|

Siyasette, Toplumda, Sanatta KADIN

Kadının adı; kimi Güldal Akşit gibi siyasette kimi Lale Mansur gibi sanatta, kimi de Özlem Albayrak gibi toplumun arasında... Elbette bu olasılıkları çoğaltmak mümkün. Üstelik her kadın isminin önüne farklı bir sıfat getirerek. İsimleri farklı olsa da hepsi çocuklarımızın annesi, kiminin eşi, kiminin kardeşi... Kadınları her daim 'görmek' ve değerlerini bilmek için kadınlar gününüz kutlu olsun...

Kübra&Büşra
00:00 - 8/03/2009 Pazar
Güncelleme: 21:48 - 7/03/2009 Cumartesi
Yeni Şafak
Siyasette, Toplumda, Sanatta KADIN
Siyasette, Toplumda, Sanatta KADIN
Bu ülkenin kadın sorunlarını hangi kesimden kadına sorarsınız sorun benzer sözleri duyuyorsunuz. Kimi eğitim, kimi özgürlük, kimi şiddet, kimi de başörtüsü diyor. Ne kadar farklı çevrelerden olsalar da onları bir araya getiren, 'kadın' kimliği ve tabiki sorunları. Ak Parti Kadın milletvekili Güldal Akşit kadının siyasetteki, oyuncu Lale Mansur ile kadının sanattaki yerini, yazar Özlem Albayrak ile de toplumun kadın sorunlarını konuştuk. Kariyerlerinde bir yerlere gelmiş bu kadınların, hep bir ağızdan söyledikleri en önemli kadın sorunu ise eğitim. Türkiye'deki idelojik bölünmeler de kadını mı yoksa erkek mi etkili? sorusuna cevap ise ilginçtir ama 'kadın' oluyor.
Kübra

8 Mart 1857'de New York'ta 40.000 dokuma işçisi bir tekstil fabrikasında daha iyi şartlarda çalışmak için greve başladı. Grev işçileri, saldıran polisler tarafından fabrikaya kilitlendi. Ardından çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. Ve bu olaydan sonra 8 Mart, Dünya Kadınlar Günü ilan edildi. O zamandan bugüne dek dünyada kadınlar için ne değişti. Kadına yönelik şiddet, töre cinayetleri, eğitim, başörtüsü... Bazı kadınlar akademisyen, sanatçı, siyasetçi veya yazar ama onlar herşeyden önce kadın...
Büşra

KADIN İKTİDARDA ERKEKTEN BETER OLUYOR

Dans etmiş, oyunculuk yapmış biri olarak, kadınlık öykünüzü anlatır mısınız?

Ben çok şanslıydım. İstediğim herşeyi yapabildim. Dansçı olmak istedim oldum. Oyuncu olmaya karar verdim onu da yaptım. Sadece anne olmadım. Hem çalıştım, evimi idare ettim hem de aileme gerektiğinde destek oldum. Bunların hiç biri birbirlerine mani değil ama tamamen dünyaya bakış açısıyla ilgili.

Neden çocuk düşünmediniz?

Ben çok cocuğum olacağını düşünmüştüm ama bu konuda geç kaldım. Bale, tiyatro derken hayatımın yoğunluğundan geç kaldığım için çocuk sahibi olamadım. Ama çok isteseydim olurdu.

Sizin her istediğinizi yapabilmenizde erkeğin faktörü nedir?

Evet bana saygı duyan birisiyle evlendim. Benim seçimim buydu. Ama en azından bunları seçebilme imkanına sahiptim. Herkes benim kadar şanslı değil. Benim ailemde ve çevremde kim olursa olsun aynı benim gibi yaşardı.

İki abiniz var. Bulunduğunuz aile ortamında kadının yeri neresiydi?

Benim ailemde kadın ve erkek ayrımı yoktu. Abilerim ve benim aramda ailemin bana dayattığı hiç bir ayrım görmedim.

Oyunculukta para dengesi erkek ve kadına göre değişiyor mu?

Türkiye'de sinema ve tiyatrodan role ve ağırlığına göre paralar kazanılıyor. Genç kadronun içinde deneyimli oyunculara daha fazla ücret verilebilir. Ama bu durumu kadın erkek olarak ayırmıyorum ben.

