|

Şimdi “Büyük Türkiye” vakti

Anayasamızdaki yeni esaslar çerçevesinde devlet teşkilatının işleyişine dair düzenlemeler gündemde. Türkiye’yi yoğun bir fikrî, zihnî ve amelî uğraş bekliyor. “Devlet”i konuşacağız; “yönetim”i konuşacağız, “bürokrasi”yi ve “bürokratı” konuşacağız, “kamu hizmeti”ni konuşacağız; hasılı “Büyük Türkiye”yi konuşacağız.

Yeni Şafak ve
04:00 - 3/07/2018 Salı
Güncelleme: 03:16 - 3/07/2018 Salı
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Cengiz Aydoğdu – Aksaray Milletvekili, Vali

Türkiye yoluna devam ediyor. Millet hayatı, Tanpınar’ın dediği gibi, “devam ederek değişir; değişerek devam eder”. Ama devam eder. Aslolan devamdır çünkü. Ebed-müddet devam.

24 Haziran 2018, 16 Nisan 2017’de alınan yönetim sistemine dair yenilikler getiren Anayasa değişikliği kararının nihai anlamda icraya geçirildiği gün oldu. Ve o akşam sandıkların açılmasıyla beraber Türkiye yeni bir döneme girdi. Devam ediyoruz elhamdülillah ama değişiyoruz da.

Şimdi Anayasamızdaki yeni esaslar çerçevesinde devlet teşkilatının işleyişine dair düzenlemeler gündemde. Türkiye’yi yoğun bir fikrî, zihnî ve amelî uğraş bekliyor. “Devlet”i konuşacağız; “yönetim”i konuşacağız, “bürokrasi”yi ve “bürokratı” konuşacağız, “kamu hizmeti”ni konuşacağız; hasılı “Büyük Türkiye”yi konuşacağız.


Şimdi Devlet Vakti

Devlet, millet, toplum gibi kavramlar, “egemenlik”, “genel irade”, “kamu hukuku” gibi kavramlarla beraber gelişti. Bu kavramları konuşurken peşin hükümlere karşı olabildiğince uyanık olmalıyız. Çünkü bu kavramların işaret ettiği kurumların ve bilhassa devletin, -yerine göre- düşünceleri de idare edebilmek cüretini gösterebileceğini hatırdan çıkarmamalıyız. Unutulmasın ki devlet, toplumsalı ve toplumsal bilinçdışını da inşa eder. Biliyoruz ki bütün tartışma dışı zihnî kabul ve inşalar birer “nomos”tur ve aslında biraz da devletin eseridir.

Bu itibarla hakkında herkesin rahatlıkla fikir sahibi olduğu konular konuşulurken çok daha dikkatli olmak zorundayız. Zira konuştuğumuz şey bize nüfuz edebilir ve bizi tesir sahasına alabilir. Sosyal bilimlerde “nesnesi tarafından yutulmak” denilen şey tam da bu tür konularda kendini gösterebilir. Kaldı ki devleti ve toplumu konuşmak bir bakıma insanı yani kendimizi konuşmaktır.

Devletin insanla ilişkili bu toplumsal yönüne işaret eden Ondokuzuncu yüzyılın aristokrat Fransız’ı Tocqueville, “İnsan topluluklarını yöneten kanunlar arasında, bütün ötekilerden daha kesin ve açık görünen bir tanesi vardır ki o da, “bir araya gelme sanatı”dır” diyor ve devam ediyordu, “Değişen ve gelişen sosyal ve iktisadi diğer bütün şartlarla birlikte -ve aynı ölçüde- bir araya gelme sanatı da gelişip ilerlemedikçe, insanlar ne medeniyetlerini koruyabilir ne de medenîleşebilirler.”

Normandiya’lı Hakimin işaret ettiği yerden bakarsak, devletin dahi bir çeşit bir araya gelme sanatından başka bir şey olmadığını ve insanların bir araya gelmesiyle ortaya çıkan sanatların en gelişmişinin devlet olduğunu görürüz.

