|

Suriye hepimize çok şey öğretti

Nüfusu 23 milyondu. 2011 Mart ayında 40 yıllık hanedana karşı silahlı isyan başladı. Birkaç ayda bitmesi öngörülen süreç, Esed ailesini iktidarda tutarak kaosun devamını isteyen güçlerce uzatıldı. Vekâlet savaşlarının en kirlisine sahne olan Suriye topraklarında kaç kişinin öldüğü tam olarak bilinmiyor; belki 500 bin, belki 1 milyon... Zaten zulüm sıradanlaşınca ölümler de ancak bir istatistik olarak kalıyor. Yine kaydını tutalım biz: Evlerinden kovulan 6 milyona yakın insan, ülke içinde başka yerlere göç etti. Yaklaşık 4 milyonu Türkiye’ye geldi. 2 milyonu ise başka ülkelerde. Aradan geçen 8 yılda işkencenin, silahın ve ölümün her türlüsüne şahit olduk

Atilla Diş
17:33 - 3/05/2019 Cuma
Güncelleme: 18:01 - 3/05/2019 Cuma
Yeni Şafak
Suriye hepimize çok şey öğretti
Suriye hepimize çok şey öğretti

Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve sonrasında Sovyetler’in sahneden çekilişinden beri coğrafyamızdaki hemen her olay belli bir program dahilinde yürütülüyor. 11 Eylül 2001’de tarihin en büyük illüzyonuna imza atan ekip fikirleri ve tasarılarıyla hâlâ iktidarda. Katolik Hristiyanlığı Siyonizme entegre eden Evanjelist tarikatı, Nil-Fırat arasına İsrail’in egemen olmasını ‘Tanrı buyruğu’ gibi görüyor. Tarikatın ‘Neo-Con’ (yeni muhafazakarlar) olarak da bilinen temsilcileri, İsa-Mesih’in yeryüzüne, vâdedilmiş topraklara ancak Yahudiler hakim olduğu zaman ineceğine inanıyor. Sözkonusu inanışın müritlerine göre, İsrail’e tehdit olması muhtemel her lider ve her ülkenin mutlaka bertarafı gerekiyor. Nihai amacı maskelemek için başvurulan kılıf bazen enerji hatları ve jeopolitik çıkarlar oluyor bazen kimyasal silahlar, bazen de ‘demokratik değerlerden uzaklaşan ve giderek diktatörleşen’ liderler...

1980-1988 yılları arasında İran’a saldırılar için kullandığı Irak ordusunu tepeden tırnağa dizayn eden ABD, ‘kontrolden çıkan diktatör’ün Kuveyt işgalini sonlandırmak için Irak’a saldırarak 1991’de Basra’ya yerleşti. Bunu 2003 yılında Irak’ın fiilen işgali izledi. 11 Eylül sonrası İslam’a karşı Haçlı Seferi başlattığını söyleyen George W. Bush’un ‘diktatör’ Saddam Hüseyin’den kurtardığı Irak, çok kısa bir zamanda kaos cenderesine girdi. Yüzlerce yıldır birarada yaşayan Şii ve Sünniler mahalle aralarına kalın duvarlar inşa ederken, Amerikan askerlerinin birbiri ardına kurduğu hapishane ve kamplar ise uygun bir zamanda sahneye sürülmek üzere kodlanmış militanların üretildiği çiftliklere dönüştü. Yeraltı kaynaklarını sömürürken yerüstündeki tarihi varlıkları da talan eden küresel çete, teslim almayı kolaylaştırmak için hem kamu kurumlarını etki ajanlarıyla delik deşik etti hem de etnik ve mezhepsel ayrışmaları körükledi. Saddam döneminde baskı gördüğünü iddia eden ve bir zamanlar her gün selam verdiği Sünni komşusunun evini yakmaya giden Şii Müslümanlar, daha birkaç yıl geçmeden Amerikan dipçikleri altında Sünnilerle birlikte ya can verdi ya da işkenceler altında sakat kaldı. Bir milyonu aşkın insanın acımasızca öldürüldüğü işgal süreci, geride yıkılmış kadim şehirler, paramparça olmuş mahalleler ve tedavi edilemeyecek yaralar bıraktı.