Ya sizin gibi şanslı olmayanlar?

Erkeklerin hepsini kadınlar yönetiyor. Eğitim eksikliği var. Erkekleri büyüten kadınlar biraz daha aydınlanmış olsa, “oğlumdur ne yapsa yeridir” değil de, birlikte olacağı kadını da düşünecek şekilde eğitse bu durum ortadan kalkar.

Zihniyet çatışmasını erkekler mi yoksa kadınlar mı daha çok belirliyor?

Erkek egemenliğinin farkında olan ve itiraz eden kadınlar var. Erkeklerden daha çok erkek gibi davranan kadınlar var. Mesela; Tansu Çiller politikaya girdi de ne oldu? En karanlık dönemlerimizi yaşadık. “Vuran da vurulan da başımın üstünde” gibi açıklamaları da duyduk. Bunun kadın duyarlılığıyla ilgisi yok. Kadınlar güç ve iktidara geldiklerinde erkekten daha beter olabiliyor.

Peki ya annelik… Eskisi kadar vurgu yapılan bir kimlik mi?

Bence annelik hala önemli. O tamamen kadınla ilgili bir durum. Çalışmayıp evinde oturup çocuğuna bakmayan insanlar da çok. Hep çalışıp hem de çocuğuna yeteri kadar vakit ayırabilen kadınlar var. Bu kadının çocuğa olan sevgisine ve hayata bakışına bağlı.

Kadın sorunu olarak ilk üçünüzde neler var?

En önemli sorun özgürlük. Okulunu, eşini, işini hayatını seçme özgürlüğü. Özgürlüğün içine de birçok şey giriyor.

Feminist hareketlerin kadına fayda sağladığını düşünüyor musunuz?

Ben hiç bir feminist gurubun içinde olmadım. Çünkü erkek kadın ayrımı hoşuma gitmiyor. Tabi kendi haklarımı sonuna kadar korurum. Yaşamımda ezilmeye müsade etmem. Ama bu feministlikle ilgili değil.

Türkiye'deki kadınların kaç kimliği var?

Her kadının kendi tercihi olarak bir kaç kimliği var. Ama bana kalırsa sadece kadının sorunu değil herkesin bir kimlik sorunu var bu ülkede. Yalnızca anne, eş, çalışan kadın olmakla bitmiyor. Din, ırk gibi başka seçimler de var. Tüm bunların üzerinde insanım ve kadınım şeklinde gören çok az insan var ülkemizde.


ERKEK BAKAN BULAMADINIZ MI DEDİLER

Kir kadının siyasete girme sebebi ne olabilir?

Toplumun sorunlarına yakınlık kurmak denilebilir. Çünkü hukukçu olunca ister istemez duyarsız kalamıyorsunuz. Ailemde siyasetçilerin oluşu, toplumun yeni bir siyasi yapılanmaya duyduğu ihtiyaçtan doğan bir istek de diğer faktörler. AK Parti'nin 13 kadın kurucu üyesinden biriyim. Başbakanımızdan gelen teklifi reddedemedim

Kadin siyasetçi, kadın sorunlarına karşı daha mı hassastır?

Tabi ilk siyasete atıldığınızda kadınların sorunlarıyla ilgileniyorsunuz. Kadın bakış açısıyla bazı sorunların daha iyi değerlendirilebileceğini düşünüyorsunuz. Çünkü her ne kadar tarafsız da bakıyoruz deseler sorunlara daha hassas yaklaşırlar.

Kadın siyasetçinin erkek siyasetçiden ne farkı vardır?

Belli temel konularda ayrılması mümkün değil. Ancak yasal düzenlemeler yapılırken belli konuların daha önemsenmesi bakımından kadın hassasiyeti öne çıkıyor.

Neler onlar?

Kadınlar, çocuklar, yaşlılar… Toplumun daha dezavantajlı gruplarına yaklaşımları farklı oluyor. Kadın daha hassas ve duygusal. Erkeklerin göremedikleri bazı konuları daha iyi değerlendiriyorlar. Sorunları tartışmak yerine daha uzlaşmacı yaklaşıyorlar.

