|

Toprak Anadolu’nun geleceği

Türkiye’nin önemli mimarlarından Prof. Dr. Ruhi Kafescioğlu, toprak yapıların beşiği olan Anadolu’da unutulduğuna dikkat çekiyor ve mucidi olduğu Alker’in, yozlaşan şehirler yerine kasabalaşan köyler getireceğini söylüyor.

Merve Akbaş
04:00 - 13/10/2019 Pazar
Güncelleme: 04:38 - 13/10/2019 Pazar
Yeni Şafak
Ruhi Kafescioğlu
Ruhi Kafescioğlu

Ruhi Kafescioğlu Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli mimarlardan biri. 1919 doğumlu olan Kafescioğlu, 1940’lı yıllarda girdiği Yüksek Mühendis Mektebi’nin İstanbul Teknik Üniversitesi’ne dönüşümünün, Türkiye’deki modern mimarlığın oluşumunun önemli bir tanığı. Kafescioğlu, 1948’de dbeğerli bilim adamı Mustafa İnan’ın öncülüğünde başlattılan toprak araştırma grubuyla beraber İzmir’den Hakkari’ye kadar gezerek Anadolu’nun toprak yapıları hakkında tüm kayıtları oluşturmuş. Uzun yıllar devam eden çalışmalarının ardından ise 1980’de Alker adını verdiği önemli bir yapı malzemesinin mücidi olmuş. Alker, toprak, alçı ve kirecin birleşiminden oluşan bir yapı malzemesi. Bu yapının Anadolu’nun binlerce yıllık tecrübesinin modern bir sonucu olarak görmek de mümkün. 1975’den bu yana toprak yapılar üzerine çalışan Kafescioğlu bugün 100 yaşında. Ve hala beşiği Anadolu olan bu toprak yapıların geliştirilmesi için çaba sarf ediyor. Kafescioğlu’yla buluşup ondan hem kendi meslek hikâyesini hem toprak yapıları hem de Alker’in hikâyesini dinledik.



Yüksek Mühendis Mektebi’nin İstanbul Teknik Üniversitesi’ne dönüşümünün yakın şahitlerindensiniz. Siz ‘mühendis mektebine’ gitmeye nasıl karar verdiniz?

Ben 1919 doğumluyum. Babam doktordu ancak hep idari işlerde çalışmıştı. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak için Anadolu’ya geçmesinin ardından, o da İstanbul’dan Sivas’a geçmiş. Atatürk’ün doktoru olarak da tanınan, cumhuriyetin dördüncü başbakanı Refik Saydam’ın tıbbiyeden arkadaşıydı. Bulunduğu bu çevreyle beraber o günlerde hem Kurtuluş Savaşı’nda hem de Türkiye’nin kuruluşunda rol almıştı. Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki bu çabalarından sonra da hep idari pozisyonlarda çalışmalarda bulundu. Ailemiz köken olarak Kayserilidir. Ancak babam Sivas Sağlık Müdürü olduğu için ben de orada, Sivas Lisesi’nde okudum. Bir süre sonra İstanbul’a gelince Musahipzade Tiyatrosu’nun bulunduğu Doğancılar mevkinde oturmaya başladık. Babam kendisi gibi doktor olmamı istiyordu. Hatta beni okula yazdırmıştı da... Ama aklım hep mühendislikteydi. Lisedeki arkadaşlarım da sınavlara girmek için İstanbul’a gelince, ben de babamdan izin alarak Yüksek Mühendis Mektebi’nin sınavlarına girdim. O günlerde henüz İstanbul Teknik Üniversitesi adını almamıştı. Çok hazırlıklı olmadığım için yatılı olarak değil, gündüzlü olarak sınavı kazandım. O zamanlarda gündüzlü olarak okuduktan sonra sekiz sene devlet memuru olarak çalışmanız gerekiyordu. Veya bunun yerine okula ücret veriyordunuz. Babam da memuriyetten çok çektiği için memur olmamı istemiyordu. Sınav sonucunu öğrendiğim günün akşamı, “Ne oldu Ruhi, üzgün geldin” demişti. Ben de, “Sınavı yatılı kazanamadım. Gündüzlü olarak kazandığım için tıbbiyeye gideceğim. Bu nedenle biraz üzgünüm” dedim. O da “Dur bakalım Ruhi, seninle bir anlaşma yapalım. Ben seni paralı okutacağım” dedi. Okuldan sonra memur olmamak koşulu ile, eğitimin ücretini vererek beni Yüksek Mühendis Mektebi’nde okutmaya razı oldu.