İLİŞKİLER HIZLA GELİŞİRKEN
İÇ SAVAŞ PATLAK VERİYOR

ABD’nin Irak işgaline destek için ettiği teklifi 2003 Mart’ında TBMM kararıyla geri çeviren Ankara ise ‘küresel hegemonyaya hayır diyebilen ülke’ olarak bölgesinde güvenilirliğini artırmıştı. AK Parti iktidarıyla 2003-2010 arasındaki dönemi hem ekonomik atılımlar hem de demokratikleşme hamleleriyle iyi değerlendiren Türkiye, Ahmet Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığı ile birlikte bir sonraki adıma geçti ve bölgesel etki alanını genişletme adına ‘komşularla sıfır sorun’ prensibini benimsedi. Rusya, İran, Ermenistan, Irak, Suriye, Yunanistan ve Bulgaristan’la ilk etapta kültürel ve ekonomik sorunların çözümü yolunda bir dizi adım atıldı. Somut projelerin hacmine bakıldığında Türkiye’nin sadece sorun çözmek değil, aynı zamanda ileri düzeyde ortaklık kurmak istediği bir ülkenin varlığı göze çarpıyordu: Suriye... Özellikle 2010 yılından itibaren karşılıklı yatırım anlaşmaları birbiri ardına yapıldı. Türk bankalarının bu ülkede şubeler açması, hatta iki ülkenin ticaretini geliştirmek için çalışacak bir ‘ortak banka’nın kurulması, TOKİ’nin dar gelirli Suriyeliler için binlerce konut inşa etmesi, Nusaybin sınırına yepyeni bir gümrük kapısı, ortak lojistik merkezi, Halep’e tren fabrikası, Rakka’ya çimento üretim tesisi, vizelerin kaldırılması, ticarette yerel para birimlerinin kullanılması, Asi nehri üzerinde ‘Türkiye-Suriye Dostluk Barajı’ inşası, İran doğalgazının Türkiye’deki hat üzerinden Halep’e taşınması, Suriye’nin tapu-kadastro arşivinin dijital dönüşümünü Türk Bayındırlık Bakanlığı’nın yapması, Türkiye-Suriye-Lübnan-Ürdün arasında planlanan ‘Shamgen’ projesi bunlardan sadece birkaçıydı. Üstelik rejim, Türkiye’nin isteğiyle bu ülkede PKK bağlantılı kişilere operasyon yapıp yüzlerce kişiyi gözaltına almaya bile başlamıştı.

2011 yılına girildiğinde Ankara ile tam entegrasyon adımlarına hız veren Şam yönetimi, Tunus, Mısır ve Libya’yı altüst etmiş Arap Baharı’ndan şüphesiz ürküyordu. Ülkeyi 1971’den 2000 yılına kadar Hafız Esed yönetmiş ve öldüğünde yerine oğlu Beşar geçmişti. Oğul Esed, iktidarının 11. yılını, rejim ise ‘azınlığın çoğunluğu yönettiği’ ülkede 40. yılını yaşıyordu. Alevi-Nusayri hanedanının yönetim tarihi Sünni halka yönelik katliamlarla dolu olduğu için Arap Baharı sürecinde rejimi endişelendirecek yeterince neden vardı. 20 milyonu aşkın nüfusun ancak yüzde 13’üne tekabül eden Alevi-Nusayriler ülkede onlarca yıldır yönetimde iken, halkın yüzde 75’ini oluşturan Sünniler ise hiç iktidar yüzü görmemişti. Üstelik 1982’de 40 bin kişinin birkaç gün içerisinde öldürüldüğü Hama Katliamı ve Müslüman Kardeşler üyelerine yönelik toplu infazlar hafızalarda taptazeydi. Osmanlı Devleti bölgeden çekildiğinden beri, Sykes-Picot haritalarına öfkelenmiş ve başkaldırmak için uygun ânı kollayan yumrukların sayısı hiç de az değildi.

  • Saddam’dan sonra ikinci hedef Suriye’dir. ABD-Türkiye ilişkilerinin geleceği, Türkiye’nin Suriye ve İran konusundaki tavrına bağlı.
  • Richard Perle
  • ABD Savunma Ba
  • Irak’ta Saddam şartlarımızı kabul etseydi kim bilir, belki de hâlâ ülkesinin başında olurdu. Irak savaşından sonra Suriye de dahil pek çok ülke mesajımızı alacak.
  • Paul Wolfovitz
  • 28 yıllık eşimle bile kesintisiz
  • 7 saat konuşamadım ama
  • Esed’le konuştum.
  • Ahmet Davutoğlu
TÜRKİYE AKAN KANIN
DURMASI İÇİN HER ŞEYİ YAPTI

Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali’yi, Mısır’da Hüsnü Mübarek’i koltuğundan eden, Libya’da ise Muammer Kaddafi’nin linç edilerek öldürülmesiyle bitecek iç savaşı başlatan Arap Baharı, Suriye’ye aynı yılın mart ayında uğradı. Başkent Şam’ın güneyinde, Ürdün sınırındaki Dera’da Muaviye Sayasna adlı gencin, okuduğu okulun dış duvarına “Ey doktor, şimdi sıra sende” cümlesini yazması ‘devrim’in fitilini ateşledi. ‘Doktor’dan kastedilen, tabii ki göz doktoru Beşar Esed’di. Tunus ve Mısır’daki halk ayaklanmalarından etkilendiklerini söyleyen Suriyeli gençler, Esed hanedanına sıkı bir ders verme amacıyla sokaklara indiklerini söylüyordu. Duvarlara slogan yazdığı belirlenen 13 çocuk gözaltına alınırken kentte cuma namazının ardından patlak veren gösterilerde kan aktı. Dera’da yaşayanlarla oraya dışarıdan gelenler ve Suriye polisi arasında çıkan çatışmalarda 100’den fazla kişi ölürken, devletin resmi ajansı SANA, ülkede 1 milyonu aşkın kişinin cep telefonlarına ‘kutsal mekanlarda eylem yapın’ şeklinde mesajlar gönderildiğinin belirlendiğini duyuruyordu. Olayları yatıştırmak için Dera valisini görevden alan, daha sonra 48 yıllık Baas iktidarı boyunca sürmüş olağanüstü hâl uygulamasını kaldıracağını vaat eden Beşar Esed’i Başbakan Erdoğan da telefonla arayıp tebrik etti. Esed, siyasi tutukluların bir kısmını da cezaevinden salıverdi ama bu zeytin dalları, ülkede kopan fırtınayı durdurmaya yetmedi. Dera’nın ardından Akdeniz sahilindeki Lazkiye’nin sokaklarında beliren silahlı kişiler burada 12 kişiyi öldürdü. Esnaf tarafından yakalanabilmiş bir eylemcinin Ürdünlü çıkması ise dikkat çekiciydi. ABD’den, ‘Suriye rejiminin halka karşı silah kullanmaktan vazgeçmesi gerektiği’ yönünde mesajları geldiği esnada Esed taraftarları ise mart sonunda meydanlara iniyor, “3 şeyimiz var: Allah, Suriye, Beşar” sloganlarıyla gövde gösterisi yapıyordu. Başbakan Erdoğan’ın, olayların büyümemesi için “Reformları bizzat kendin açıkla” tavsiyesinde bulunduğu Beşar Esed, ertesi gün tüm dünyanın merakla izlediği konuşmasını yaptı. Ülkesinin büyük bir komployla karşı karşıya olduğunu söyleyen Esed, kendisinden beklenen o büyük reformlara uzun konuşmasında hiç değinmedi. Böylelikle ülkenin kaosa sürüklenmesini bekleyenlere bu fırsatı vermesinin yanında, belki de, ‘serbest seçimlerin yapıldığı demokratik Suriye’nin seçilmiş ilk cumhurbaşkanı’ olma şansını da heba etmiş oldu.

Esed’in hayal kırıklığına yol açan konuşması sonrası Şam’daki gösterilerde çok sayıda kişi hayatını kaybederken Humus’un Saat Meydanı’na ise binlerce kişi kamp kuruyordu. Bir mesaj yayınlayan rejim, ‘provokatörlere artık müsamahakar davranılmayacağını’ duyurdu. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bir kez daha Şam’ın yolunu tutarken, Esed’e “Reformlar için her türlü yardıma hazırız” dedi. Kimilerine göre Esed reform yapmak isterken buna ‘Suriye derin devleti’ engel oluyordu. Çok geçmeden Baas rejiminin acımasız çarkları işlemeye başladı: Guta’da devlet görevlileri evlere baskınlar düzenleyip gözaltına aldığı kişilere çok kötü davrandı; Beşar’ın kardeşi Mahir Esed ise Dera’ya tanklarla girdi. Onlarca kişi sokaklarda infaz edildi. Hama ve Humus’ta rejimin keskin nişancılarının sokakta insan avladığı görüntüler internete düştüğü zaman tüm dünyanın Esed hakkındaki fikirleri de netleşmeye başladı. Bu arada Suriye’den Türkiye’ye doğru yola çıkan yüzlerce kişi tel örgüleri aşıp ülkemize girdiğinde takvimler 2011 Mayıs ayını gösteriyordu. Suriyeliler, günde ortalama 50 kişinin öldürüldüğü ülkelerini terk etmeye başlamıştı. Türkiye’ye gelenlerin içerisinde Suriye muhalefetinin önemli isimleri de vardı ve muhalifler ilk toplantılarını haziran başında Antalya’da icra etti.