Peki ya evli olup da siyaset yapmak…

Siyaset yapıyorsunuz ama evi de ihmal etmiyorsunuz. Görevleriniz devam ediyor. Siyaset öncesinde de çalışan bir insandım her ikisini bir arada götürmek çok zor. Tabiki fedakarlık gerektiriyor. Erkeklerin kadınlardan ayrıldığı en önemli noktalardan birisi bu. Evdeki sorumlulukla iş sorumluluğunu bir arada götürmek. Bir kaç şapkayı birden taşımak zorunda kalıyorsunuz.

Dışarıda sistemi yöneten bir kadınsız. Evinizi de aynı oranda yönetebiliyor musunuz?

Öyle olmuyor. Bakanlık görevi yönetirken de milletvekilliği görevini yönettiğimde de bu yaptığım bütün görevlerim orada kalıyor. Olması gereken de bu. Evime girdiğim andan itibaren siyasi kişiliğimi, üstlendiğim görevleri bir askıya asıyorum. Ev ihtiyaçları, genel konular, aile konuları gibi olayları birlikte konuşuyoruz. Evin diğer ihtiyaçlarını, yemek temizlik vb. yine üstlenen ben oluyorum.

Görev aldığınız süre içinde sizi ne yıprattı?

Çok zor bir iş. Çalışma şartlarını değerlendirdiğimizde, teşkilatla olan ilişkilerinize baktığınız zaman zor. Çünkü kendinizden daha öncelikli yaptığınız şeyler. Şahsi meselelerinizi, özel hayatınızı ikinci plana almanız gerekiyor. Ama biz kadın siyasette olsun diyorsak bu fedakarlıklar da gerekiyor. Siyaset erkeklerin çok sevdiği bir alan. Çalışma şartları da erkeklere göre dizan edilmiş. Kadının fedakarlık yaparak bu alanı kendine açabiliyor.

Peki özel hayatınızdaki krizleri yönetmede ne kadar başarılısınız?

Ben bakanlık yaptım ama hiç bir zaman eve geldikten sonra ben bakanım psikolojisiyle davranmadım. Bu bizim Türk aile yapımıza ters. Böyle bir tavır içinde olursanız bir taraftan başarılı olayım derken diğer taraftan hayal kırıklıkları yaşayabilirsiniz. Aile terbiyemiz ve toplumun genel yargılarını göz önünde bulundurduğunuzda hırsınız aklınızın önüne geçmiyorsa sorun olmaz.

Peki halk kadın siyasetçilere erkek siyasetçilere güvendiği gibi güveniyor mu?

Bunun örneğini Kasım 2002 seçimlerinde milletvekili adayı olarak girerken de yaşadım. Bizzat yüzüme söylendiği de oldu. “Erkek bulamadınız mı?” şeklinde tepkilerle karışılaşıyordum. Fakat zaman içinde bunun değiştiğini de gözlemledim. Yedi yıl öncesiyle bugüne baktığım zaman insanların alıştığını, kadın milletvekillerine de inanıp güvendiklerini görüyorum. Sorunlarını artık rahat paylaşıyorlar.

Siyaset bir kadını erkeksileştiriyor mu?

Kadın her yerde kadın aslında. Mecliste de bunu yaşıyoruz. Hepimiz bir araya geldiğimizde güncel konuların haricinde mutlaka kıyafet, ayakkabı, çanta konusu gündeme geliyor. Ama bazı kişiler kendilerini kaptırıp erkeksileşiyorlarsa buna en müsait alan siyaset. Bu tarz arkadaşları geçmişte de gördük bence hiç hoş ve şık olmuyor. Duyguları, hisleri ve nezaketiyle, giyimi kuşamıyla kadın olduğunu unutmadan işini yapması doğru olan. Zaten bol miktarda erkek siyasetçi var. Bu biraz kendinize güven ile ilgili. Neyseniz osunuz..


BAŞÖRTÜLÜ KADIN AİLE VE REJİM ARASINDA PİNPON TOPU

Kadın sorunlarını alt alta sıralarsan ilk üçüne hangilerini yazardın?