Ancak siz Mimarlık Bölümünü seçiyorsunuz okulda. Bu nasıl oldu?

Türkiye’nin ilk kadın mimarlarından Leman Cevat Tomsu amcazademdir. Ondan oldukça etkilenmiştim. Matematik ağırlıklı bir eğitim gördüğümüz ilk iki senenin sonunda, bölümlere ayrılacaktık. Leman Abla ile de devamlı temas halinde olduğum için onun işi, çevresi yani mimarlık mesleği bana çok çekici gelmeye başlamıştı. Bu nedenle o günkü adıyla inşaat bölümünü seçtim. Bu seçimin 77. senesindeyim. Hala aynı fikirde, çok iyi bir şey yaptığım kanaatindeyim.

ONAT İKİ ANLAYIŞI BİR ARAYA GETİRDİ

Peki inşaat bölümü daha sonra nasıl mimarlık bölümüne dönüştü?

İstanbul Teknik Üniversitesi yani o günkü Yüksek Mühendis Mektebi inşaat mühendisliği temeline oturuyordu. Yol, su ve inşaat bölümü olarak üçe ayrıldı. İnşaat bölümü bir nevi bina mühendisliğiydi. Emin Onat Hoca, Batı’ya tahsil için gönderilen ilk talebelerden olmuş. İsviçre’de eğitim almıştı. 1928’de İstanbul’a döndüğünde, inşaat bölümünün başında Fransız Prof. Deep vardı. Ancak Bay Deep pek de çalışkan biri olarak anılmıyordu. Emin Onat çok çalışkan ve girişken bir genç mimar olarak öne çıkmaya başladı. Mimarlığı geliştirmeye çalışıyordu. Bu konuda çok da etkili oldu. Onun çabalarıyla inşaat bölümü tam teşkilatlı bir mimarlık bölümüne dönüştürüldü.

O zamanın Güzel Sanatlar Akademisi, bugünün Mimar Sinan Üniversitesi’nde sanat ağırlıklı, bizde ise teknik yönü ağırlıklı bir eğitim öğretim vardı. Onat, bu iki anlayışı bir araya getirdi.

Peki sizin için akademisyenlik nasıl işin içine girdi? Babanıza verdiğiniz söz de malum...

Okulda mesleğimi çok sevdim. Bir yandan da Leman Ablam vasıtasıyla okul dışında da mimarlarla görüşüyor, bu çevrede bulunuyordum. Emin Onat da beni çok seviyordu ve okulda kalmamı istedi. Uzun bir süre babamı akademisyenliğin normal bir memuriyet olmadığına ikna etmeye çalıştım. Babamdan izin almaya çalıştığım süre zarfında ise karşıma çıkan farklı mimarlık işlerini yaptım. Babamdan izin aldıktan ve bu serbest işlerden hevesimi aldıktan sonra da Emin Onat’a bir mektup yazarak, teklifinin hala geçerli olup olmadığını sordum. O da arkadaşlarımla “Ruhi hemen gelsin” diye haber yolladı. Böylece 1947 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde göreve başladım.

İNAN’IN ÖNCÜLÜĞÜNDE

Peki toprak yapıları araştırmaya nasıl başladınız?

