|

Siber Eraslan: Korkumu uysallaştırmak için yazıyorum

Sibel Eraslan’ın son öykü kitabı “Ayrılık Üzüntülerin Annesidir” Muhit Yayınları’ndan çıktı. Yazarla hikayelerin temasını ve bunları yazma sebebini konuştuk. Hani derler ya bir derdi olmasa insanın bunları yazamaz, Eraslan da mürekkebinin her damlasında okuyucusuna hissettiriyor bu derdi. “Beni ayrılığı dikiz aynasından seyretmeye sevk eden annemin vefatıydı” diyen Eraslan, korkusunu uysallaştırmak için yazdığını söylüyor.

Sevda Dursun
00:00 - 17/01/2022 Pazartesi
Güncelleme: 00:10 - 17/01/2022 Pazartesi
Yeni Şafak
Sibel Eraslan
Sibel Eraslan
-
Ölümler, ayrılıklar ve hüzünler karşılıyor bizi son kitabınızda. Neydi sizi üzüntülerin annesine götüren?

Üzüntülerin annesi olarak ayrılık, aslında gittiğimiz değil geldiğimiz yerdir. Hz. Adem’in cennetten yeryüzüne indirilmesiyle başlayan insanlığa dair yazgımız, aslında zorlu ve çok kederli bir kopuş, ayrılış hikayesidir. Dünyadaki tüm ayrılıklar, o ilk ayrılığın çocuklarıdır ve birbirileriyle de akrabadırlar. Beni ayrılığı dikiz aynasından seyretmeye sevk edense annemin vefatıydı. Ardından boşluğa düşmüş olmalıyım ki çok ağır hastalıklara düçar oldum, hastane günlerim başladı, ölümün pervazlarından bakarken hayata, en çok hüznü seyrediyor insan... Tema, yazarın gölgesidir. Evet beni ve maceramı da taşıyan bir tema...

ÖLÜM EN ÇARPICI OLAY

- Günümüz dünyası uzakları yakın ediyor artık. Görüntülü konuşmalar, hızlıca bir yerden bir yere gitmeler. Ayrılık ölüme eşdeğer mi hala?

“Ayrılıkla ölümü tartmışlar, ayrılık bir gram ağır gelmiş” der geleneğimiz. Ama çok sevdiğiniz birinin ölümüne şahit olduğunuzda veya ağır hastalıklarla ölümün içinden geçtiğinizde, onun ne kadar ulaşılmaz, dipsiz, bucaksız, varılmaz, el sürülmez, aşılmaz, gidilse dönülmez bir başka ülke olduğunu hissediyorsunuz. Ölüm, yeryüzündeki en çarpıcı olay ve bizler için de sonrayı şimdiye bağlayan bir dönüm noktası... O yolculuğa hazır olmadığımı zannediyorum. Ruhumun bu parçalanmışlığını, boşluğunu, himayeye muhtaçlığını, gözü arkada kalır’lığını, vehimlerimi yatıştırmak için hikâye yazıyorum belki de. Korkumu uysallaştırmak için...

YAŞLANDIKÇA DENİZİ DURULUR İNSANIN

- Şemskamer” öyküsünde geçen “Bir kadın gençken ne de çok düşünür ölmeyi” cümlesi çok büyük bir çaresizlik. Gerçekten kadınlar gençken bu kadar çıkmaza giriyor mudur hala?

Gençlik, hayatı kristalleştiren bir dönem. Küçücük bir rüzgâr bile esse, içinizdeki kristal avizenizin taşları titreşip, birbirine çarpıyor. Üzülmek de mutluluk da sevmek de nefret de uzaklık da yakınlık da gençlik zamanlarının fırtınalarından. Yaşlandıkça denizi durulur insanların. Kadınlar da hayata daha çok değer vermeye başlar, çünkü hayat onların etrafında yeşerir. Çocuklar, kardeşler, akrabalar, yeğenler, komşular, doğumlar, ölümler, hatta politik konular, hepsi etrafımızda dönmeye başlayınca değirmeni çevirmek bize düşer. Zaman bize “aganta burina burinata”yı öğretir sonra, yavaş yavaş.

HER KADIN ANAÇTIR

- “Ayrılık, dünyada başımıza gelmiş gelecek diğer tüm üzüntülerin mayasını çalan bir anneye benzer” diyorsunuz. Anneye yüklenmiş bir yük daha diyorum ben de...

Evet. Ve hayır. Evet üzüntülerin mayasını çalan bir anneye benzetiyorum, ilk bakışta kadına yüklenilmiş bir ağırlık gibi okunabilir. Ama hayır, yoğurdun da peynirin de mayasını kadınlar çalar, onlar ev-ocak perileri gibi çocukluklarından itibaren böyle bir sanatla tutarlar sırtlarında hayatı. Evlenmiş olsun veya olmasın, çocuk doğurmuş olsun veya olmasın, her kadın anaçtır, Cenabı Allah’ın rahmeti, onların ruhlarında tecelli eder. Bağlamaya, birleştirmeye, buluşturmaya, tevhide yönelmiş nazariyata göre, kadın, şefkatin olduğu kadar metanetin, cesaretin ve sorumluluğun da faili...

#Siber Eraslan
#Muhit Yayınları
#Hz. Adem
2 yıl önce