemen yanında. Ve sayfalar, sayfalar... Ötekinde ise hafif dökülmüş viyoletler, bir çift elde. Maviler, menekşeler, yeşiller, sarılar...

Kumkuma, anları olarak tasnif edilmiş velakin kolaylıkla roman sınıfına da dahil edilebilir. Türkiye’de pek yaygınlaşmadı, sanırım Murathan Mungan’ın çabasıyla biraz dile ve edebiyata girer gibi oldu ama devamı pek gelmedi; “novella” olarak da tasnif edilebilir. Ve elbette ki, son tahlilde, bu tasniflemelerin, isimlendirmelerin, ad koymaların edebiyat-metin bağlamında neredeyse hiçbir manası yok. Joyce’un, Kundera’nın, Kafka’nın kimi metinlerine ne dersek diyelim, onlar eninde sonunda Joyce, Kundera, Kafka metnidir. Dilersek uzun öykü gibi, dilersek roman gibi ve hatta dilersek deneme gibi bile okuyabiliriz. Bu metinler de, bilhassa Kumkuma da, ancak bir Selim İleri metni olarak tasnif edilebilir. Kanımca, böyle edilmelidir de.


NASIL OLUR, BENİ NASIL ÖLDÜRÜRLER?

Kapaktaki resmin Hâmid-Lüsyen ikilisine ait olduğundan neredeyse eminiz ama kitabı açtığımız gibi iyice emin oluyoruz. Abdülhak Hamid’in (İleri “â” şeklinde yazıyor) Finten’inden bir alıntı:

“DAVALACİRO: (…) Ah, bunun için mi bu odaya çağırdınız? Bunun için mi ifritler meşalelerinizi yaktı, cinler perdelerinizi indirdiler? Bunun için mi böyle kırmızılar giyinip odanızın kapılarını sürmelediniz?.. Karşınızda bir heykelin, bir zindanın ağladığını, bir sütunun yıkıldığını bunun için mi görmek istediniz? Vay… Vay… Vay… Vay…

FİNTEN: Kapıları… kapıları bunun için mi sürmeledim, Davalaciro!”

Daha ilk sayfada, metnin hemen girişinde bir rabarba, ama çok hesaplı, asla rahatsız etmeyen bir rabarba karşılıyor okuru. Virgüller, ünlemler, kendi kendine mi konuşan yoksa karşısındaki birine (belki okura) bir şeyler mi anlatan bir anlatıcı (Hamid mi bu?). Bahsi geçen anlatıcı, henüz girişte “dil”le, dilin bizzat kendisiyle boğuşuyor:

“Nasıl olur, beni nasıl öldürürler? Soru işareti de koymalı mıyım? Hem ünlem, hem soru işareti. Kurumuş çatlak dudakları kıpırdıyordu: Hangi tarihte beni öldürdüler?! Nidâ, soru işaretinden sonra.”

Metin boyunca, Türk edebiyatının önemli kimseleri Hamid’le, Hamid’in eviyle, yaşantısıyla ve hatta ölümüyle diyaloğa giriyor. Biz bunları kimileyin Hamid’in gözünden, kimileyin daha belirsiz bir noktada duran anlatıcının ağzından, iç sesinden, nidasından ve hatta kendini duyuramamasından okuyoruz.


EDEBİYATIN YAŞAYAN BELLEĞİ

Beklenen Sevgili – Elinde Viyoletler romanı, Reşat Nuri Güntekin’nden bir alıntıyla başlıyor. Selim İleri’nin Türk edebiyatının bütün verimlerine ne denli açık ve meraklı olduğunu Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar Kılavuzu (Everest, 2015) isimli kitaptan biliyoruz. Kılavuzun tanıtım cümlelerinden biri olan “Türk edebiyatının yaşayan belleği” tabirinin ne denli “haklı” olduğunu, beraberce çıkan bu iki kitaptan da anlıyoruz. Ve Selim İleri’nin “iptila”larından biri olan İstanbul... O da bu romanda, bütün canlılığıyla gözler önünde. O kadar güzel bir dil beğenisi ile yapıyor ki bunu Selim İleri, roman bittiğinde, insanın içinde bir Türkçe şenliği çınlıyor:

“ŞEFKATİ,

Kaderin mahkûmiyetleri devam ediyor! Eve dönmedim. Schumann filan çalacak halim yoktu. Musikî epeydir gönlümü çelmiyor.

Yedikule’de Hâneberduş isimli bir meyhane açılmış. Hiç âdetim değilken, kaşarlanmış bir akşamcı gibi Hâneberduş’a gittim. Vakit akşamdı.

Hanümansız bir garip gibi içeriye girdim. Kuytu köşeye çekilip hiç âdetim değilken rakı içmeye başladım.”

Romanın anlatıcısı, Şefkati isminde bir muhatabına mektuplar yazar. Tesadüfen karşılaştığı bir hanımdan ve iş yerinde yaşadığı sorunlardan söz eder. Müzik de başat konularından biridir mektupların. Müdür Sami Bey ile yaşananlar, edebiyatın kadim meselelerinden birinden el alır. Dostoyevski’den Kafka’ya, Tanpınar’dan Atay’a dek gördüğümüz bir motiftir bu. İş yerinde billurlaşıp keskinleşen iktidar meseleleri. Yanlış anlaşılmalar, haksızlıklar, hakaretler, öfkeler, kinlenmeler...

Şefkati kimdir, o mektupları hiç okumuş mudur, Şefkati diye biri var mıdır, elinde viyoletlerle beklediği sevgili hiç gelmiş midir, Cennet Bahçesi şimdi nerededir gibi soruların yanı sıra, iki insanın arasında olan şey, dünyada yaşanan her şeyin önüne geçebilir mi sorununu da irdeliyor Selim İleri bu romanda.

Bu iki verim, gerçek bir dil şöleni ve iyimser bir hafıza ile Türkçe bilen okurun karşısına çıkıyor. Selim İleri’ye, bir teşekkür borçlu olduğumuzu düşünüyorum naçizane. İyi ki yazıyor!

#Kitap Eki
#Yeni Şafak
6 yıl önce