Toprak yapıların beşiği Anadolu. Ama maalesef bu topraklarda toprak yapı geri kaldı. Aslında tuğla endüstrisi çıkınca dünyanın her yerinde toprak yapı terk ediliyor; fakat II. Dünya Savaşı sırasında toprak çok kullanıldığı ve yöneticiler toprağın faydalarını gördüğü için, bütün dünyada toprak yapıya yönelik tekrar bir ilgi doğuyor. Bizde de ilgi bu şekilde tekrar başladı. 1948 senesinde Türkiye’de de toprak yapıyı geliştirmek için, bütün Anadolu yüzeyinde yaygın bir araştırma, alan çalışması yapıldı. O zamanki Teknik Üniversite’de bir ekiple, çok sevdiğimiz ağabeyimiz Mustafa İnan’ın öncülüğünde toprak yapılar üzerine çalışmalara başladık. Veri tabanı hazırlamak amacıyla, İzmir’den Hakkari’nin ücra köylerine kadar bütün Anadolu’yu karış karış gezdik. Yerel ustaları bulduk, işin püf noktalarını dinledik. Onların çalışmalarını inceledik. Ülkemizin 79 noktasından alınan kerpiç örneğini İstanbul’a getirdik. Şimdi rahmetli olan arkadaşlarımız Bekir Postacıoğlu ve Vahit Kumbasar laboratuvarda çalışarak, getirilen kerpiçlerin niteliklerini belirlediler; onların yorumlarını yaptılar, raporlar, dosyalar hazırladılar. O günler için oldukça önemli bir çalışmaydı. 1950 senesine kadar bu çalışmalar sürdü. Ancak 1950’de bir kırılma yaşandı. Yönetimin değişmesiyle, bizim çalışmalarımız da “Gelişen Türkiye’ye toprakla uğraşmak yakışmaz” sözüyle değerlendirildi. Bu anlayışla bütün raporlar rafa kaldırıldı ve toprak yapı kötülenmeye başladı.

Oysa Anadolu toprak yapı demek...

Köken Güneydoğu Anadolu; Konya da dahil, Alacahöyük, Çatalhöyük… Milattan önce 10 bin senesine kadar giden yapılar var. Çok enteresandır, bugünden daha büyük boyutlu bloklar yapmışlar binlerce sene önce. Herhalde insanlar bu konuda daha bilgiliymiş o zamanlar. Afrika’da hala kalıp yapmayı bilmeyen ülkeler var. On bin sene önce Anadolu’da blok yapılmış, beşiği burası, buradan bütün Avrupa’ya yayılmış. Bir de belirli iklim şartlarında yaşayan insanlar belirli şeylere yönelmiş. Mesela Meksika’da bir köyün resmi ile bir Mardin köyünü yan yana koyunca çok büyük benzerlikler ortaya çıkıyor. Meksika ile Mardin köyü arasında bir bilgi alışverişi söz konusu değil; ama insanlar aynı şartlarda aynı şeyleri yapmışlar. Doğa, insana ne yapacağı konusunda yön veriyor.

ALKERİN HİKÂYESİ

Hocam sizin Alker adını verdiğiniz, üzerine uzun yıllar emek verdiğiniz bir yapı malzemesi var. Toprak, alçı ve kireç karışımı olarak açıklayabiliriz bunu. Yani yine kerpiç, yine toprak yapı... Ama bu defa gelişmiş bir malzeme... Alker’in hikâyesi nasıl başladı?