Başörtüsü, şiddet ve eğitim. Başörtüsü sorunu kadının eğitiminin önündeki engellerin kaldırılmasıyla, şiddet sorunu ise erkeğin eğitilmesiyle çözülecek bir konu. Kadın hakları savunuculuğunun marka değerini satın almış gibi davrananlar, biraz geriye çekilse eğitime, şiddete, işyeri haksızlıklarına gerçek çözümler getirilebilirmiş gibi geliyor.

Senin kafandaki 'kadın kimliği' tanımı nedir?

Kadın olmak tek başına ayırıcı vasıf değil aslında, kimliğin pek çok bileşeni var. Sözgelimi, medya mensubu olmak, Alevi olmak gibi..

Yaşadığın topluluk içinde kimliklerin yüzünden sorun yaşadın mı?

İslami camianın örtülü kadına bakışı daha çok çekimser bir saygı sularında. Ama açıkça, taammüden reddiyeler genelde 'öteki mahalle'den geliyor. Örtünün belli semt ve mekanlarda daha çok göze batıyor olduğu, malum. Bir çok yazar ve çizer 'Nişantaşı'na bile geldiler' diye konuşmaya başladıklarına göre, sosyal yasak isteği içinde olduklarından sözedebiliriz. E bu konuda Anayasa Mahkemesi kararı çıkartamayacaklarına göre alışacaklar zamanla.

Yazılarını yazarken bir parçan olan başörtüsü kalemini etkiliyor mu?

Ben başörtüsü konusunda kanımın son damlasına kadar yazmak isteyen bir yazarım, ama bu konuda bir oto kontrol geliştirdiğimi de söylemeliyim.

Neden?

Çünkü zaten örtülüsünüz, bu konuda yazmanız demek çifte kavrulmuş yafta demek. Bir de başörtüsü konusu o kadar çok harcandı ki, en orijinal cümle bile ortak bir bıkkınlığın dalgakıranına çarpıyor. Hiçbirşey hedefi 12'den vurmuyor. Başörtülü, başörtüsü yazdığında söz değersizleşiyor.

Kendini sınırlıyorsun…

Ne yazık ki… Kadın konularında da böyle. Çünkü ataerkil bakış açısında bıyık altı gülümsemelere neden olmuştur kadınların yazdığı kadın yazıları. Şöyle bir kontrast da söz konusu. Erkeklere has gibi gözüken alanlarda kadının, sözgelimi 'ekonomi' alanında yazması, o yazıyı daha okunur kılabiliyor.

Başörtüsünü kendinde bir görev edindiğin için mi yazıyorsun?

Hayır. Elbette ilginizin ve bilginizin bulunduğu alanlarda daha rahat kalem oynatabilirsiniz. Bu başka. Ama başörtülü kadınların sorunlarını aynı zamanda bizzat deneyimlediğiniz için, kalbi bir insicam da ekleniyor bilgiye.

Bu ülkede başörtüsü ne kadar 'kadın' problemi?

Başörtüsü yüzde bir milyon kadın problemi. Ama, öyle bir çatışmanın ortasına düştü ki, kadının başörtülü olduğu için uğradığı ayrımcılıklara, ne bir yasayla son verilebildi, ne de toplumsal ilgi gösterilebildi. Başörtüsü bu ülkede, neredeyse konsensusla dışlanmış tek kadın kimliği. “Sorun” olarak ad alma konusunda bile bir “meşruiyet” zemini bulamadı. Hükmen mağlup oldu. Bu nedenle Türkiye'nin nitelik ve nicelik olarak en büyük kadın sorunu, hala çözüm bekliyor.

Meşruiyet derken…

Bir kadın işyerinde eşit işe düşük ücret alıyorsa, bu haksızlığın taraftarı, holiganı olmayız. Ama sözkonusu olan başörtüsüyse karşısına Cumhuriyet değerleri dikilir, yuhalama orkestrası sazı eline alır. Bi dakka diyecek olanlar de hemen yaftalanır.

Bir kadın yazar olduğun için ekonomik haksızlığa uğradın mı?