VAHŞETİN DOZU ARTIYOR
SURİYE ORDUSU BÖLÜNÜYOR

Rejim sonraki günlerde tüm ülkeyi saran isyan dalgasını kanla bastırmayı sürdürdü. Halka yönelik sindirme operasyonlarında Şebbihalar’ın da kullanılmaya başlaması tabanda öfkeyi daha da artırdı. ‘Esed ailesinin yasalardan bağımsız katliam çeteleri’ olarak bilinen Şebbihalar daha sonra hep sorgusuz infazlar, kadın-çocuk demeksizin yaptıkları işkenceler ve ikamete yönelik yağmalarla gündeme geldi. Bu Şebbihalara kısa bir süre sonra İranlı milisler de eklendi. Olaylar başlar başlamaz soluğu İdlib’in Cisr’eş Suğur kasabasında alan İranlı timler, kısa zamanda burayı ‘hayalet şehir’e çevirdi. Görgü tanıklarının anlatımlarına göre ‘Farsça konuşan sakallı kişiler’ yüzlerce İdlibliyi öldürdü, 40 bine yakın kişinin de evlerini terk etmelerine yol açtı. Rejim, burada ölenlerin mezara bile gömülmesine izin vermedi. Katledilenlerin cesetleri genellikle çöp bidonlarına döküldü. Vahşetin dozu arttıkça, Suriye ordusunda çözülmeler başgösterdi. Rejim ordusunun üst düzey askerleri artık kendi kışlalarını terk edip Türkiye’ye sığınıyordu. Rejime ait gemilerin Lazkiye açıklarından şehirdeki Filistinli mültecilerin evlerine füze yollaması, ileriki dönemde Esed’in kendi halkını katletmekte hiç tereddüt etmeyeceğinin işaretiydi.

2011 Kasım’ına gelindiğinde rejim ordusundan ayrılan askerlerin sayısı 15 bini geçmiş ve Ürdün sınırında organize silahlı direnişler başlamıştı. Şam’da yaklaşık 7 saat boyunca dil döktüğü Esed’in, sözlerini bir türlü tutmadığını söyleyen Davutoğlu, rejimin normalleşmek için son şansını kaçırdığını dile getiriyordu. ABD’de Obama yönetimi ise bir yandan Esed’in mutlaka gitmesi gerektiğini söylüyor bir yandan da ‘sabrı taşan’ Türkiye’yi Suriye’ye askeri müdahalede bulunmaya çağırıyordu. Türk ordusunun o dönem Suriye’ye askeri müdahalesi, aynı zamanda İran’la cephe savaşı anlamına gelecekti. Amerikalıların ardı ardına Ankara’yı ziyaret ettiği 2012 yılı başında Dışişleri Bakanı Davutoğlu, “Mezhep eksenli bölgesel bir savaş çıkarmak isteyenler var. Bu, bütün bölge için intihar olur” diyordu. Esed birlikleri Humus’ta camileri bile küle çevirip, cenazesini almak isteyene kurşun yağdırırken Türkiye, İran’la savaş yemini yutmamakta kararlı davrandı. Ankara işte bu yüzden, “Baskıdan kaçan tüm Suriye halkını Türkiye’ye kabul ederiz” mesajı verdi. Ancak göçlerden gelecek zararı en aza indirgemek için sınırda güvenli bölge kurma planı da masadaydı. Tahran, Devrim Muhafızları’nı akın akın Suriye’ye taşımaya devam ederken, rejimin elindeki Rus yapımı savunma sistemleri Hatay-Lazkiye sınır hattında keşif uçuşu icra eden silahsız Türk F-4 uçağını düşürdü. Saldırıyla birlikte Ankara’nın Şam’a yönelik angajman kuralları değişti. Artık sınıra yaklaşan her rejim askeri, TSK için doğal bir hedef anlamını taşıyacaktı.

  • Musul-Hayfa boru hattı için Suriye işgal edilmeli. Hat açılırsa Hayfa dünyanın en önemli petrol kenti haline gelecek.
  • Joseph Paritzky
  • İsrail Altyapı Bakanı - Nisan 2003
  • Türkiye savaşta ABD’ye ihanet etti. Kurulacak Kürt devletinin denize çıkışı bulunmayacak. Ancak petrolü olan Kürt devleti denize çıkışı rahatlıkla satın alabilir.
  • Ralph Peters
  • Büyük Ortadoğu Projesine kaynak teşkil eden
  • ‘Kan Sınırları’ adlı haritanın çizeri - ABD’li emekli albay
  • Türkiye de dahil 22 ülkenin sınır ve rejimleri değişecek.
  • Condoleezza Rice
  • ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı - Ağustos 2003
#Vekâlet savaşları
#Suriye
#Halep
#savaş
5 yıl önce