Bunun hikâyesini çok daha uzun. Toprak yapılar benim her zaman dikkatimi çekmişti. Mustafa İnan öncülüğünde yaptığımız çalışmalarla toprak yapının farklı yönlerini de incelemiş oldum. İlerleyen yıllarda çocukluğumdan kalan bazı anılarla bu çalışmalar arasında paralellik olduğunu fark ettim. Çocukken babam sağlık müdürü olarak görev yaptığı esnada onunla sıtmayla savaş, veremle savaş gibi çalışmaları için köylere giderdim. Köy hayatının geliştirilmesi gerektiğini düşünürdüm. Evleri incelerdim. Aynı yıllarda Sivas’ta yaşadığımız evde de bir tamirat gerekti. Sıva dökülmüştü. Eve bir usta çağırıldı. Ustanın yanında iki beyaz toz ve bir de elenmiş toprak vardı. Yanındaki çırağından önce acı kireç ve toprağı istedi. Sonra su koyup tatlı kireç istedi ve dış sıvayı yaptı. Ortaokul üçüncü sınıf öğrencisiyken bu sahneyi merakla izlemiştim. Sonra bir vesileyle acı kirecin bizim normal kireç, tatlı kirecin de alçı olduğunu öğrendim. Sivas gibi eksi 30’ları gören bir şehirde dış sıva için bu malzeme kullanılabiliyorsa bundan neden blok olmasın diye düşündüm. Bu fikrimi arkadaşlarımla paylaştım ve 1975’de böylece ilk blok denemesini yaptık, iyi bir sonuç aldık. Bu olumlu sonuç sonrasında düşüncem bir TUBİTAK projesi haline geldi. Dört yıl kadar üzerinde çalıştıktan sonra 1980’de ise Toprağın Alçıyla Stabilizasyonu adı altında bir araştırma raporu haline getirdik. Bu bir başlangıçtı. Arkadaşlarım bana buna bir isim vermemi tavsiye etti. Ben de alçı ve kerpici bir araya getirerek Alker dedim. 1983’de İTÜ’nün Ayazağa kampüsünde Alker bloklarla bir ev yaptık. Ardından 1995 senesinde yine İTÜ Ayazağa kampüsünde bu defa Alker karışımını kalıplara dökme yöntemiyle bir bina inşa ettik. Bunu yaparken amacımız kısa sürede çok sayıda yapının bir arada yapılabilmesi imkanlarını araştırmaktı. O senelerde, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde bulunan meslektaşım Bilge Işık hanımla 2000’li yılların başına kadar bu konu hakkında çalıştık. Son yıllarda Toprak Yapılar Grubu bünyesi içinde çalışmaya devam ediyoruz.

Peki toprak yapının bize nasıl bir faydası var?

Bugünün dünyasının en büyük problemi nedir? Enerji salınımı, öyle değil mi? Çevre kirliliği, iklim değişikliği.... İşte toprak yapı öncelikle bu problemlerin üstesinden gelmemizi sağlıyor. Tamamen topraktan, çevreyi kirletmiyor. İklimlendirmeyi kendisi sağlıyor. Enerji harcamaları düşük. Türkiye ikliminde, en sıcaktan en soğuğa kadar en sağlıklı ısıyı sağlıyor. Evin içi bir termoskap vaziyeti alıyor. Yazın en sıcak zamanlarında evin içi kolay ısınmaz, kışın da aynı şekilde içerdeki sıcak havayı muhafaza edebilir. Sayısız avantajı var. Hem en ucuz malzemeyi kullanırsınız hem de en sağlıklı yapıyı elde edersiniz. Bir diğer özelliği, ürettiğimiz malzemenin tamamen suya dayanıklı olması. Alker üretimi kolay bir malzeme, çok sıkıştığınız zaman küçük şantiyelerde, tek evlik şantiyelerde, hiçbir laboratuvara gitmeden olumlu sonuçlar alma olasılığı var.

Yani aynı zamanda pratik...