Esasen insan tabiatı birlikte yaşamayı şart kılsa da sosyal ilim, toplumların tabii olarak ve kendiliğinden ortaya çıkmadığını söyler. Toplumun ve toplumsal formların ortaya çıkması uzun ve muhataralı bir sürecin sonucudur. Hakikaten bir sanat olmuştur toplum olmak. Devlet dahi toplumla beraber oluşmuş birden ortaya çıkmamıştır. Bu yüzden devletlerin yapısı ve karakteri toplumların mahiyetinden ayrı düşünülemez. Toplumlar, topluluklar, milletler ve büyük insanî üniteler kendilerini ortaya koyup, gerçekleştirip ifade ederken “devlet”e de ulaşırlar. Esasen Ali Fuat Başgil Hoca’nın tarifi de Tocqueville’in ima ettiğinden farklı değildir: “Devlet, muayyen bir ülke üzerinde ve hükümetle temsil olunan, üstün ve merkezi bir otoritenin hükmü ve gözcülüğü altında, muayyen hukukî ve otonom bir nizama bağlı olarak yaşayan insanlardan mürekkep siyasi ve geniş bir birliktir.”

Vakit Yönetim Vakti

Türkiye şimdiye kadar devleti daha çok bir ideolojiyi konuşur gibi konuştu. Şimdi aynı zamanda teknik bir şeyi de konuştuğumuzu hatırda tutmak durumundayız. Çünkü 24 Haziran ile başlayan yeni süreçte devletin teknik tarafı üzerinde çalışacağız daha çok. Elbette devlet sadece teknik bir süreç değildir. Hatta devletin öyle bir tarafı vardır ki onu bürokratlar ve siyasetçiler yapamaz. Devletin devlet adamlarının yapamadığı o tarafını bizzat millet yapar; milletin toplumsal anlamda “ruh sağaltıcı” kanaat ve hayat hekimleri yapar.

Devletin içindeki iktidar dediğimiz yönetim erki bütün yasal dayanak ve tanımların dışında ve hatta -belki de- üstünde bir siyasal topluluk veya alan olarak oluşur. Böylece anlarız ki, devlet dediğimiz varlık, tıpkı Başgil Hoca’nın dediği gibi öncelikle insanlardan oluşur ve devlete dair her mesele aslında insanlar arası ilişkiden kaynaklanır. Aramızdaki bir şeyin adıdır devlet; elimizin yettiği, gözümüzün gördüğü, bize dair; dışımızda veya üstümüzde değil bizim hizamızda bir yerdedir.

Max Weber, “siyasal topluluk”, tanımında açıkça bu yukarda değinilen unsura yer vermektedir: “Eğer bir toplulukta mevcut düzenin gereğinin yerine getirilmesi ve onun korunması, ülke denilen belirli bir alan içinde, yöneticilere ait olduğu kabul edilen fizik kudretin devamlı olarak kullanılması veya bu kullanmayı belirleyen bir korkutma ile sağlanıyorsa, o topluluk, siyasal bir topluluktur.”

Harold D. Lasswell ise, siyasal davranışı 'bir kimsenin iktidar perspektifleri içindeki hareketi' olarak tanımlamakta, iktidar olgusuna ise, her çeşit toplumsal yapıda rastlanacağına işaret etmektedir.

Devlet'in bir kanaatler, inançlar, fikirler ve yaklaşımlar tecridi olabileceği tarafı hatırda tutularak onun toplumsal anlamda bir değerler ve inançlar sistemi içinde ele alınması yalnızca siyaset felsefesine bırakılmadan doğrudan uygulamaya dönük disiplinler arasında değerlendirilmesi yerinde olacaktır. Bu çerçevede Devlet'in yaşayan bir sosyal unsur olduğu ve bu bakımdan asıl önem verilmesi gereken yönünün teknik-işlevsel yanı olduğu da hiçbir zaman unutulmamalıdır.

Bir başka açıdan devlet için milletin “nefs-i emaresidir” rahatlıkla kullanabiliriz. Bu açıdan devlet, her kademede haddi bildirilmesi gereken bir oluşumdur. Elbette burada had bildirme mercii, millet ve onun hukukudur. Bu noktada devleti milletin karşısında haddini bilen bir oluşum olarak tarif etsek hiç de yanlış olmaz. Büyük Türkiye’nin “büyüklük” vasfı, devlet ile millet arasındaki bu hakşinaslık ve hadbilirlik hizasında ortaya çıkacaktır.

#Türkiye
#Ekonomi
#Politika
6 yıl önce