|

Sıradan insanların korkunç hikayeleri

Tayfun Pirselimoğlu yeni romanı Kerr ile okuyucu karşına çıkarken vizyona girecek ''Ben O Değilim'' de sinemacı yanını konuşturuyor. Pirselimoğlu''nun kötülüğün hayatımıza egemen olduğunu yansıtan resimlerinden oluşan "Tekerrür" sergisi Milli Resürans''ta devam ediyor. Pirselimoğlu, Dostoyevski gibi ''sıradan insanların korkunç hikayeleri''ni anlatmak derdinde olduğunu söylüyor.

Harun Karaburç
00:00 - 5/01/2014 Pazar
Güncelleme: 19:33 - 4/01/2014 Cumartesi
Yeni Şafak
Sıradan insanların korkunç hikayeleri
Sıradan insanların korkunç hikayeleri

Sanat hayatına resim, sinema ve edebiyat dallarında eserler üreterek devam eden Tayfun Pirselimoğlu yeni romanı ''Kerr'' ile okuyucu karşısına çıkıyor. Pirselimoğlu''nu çoğunuz sinemacı yönüyle tanır ancak o kalemi güçlü bir edebiyatçı aynı zamanda. Bugüne kadar yazdığı Çöl Masalları, Kayıp Şahıslar Albümü gibi kitaplarıyla edebiyat dünyasında da kendine saygın bir yer edinen Pirselimoğlu Kerr''de, hayatın sürekli tekrar etmesi üzerine kafa yoruyor; başı ve sonu belli olan hikayenin içinde sürekli aynı şeyleri yaşayan insanın dramını anlatıyor. Derdini yaptığı filmlerle, yazdığı kitaplarla ve resimleriyle anlatan Pirselimoğlu ile hem yeni kitabını hem Şubat''ta vizyona girmesi planlanan yeni filmi Ben O Değilim''i hem de Milli Resürans Sanat Galerisi''ndeki ''Tekerrür'' sergisini konuştuk.

Kerr romanın yazılış öyküsüyle başlayalım. Roman nasıl ortaya çıktı?

Bu kitabın birinci ve son bölümü 2002''de çıkan Kayıp Şahıslar Albümü kitabıyla aynı. Şöyle bir hikaye var: Babasının cenazesine gelen adam tren garında bir cinayet görür ve müthiş bir kararsızlık geçirir. En sonunda trene atlar ve İstanbul''a döner. Kerr''de de aynı hikaye var başlangıçta ama adam bu kez trene binmiyor, karakola gidiyor. Bu kitabın birinci bölümüyle son bölümü Kayıp Şahıslar Albümü''nün aynısı, hiçbir değişiklik yok. Bu benim hayatın tekerrür ettiğine dair olan inancıma işaret ediyor Başı ve sonu belli olan bir hikayenin içerisinde tam ortasındaki değişiklikleri yaşıyoruz. Kafka''yla Terry Gilliam, Monty Python karışımı bir zamanda yaşıyoruz. O yüzden bu kitap da biraz insani idrakin ve rasyonun kaybolduğu absürt olan her şeyin gerçekmiş gibi önümüze konduğu bir zamanı anlatıyor.

Vicdan ve ölüm teması üzerine bir üçleme yapmıştınız. Bu temayı Kerr''de de kullandınız mı?

Her yazdığım şeyde ölüm var. Bütün kitaplarımda var. Aşağı yukarı bunda da var. Zaten içinde birçok ölümün saklandığı bir hikaye Kerr. Herkesin olduğu gibi benim de bir derdim var. Nasıl olacağını bildiğimiz bir hikayeyi yaşıyoruz ama bununla alakalı tasavvurumuz hiçbir yere oturmuyor. Asla kurtulamayacağımız bir sona doğru gidiyoruz.

EDEBİYAT VE RESİM SIĞINAĞIM
Filmlerinizde ve kitaplarınızda sıradan insanların hayatları var. Bu insanlara çeken ne oluyor sizi?

Esas yapmayı sevdiğim şey sıradan görünen insanların hikayesini anlatmak. Dostoyevski bir mektubunda "Sıradan insanlar ne kadar korkunçtur." der. Mesele de bu korkunçluğu anlatmak zaten. O yüzden her sıradanlığın arkasında, kazıdıkça ortaya çıkan, hiç de sıradan olmayan korkunçluklar var. Yolda karşılaştığım insanın ne olduğunu merak edip onu kazıyıp altından bir şey çıkarmaya çalışıyorum. Dolayısıyla sıradan gibi görünen her şeyin bir garipliği/ tuhaflığı olduğunu düşünüyorum.