Bir yapının temeli ve döşeme betonu yapıldıktan sonra, kapı-pencereniz de hazırsa önceden kurulan kalıplar içerisine karışımı (hazır beton gibi) döküp bir hafta içinde kaba inşaatı bitirmeniz mümkün oluyor. Özellikle doğal afetler sonrasında felaketzedelerin kötü şartlarda yaşamalarındansa, topraktan, sağlıklı üstelik oldukça hızlı ve pratik biçimde inşa edilebilecek kalıcı toprak yapılarda kalmaları daha uygun olacaktır. Ufak bir atölye kurulması yeterli. Burada yapılacak blok üretimi hızlı bir biçimde köylerin inşa edilmesini sağlayacaktır. Üstelik ben gelip bana soran herkese, tüm ayrıntılarıyla bunu nasıl yapacaklarını da anlatabilirim. Ben Alker’in patentini almadım. Özellikle bunu yapmak istemedim. Çünkü herkes kullansın, görsün ve farkı anlasın istiyordum. Ancak bu nedenle Alker dünya literatüründe yer almamış oldu. Konu ile ilgilenenlerin 1995 yılında İTÜ Ayazağa kampüsünde yapılan Alker binasını görmelerini tavsiye ediyorum.



YOZLAŞAN ŞEHİR YERİNE KASABALAŞAN KÖYLER

Alker veya toprak yapı bize ne veriyor?

Alker, yani nitelikleri geliştirilmiş toprak yapı bize yozlaşan şehirler yerine kasabalaşan köyler verebilir. Biz bunu istiyoruz.

En çok nerede yapılmalı?

Yoğun yerleşim yerlerinin dışına çıkıldığı andan itibaren yapılabilir. Benim hedefim Anadolu’yu 21. yüzyıla yakışır yerleşim yeri haline getirmek. İstanbul’un sağlıklı bir kent olabilmesi için gereken maksimum nüfusun çok üstündeyiz. Ülke genelinde bölge olanaklarıyla dengeli bir yerleşim dağılımı gerekiyor.

Beton yığınları ortasında dimdik


  • Alker deprem karşısında nasıl?
  • Deprem açısından da önemli olan özellikleri var; mesela çok rijit olan malzeme bir darbe vurunca dağılır ama sünek malzeme hacmi değişmeden biçim değiştirebilir. Alçı-kireç-toprak üçlüsü başka karışımlardan farklı bir sonuç veriyor, malzeme sünekleşiyor, kırılganlıktan sünekliğe geçiyor; bununla birlikte kayma direnci çok artıyor, kopma enerjisi çok artıyor, bunlar deprem için son derece önemli şeyler. Ben uzun süren toprak yapı araştırmalarım boyunca, yıllar içinde ülkemizde olan her büyük depremden sonra afet bölgesini gezmeye çalıştım. Erzincan depreminde mühendislik hizmeti almış, sağlıklı inşa edilmiş kerpiç yapıların, yıkılmış beton binaların ortasında dimdik ayakta olduğunu gördüm.
  • Peki nereye yapılacak toprak yapı? Bugün İstanbul’da uygulamak mümkün mü?
  • Ben apartmanlar bu malzemeyle yapılsın demiyorum. Ama toprak yapı yapılabilen her yerde yapılmalı. Bugün artık çalışmalarımın hepsi geçmişte kaldı. Bugünden sonra yapacağım şey gençlere bunu devredebilmek.

Müfredatta toprak yok

Anadolu toprak yapının beşiği. Peki biz bunu nasıl unuttuk?

