|

Sessizlik lütfen: Walden ile huzura doğru

Yürümek ve Sivil İtaatsizlik kitaplarından tanıdığımız Henry David Thoreau hepimizin hayalini kurduğumuz şeyi gerçekleştirir ve bir gün şehirden kaçıp bir ormanlık arazideki gölün kenarına bir baraka yapıp burada yaşar. Can Yayınları arasında çıkan Walden adlı kitap bizi yazarın bu huzurlu kıyıda sürdüğü hayata davet ediyor.

04:00 - 15/03/2023 Çarşamba
Güncelleme: 22:50 - 14/03/2023 Salı
Yeni Şafak
 Henry Davıd Thoreau'nun evi.
Henry Davıd Thoreau'nun evi.
Sedat Anar.

Şehirde yaşayan herkes bir gün, bir ormanda, bir köyde ya da insanın az olduğu sakin bir yerde yaşama hayâli kurar mutlaka. Hayatının belirli dönemlerinde sessiz bir yer arar insan. Sessizlik hakikâttır çünkü. Zihnimizi ve bedenimizi dinlendirmek isteriz doğada. Her insanın da hakkıdır bu zaten…

Ben köyde doğdum ve 17 yaşıma kadar da köyde yaşadım. Sonra üniversite okumak için Ankara’ya gittim ve on yıl da orada yaşadım. 2016 yılından beri de İstanbul’da yaşıyorum. Köydeyken bir an evvel köyden kurtulup şehirde yaşamak hayaliyle yanıp tutuşurdum. Köydeki insanları, hatta kendi annemi ve babamı da cahil olarak görürdüm. Köyden uzak kalınca ve şehirde insanların arasında karışıp insanları daha da iyi tanıyınca asıl cahilin kendim olduğunun farkına vardım. İnsan bir yerde yaşarken, yaşadığı yerin önemini ve kıymetini oradan ayrıldıktan sonra farkına varıyor. Bu hemen de olmuyor. Belirli bir süre geçtikten sonra kafamıza dank diye düşüyor. Ankara’da iken de ve İstanbul’da iken de köye gidince inanılmaz mutlu oluyorum. Nefes aldığımı fark ediyorum resmen.

‘‘Peki o zaman köyüne git yaşa’’ diyebilirsiniz bana. Ama işte orada durup düşünmek gerekiyor. Çünkü yaptığınız iş geliyor aklınıza. Köyde bir müzisyen olarak geçinmem çok zor çünkü. Yaşamamı idame ettirmek için çalışmamı -ki müzik sektörü olduğu için- büyük şehirlerde yaşamak zorundayım. Bu benim açımdan böyle olduğu için paylaşıyorum. Çoğu insan (ve bu çoğunluğun büyük bir kısmı genelde beyaz yakalılar) emekli olunca şehri terk ediyor. Yani hayatını garantileyip, sigortalayıp sonra gidiyor. Olanakların el veriyorsa huzurlu bir hayat yaşamak için neden yaşlanmayı bekler ki insan… Bütün bunları şundan ötürü anlatıyorum. Henry David Thoreau’nun “Walden” adlı kitabını okudum. Resmen büyülendim. Kitabın çevirisine hayran kaldığımı özellikle belirtmek isterim. Mahir Ünsal Eriş’e muhteşem çevirisi için ayrıca teşekkür ederim.


AYNI ZAMANDA BİR HATIRAT

Kitap bir roman, aynı zamanda bir hatırat. Hani o herkesin hayal ettiği sakin bir yerde huzur içinde yaşamak hayâli var ya, işte Henry David Thoreau onu tam anlamıyla dört dörtlük yaşamış. Gidip ormanda kendi barakasını inşa edip içinde yaşamış. Ekip, biçmiş, üretmiş ve kendisiyle tamamen yüzleşip hayata dair sorduğu onlarca sorusunun cevabını almış o doğanın içindeki barınağında. Aslında kitabı okurken hepimizin hayâl ettiği şeyin hiç de kolay olmadığını gördüm. Hiçbir şey emek sarf etmeden netice vermez ki zaten. Hangimiz hayatımızı daha rahat ettirmek için elimizde imkân varken birçok şeyden feragât ediyoruz. Huzuru arıyoruz ama yaşama telaşımız hep devam ediyor. Bazılarımız İstanbul’da bir ev alıp neredeyse ömrünün yarısını o evin taksitlerini ödemek için çalışıyor. Bir gün gelip bir deprem oluyor ve o ev enkaz haline geliyor. O zaman ömrümüzün yarısını boşuna mı çalışarak geçirdik diye soruyoruz. Henry David’in düşüncesine hak vermemek elde değil. ‘‘Bir insanın kendi evini inşa etmesi, bir kuşun kendi yuvasını yapması gibi münasiptir. İlkel insan maliyeti çok ucuz olduğu için kendi evine sahip olabilirken, medeni insan genellikle satın almaya gücü yetmediği ve uzun vadede de yetmeyeceği için evini mecburen kiralıyor.’’ diyor. O bir anarşist. Sivil itaatsizliği savunuyor ama yaşadığı tarihe bakınca (1817-1862). Geleceği çok iyi gören bir bilge insan görüyoruz. Bir aydın, geleceği görür ama yine de düşüncelerini ve yazdıklarını değerlendirirken yaşadığı döneme iyi bakmalıyız diye düşünüyorum.