Özel olarak bana yapılmış bir haksızlık olmadı. Bir de şu var; eşit işe düşük ücret uygulaması daha çok, küçük işyerlerinde, imalathanelerde vasıfsız elemanlara reva görülen bir uygulama. Eğitim almış, üniversite bitirmiş ve dil bilen kadınlar büyük işyerlerinde haklarını ama öyle, ama böyle alabiliyor gibi görünüyor. Ama hiçbir sorunu yok değil. Büyük yerlerde de kadın, kariyer basamaklarını erkek kadar hızlı çıkamıyor.

Türkiye'deki ideolojik bölünmelerde kadının rolü sence nedir?

Kendine feminist diyen bazı kadınların 80 yıllık Cumhuriyet rejiminin vaz'ettiği kadın prototipi dışındaki hiçbir kadın kimliğini muteber bulmama noktasında erkeklerle elele verdiğini görüyorum. Bu kadınlar da feminist, laik, batılı görüntüde ama bana sorarsanız gayet ataerkiller. Bu kadın tipi başörtüsünü kadın sorunu saymayarak, kadın sorununu manipüle de ediyorlar.

Kadının ekonomik bağımsızlığı, kimlik, eğitim. Bu üçü arasında nasıl bir bağlantı kuruyorsun?

Eğitim ve ekonomik bağımsızlık arasında düzçizgisel bir ilinti olduğu açık. Hatta eğitim, ekonomik bağımsızlığın önşartı gibi bir şey. Sorunun ilk kaynağı yani, kız çocuklarının eğitim alamaması. Kaç çocuğu olduğunu söylerken totalden kızları düşüp öyle rakam veren babalar ülkesi Türkiye'de hala kız çocuğunun okumasını şart görmeyen aileler çok.

Bu biraz da yoksullukla ilgili değil mi?

Asıl sorun “kendine din süsü vermiş geleneksel algı”yı taşıyan feodal zihniyette. Adam “kızı okutup da ne olacak, başımıza müddeim kesilecek” diyor. İkna etmek için çabaladığınızda ise karşınıza, okuyan kızın 'namus'unu kaybedeceğine, modern şehir hayatının albenisine kapılıp ailede verileni terkedeceğine yönelik gayet sahih ve ciddi korkular çıkıyor. O aileyi bunun olmayacağına ikna etmenin tek yolu, o kızın kendisi gibi kalarak, aile kimliğine halel getirmeden okuyabileceğine dair bir teminat. Aile tarafından bu teminatın görünürlüğü de çocuğunu başörtülü okutabilmek üzerinden sınanıyor.

Olan kadına oluyor…

Ne yazık ki. Kadın bu iki duvar arasında pinpon topuna dönüşüyor. Kimliği, eğitimine ve ekonomik bağımsızlığına malolan kadın, -başka ne olacak- 14 yaşında evleniyor. Sonra da Cumhuriyet sevdalıları, “14 yaşında kız evlendirilir mi?” diye çığlığı basıyor. Kimse de çıkıp “Pardon ama ne bekliyordunuz, hayatta kurup kurabilecekleri tek hülya iyi bir koca olan kızların hüsranında sizin de bir parça payınız yok mu?” demiyor. Bu sarmal yıllardır sürüyor.


Feminizm anne-çocuk bağını koparamadı

Sence annelik eskisi kadar vurgu yapılan bir kimlik mi?

70'lerde Amerika'da çıkan ve feminizmin radikal kolu olan 'Lavanta' isimli hareket uçlarda gezinen ve abartılmış erkek düşmanlığına dönüşmüş bir akımdı. Bu akım kısmen kadının aile içindeki rolünü etkiledi. Kadın iddia sahibi artık, kocasıyla yarışıyor. Ama anneliği reddetme noktasına varmadı bu etkilenme. Annelik kurtarılmış bölge.

Feminizmin anneliğe el süremedi yani...

Evet. Çünkü kadınlığın annelik cüzünün çocuğa duyulan koşulsuz sevgiyle donatılmış uhrevi bir yanı var. Kargaya yavrusu şahin görünüyor, eserini kusurdan kabahatten münezzeh addediyor, bunu öğrenerek değil, içgüdüyle yapıyor. Kadın bireyselliğini çocuğa tercih eden radikal feminizm, anne-çocuk bağını koparmada hiçbir zaman başarılı olamadı.



15 yıl önce