Maalesef bugün Anadolu’da toprak yapı yapacak usta bulmak bile mümkün değil. 1950’lerden sonra “Toprak kötüdür, yıkılır, insanlar ölür” gibi bir fikir devlete, üst düzey yöneticilere ve tabii ki bürokrasiye yayıldı. Oradan da topluma yayıldı ve Türkiye coğrafyasında toprak yapı hor görüldü, tamamen terk edildi. Bütün dünyada toprak yapı tekniği gelişirken Türkiye’de durdu, on bin sene önceki haliyle kaldı ve hiçbir gelişme olmadı. Şimdi bizim hayalimiz toprak yapıyı yeniden topluma sevdirmek. Bugün toprak yapı öylesine gelişti ki Avrupa’da, Amerika’da en konforlu, en lüks villalar topraktan da yapılabiliyor; çünkü en rahat yaşanabilen yapı türü toprak yapı. Şimdi bütün çabamız, hayalimizdeki Anadolu’yu 21. yüzyıla yaraşır, yakışır bir biçimde homojen bir yerleşmeye taşımak. Bütün gelişmiş ülkelere bakarsanız yurda yayılan homojen bir yerleşme, homojen bir kalkınma görürsünüz; ama bizde tam tersi oluyor. Üstelik bu karşı karşıya olduğumuz deprem tehlikesi için de gereklidir. Bir nüfus dağılımı grafiği hazırlayıp, illerin nüfuslarını eşit tabanlı silindirlerle temsil ederseniz, İstanbul, Ankara, İzmir’de ve birkaç başka şehirde yüksek silindirler varken öbür tarafların yere yapışmış olduğunu görürsünüz. Homojen yerleşme yerine belli odak noktalarında toplanılıyor. Tabii bu, gelir dağılımının da bozulmasının ve dolayısıyla ülkedeki çeşitli sıkıntıların da sebebi oluyor. Kısaca, ters düşünceyi pozitife çevirmek için çeşitli şeyler yapmaya çalışıyoruz gücümüz yettiği kadar. Üniversitelerin derslerine eklenmesini hedefliyoruz.

Müfredatında yok mu?

Maalesef. Bizim kendi kültürümüz, geleneğimiz ancak bunun müfredatta özel bir yeri yok. Umarım olacaktır. İsteyen öğrencilere biz İTÜ çatısı altında kurduğumuz Toprak Yapı Çalışma Grubu içinde bu konuda dersler veriyoruz. Ancak yapı ve malzeme dersleri müfredatına başlı başına bir konu olarak mutlaka eklenmesi uygun olur.

Cansever düşünce insanı

  • Turgut Cansever sizin yakın arkadaşınız. Onunla da benzer konular üzerine düşünüyor, konuşuyor muydunuz.
  • Turgut yakın arkadaşımdı. Çok yazar- çizerdi. Aklına takılan bir şey olduğu zaman da beni hemen arardı. Konuşurduk, sohbet ederdik. Bodrum’da yaptığı Demir Tatil Sitesi üzerine de konuşurduk. Projenin çeşitli problemleri üzerine fikirler geliştirirdik. Sohbetimizden zevk alırdık.
  • Onun ufki şehir düşüncesiyle toprak yapı birbirinin paralelinde çalışmalar, çabalar gibi görünüyor.
  • Turgut genelde düşünce insanıydı. Onun düşünceleri daha farklı konular üzerine gelişti. Toprak yapı veya alker tarafında olmadı. Demir Evleri için bir ara toprak yapılması üzerine düşünülüyordu ama taş ile inşa edildi.

Bu tasarruf ülkeye hizmet


Alçının bir yapı malzemesi olarak kullanılması eski Türk mimarisinde de var sanıyorum.

Eski Türk yapı tekniklerinde alçı yaygın olarak kullanılırdı. Ama bu unutulmuştu. Alçıyı unutmuştuk. Sonra da sadece süslemede kullanılmaya başlandı. Bugün ise Türkiye’de senede 6 milyon ton üretiliyor, yaygın olarak kullanılıyor. Çimento bin 200 derece ısıda üretiliyor ve bunun dışında da işlemlerden geçiyor. Alçı ise basit bir mahalle fırınında bile üretilebilir. Üstelik pek çok anlamda çok büyük avantaj sağlar. Bakın basitleştirerek anlatmak gerekirse yapıda üç türlü enerji tüketilir. Birincisi yapının malzeme üretimi esnasında harcanan enerjidir. İkincisi yapı elamanı haline gelirken harcanan enerji olur. Bunlar tek sefer harcanırlar. Ancak üçüncü olarak yapılan enerji tüketimi yapıyı kullanılırken ısınması, aydınlatılması için harcanan enerjidir. Bu ömür boyunca sürer. Bu kalemde tasarruf sağlarsanız ülkeye büyük hizmet sağlarsanız.

#Ruhi Kafescioğlu
#Anadolu
#​Ruhi Kafescioğlu
5 yıl önce