Sinema, edebiyat, resim birbirinden çok farklı disiplinler. Siz kendinizi en çok hangi alanda özgür ve rahat hissediyorsunuz?

Sinema bütün bunların hepsini kapsayan bir alan. O yüzden ana işim yönetmenlik. Fakat sinema kollektif bir iş. Ama edebiyat tamamen kendi başınıza cenk ettiğiniz bir alan. Biraz benim sığındığım bir yer. Resim de az çok öyle. Sinema hayalinizi icbar ettiğiniz bir yer. Edebiyat ise okuyucuya kendi tasavvurunu harekete geçirmek için açtığınız bir kapı.

Her bağımsız film iyi film anlamına gelmez
Popüler filmlerin daha çok izleyiciyle buluştuğu bir dünyada gişe beklentisi olmadan bağımsız sinema yapıyorsunuz. İnsanlardaki popüler sinemaya olan bu ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu çağın ruhuyla alakalı bir şey. Pesimist bir yapım var ve gidişatın hiç iyi bir yere doğru olmadığına inananlardanım. Bu çağdaki bu çürümenin tezahürü olarak insanlardaki beğeni/ algı seviyesinde bir aşağıya doğru gidiş var. Bazen hayretler içerisinde kalıyorum ve inanamıyorum insanların bazı filmlerle alakalı söylediklerine. Asgari bir beğeni seviyesinin artık bir yere oturmuş olması gerekirken bu çok nakıs aşağılarda yer alıyor. Popüler sinemanın yapılmasına karşı değilim. Ama bunun bağımsız sinemayı ezme pahasına olmasına karşıyım. Bağımsız sinemanın içinde de çok kötüler var. Her bağımsız film de iyi film anlamına gelmiyor. Ama bağımsız sinemalardaki iyi niyet miktarı para kazanmak amacıyla yapılmış gişe filmlerinden kat be kat daha fazladır.

Her mahallede artık bir AVM var. Gişe filmleri de AVM''lerdeki lüks salonlarda gösteriliyor. Bağımsız sinema veya sanat filmleri hak ettiği değeri görmüyor gibi. Siz ne düşünüyorsunuz?

O çok kötü bir şey. Vahşi kapitalizmin en süfli şeklini burada yaşanıyor. Evet, bunların ses sistemleri daha iyi, çok daha iyi projeksiyon koşulları var doğru ama sinemaya yüklenmiş olan ticari bakışın bu işi sanat için yapan diğer filmlere de nefes aldıracak bir alan açması lazım. Hiç öyle dertleri yok. Dünyada da yok bizde de yok. Sinemayı, gişede kaç para kazanacağım düşüncesiyle yapanların böyle bir derdi olmasını da beklemek saflık olur. Fakat şunu bekleme hakkımız var: Bu dünyanın birçok gelişmiş memleketlerinde bağımsız sinemanın nefes almasını sağlayacak başka organizasyonlar ve gösterim alanları var. İşte Türkiye''de eksik olan şey o. Sinema, yalnızca kaç para gitti kaç para geldi hesabıyla bakılıyorsa hiç yapılmasın daha iyi. Sinemanın ticaret olduğunu düşünenlerle bunu tartışmanın bile bir manası yok.

Bağımsız sinema adına iyi şeyler yapanlar yok mu?

Yeni bir kuşak var ve o sahiden benim de iyi şeyler yapacaklarına inandığım bir kuşak. Bir zamanlar 10- 15 tane film çekilirken şimdi 80 film çekiliyor. Fakat şöyle de bir şey var: O 10- 15 filmden 3 tanesi iyiydi, şimdi 80 filmden yine 3-5 tanesi iyi. Kantitatif olarak artması kaliteyi de aynı oranda arttırmıyor. Ama bu memlekette sinemanın ne olduğu merak eden çok büyük bir izleyici kitlesi var. Her büyük festivalde muhakkak Türk filmleri yer buluyor.

Önü alınmaz kötülük
Milli Resürans Sanat Galerisi''nde devam eden bir serginiz var. Karamsar bir hava var resimlerinizde. Tekerrür neyi anlatıyor?

Ben tematik sergiler yapıyorum. Her sergi için ayrı bir hikaye yazıyorum. Bu da ''Tekerrür'' diye bir sergi. Daha önce Felluce diye bir sergi yapmıştım aynı yerde, 2005''te. Orada adından anlaşılacağı gibi işgale uğramış bir yerle alakalıydı. Ben giderek bu gidişatın artık bütün dünyayı kapsadığını, bu kötülüğün önü alınmaz bir şekilde hayatımıza egemen olduğunu düşünüyorum. Onun üzerine yaptığım resimler bunlar.


10 yıl önce