Peki kimdir bu Henry David Thoreau? (1817- 1862). Henry David adını ilk defa çok sevdiğim ve ‘Bir Müzisyenin Arayışı’ adlı kitabımda uzunca bir portresini yazdığım aykırı müzisyen John Cage’in biyografisini okurken duydum. John Cage, Henry David’in anarşistliğini örnek almıştı kendine. Tıpkı Henry David’ın hayatı gibi o da müziğinde kuralları tanımıyordu. İnsanlara sessizliğin müzik olduğunu anlatabilmek için 4.33’ adlı besteyi yapmıştı. Tam dört dakika otuz saniye boyunca piyano başında sessizliğin de bir müzik türü olduğunu göstermek amacıyla hiçbir şey çalmadan öylece durmuştu. John Cage de Henry David de insanların bakmadığı ve göremediği pencerelerden bakıyorlardı dünyaya. Yine Henry David’e dönecek olursak; Henry David denince ilk akla gelen Sivil İtaatsizlik kitabı ve sonrasında doğal olarak anarşistliği akla gelir. Henry David, 1845 yılında Emerson’ın Walden gölü yakınlarındaki ormanlık arazisinde kendine bir baraka yapıp yaşadı. Vergi ödemeyi reddettiği için ve köleliğin kaldırılmamasını protesto ettiği için tutuklandı. Kitabı okurken de sattığı fasülye, mısır ve patateslerin vergilerini ödemediği için sık sık gözaltına alındığını da şahit oluyoruz. Henry David’ın köleliğin kaldırılmamasına gösterdiği tepki ve eleştirileri Ölümünden yıllar sonra Hindistan tarihini değiştirecek Gandi’yi de çok etkilemiştir. 

Walden, Henry Davıd Thoreau, Çev. Mahir Ünal Eriş.

HUZURA DOĞRU

Kitabın ilk bölümünün, ilk sayfasında “Eğer bu kadar iyi tanıdığım başka biri olsaydı, kendimden bu kadar çok bahsetmezdim” diyor.  Yaşamı derinlemesine yaşamak, özünün tadına varmak için ormanda bir gölün kenarında yaşamaya gidiyor Henry David. Beni etkileyen deneyimlerinden birisini şöyle paylaşıyor: ‘‘Ormanda saatlerin nasıl geçip gittiği umurumda olmadı. Diğer insanlar eğlenceyi uzaklarda, toplumda veya tiyatroda aramak zorundayken, benim hayatım eğlence olmuştu ve asla yeniliğini kaybetmedi. Gökyüzünü bir esrarkeşin cennetine yeğlerim’’ diyerek kendi iç huzurunu anlatıyordu. Kendi barakasını kendisi yapıyor. Harcamalarını not ediyor. Yaşamak için kuart fasülye, mısır ve patates yetiştirip bunları kendisine en yakın yerleşim yerinde satıyor. Bazen hava karardıktan sonra eve dönerken ormanın zifiri karanlığında evinin yolunu ezberleyip gözü kapalı da gidebiliyor. Kimi zaman barınağında gezgin arkadaşlarını ağırlıyor. Başucu kitabı olarak İlyada ve Odessa kitabını eksik etmiyor. Hintli ve Uzak Doğulu bilgelerden, Hafız’dan ve Sadi’den alıntılar yaparak düşüncelerini paylaşıyor. Kitabın bir yerinde ‘‘Şarklıların işi gücü bir yana bırakıp tefekküre dalmalarının ne anlama geldiğini anladım. Çoğu zaman, saatlerin nasıl geçip gittiği umurumda olmadı.’’ diyor. Ormanda evindeki yalnızlık hissini, kalabalık arasına karıştığında yaşadığı yalnızlık hissinden daha az yaşadığını belirtiyor. Bir derviş gibi yaşıyor. Aza tamah edip ruhunu arındırıyor.

Kitabını okurken yaşamak ve hayatı anlamak adına birçok şey öğrendim. Eğer bir kitap okuma önerisi yapacak olsam önereceğim ilk beş kitap içinde olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Kitabı bitirdikten sonra defterime epey bir alıntı ve not yazdığımı fark ettim. O alıntı ve notlarımı bir paragrafla özetleyerek yazıma son vermek istiyorum. Özellikle de beni en çok etkileyen kısımları paylaşıyorum.

İnsanın otururken aldığı riskler koşarken aldıklarıyla aynıdır. İnsan hayattaysa, ölme tehlikesi her zaman vardır. Ama en başından itibaren hayatını ne yaşar ne yaşamaz gibi sürdürüyorsa, bu tehlikenin aynı oranda azalacağını söylenebilir. Umutsuzluğun değil cesaretimizi, hastalığımızı değil, sağlığımızı dile getirmeli, kötü şeylerin bulaşarak yayılmasını dikkat etmeliyiz. Antik şiir ve mitoloji, tarımın en azından bir dönem kutsal bir sanat olarak görüldüğünü ileri sürer, fakat biz şimdilerde saygısız bir telaş ve özensizlikle tarımı sürdürüyoruz, amacımız büyük çiftliklere ve bol mahsüle sahip olmak. Tarımın bir sanat olduğunu unuttuk ve bu yüzden aç kalmaya mahkum olmaya doğru gidiyoruz. Ruh bedenimizin mimarıdır. Ruh kendi istediklerini yapmadıkça kişi bakar da görmez, dinler de duymaz, yer de yine tatmaz. Zaman ise olta salladığımız akıntıdan farksız olur. Her şeyden evvel engin her insanın annesinin, babasının ya da komşusunun yolundan gitmek yerine kendi yolunu bulup ilerlemeye özen göstermelidir. Kişinin imanı varsa, her yerde aynı imanı iş birliğine girişir ama eğer yoksa kimin yanında yer alırsa alsın dünyanın geri kalanı gibi yaşamaya devam edecektir.

#Henry Davıd Thoreau
#Sedat Anar
#Walden
1 yıl önce