|

Türk tarihini kalıntılar üzerinden okumalıyız

Kazılar ve buluntular üzerinden Türk tarihinin somut mirası üzerine araştırmalarda bulunan Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, Prof. Dr. Karjaubay Sartkocaoğlu ve Doç. Dr. Gaybullah Babayar ile bir araya geldik. Taşağıl, “Türk tarihi araştırmalarımızı maddi kalıntılar üzerinden yapmamız daha aydınlatıcı olacaktır. Kemik, iklim, bitki araştırmaları sayesinde bakışımız farklı bir boyut kazanacaktır. Yeni çalışmalar için gelecek dönemde arkeologların katkısı tarihçilerden daha fazla olacaktır” diyor.

İlker Nuri Öztürk
04:00 - 23/06/2019 الأحد
Güncelleme: 16:55 - 22/06/2019 السبت
Yeni Şafak
​Türk tarihini kalıntılar üzerinden okumalıyız
​Türk tarihini kalıntılar üzerinden okumalıyız

Türk dünyasının somut mirasları üzerine çalışmalarda bulunan Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, 15 yıla yakın zamandır orijinal Çin ve Rus kaynakları üzerinden araştırmalarına devam ediyor. Taşağıl’ın yanı sıra alanlarında yetkin olan Prof. Dr. Karjaubay Sartkocaoğlu ve Doç. Dr. Gaybullah Babayar ile Türk tarihinin izlerini sürdük. Üç bilim adamından buluntuların yorumu, bilinen yanlışların düzeltimi, yabancı bilim adamlarının bakışlarındaki farklılıkları dinledik.


Tonyukuk kazılarına başkanlık eden, buradan çıkan materyalle açılan müzeye emek veren Taşağıl, “Kaya resimleri, yazıtlar, müze buluntuları, anıt alanlar, balballar bulunuyor. Günümüze birçok maddi kalıntı miras kalmıştır. Bunları inceleyip diğer araştırmlarla da bir araya getirmeliyiz ki kültür tarihimizi daha iyi tanıyalım. Türk tarihi araştırmalarımızı maddi kalıntılar üzerinden yapmamız daha aydınlatıcı olacaktır. Kemik, iklim, bitki araştırmaları sayesinde bakışımız farklı bir boyut kazanacaktır. Türk tarihiyle ilgili yazılı malzeme sona ermiştir. Yeni çalışmalar için gelecek dönemde arkeologların katkısı tarihçilerden daha fazla olacaktır. Çin kaynaklarını okuyup karşılaştırma yapabilmeliyiz. Balballar ve heykeller birbirinden farklıdır örneğin. Anıt alanlarda mezar bulunmaz. Haziran ayının 10’u ile 20’si arasında törenler yapılırdı. Buna benzer bilgileri, buluntular üzerinden kaynakları okuyarak öğrenebiliriz ancak” şeklinde konuşuyor.


KUZEYDE GEYİK
GÜNEYDE KEÇİ

Arkeolojik buluntuların, yazıtların anlaşılması için farklı kaynakların okunması gerektiğine değinen Taşağıl, ““Eski Türklerin yaşadıklarını, inançlarını, yediklerini, içtiklerini, sosyal hayatlarını, dünyaya nasıl baktıklarını, kadının toplumsal rolünü, askeri yapıyı, küpelerini, kıyafetleri kumaş mı deri mi gibi bir bütün olarak kültür ve siyasi hayatı çözmemize katkı sağlıyor. Buluntulardan öğrendiğimiz kadarıyla en başta insan figürleri kullanılıyor. Kadın, erkek, süvari, at, yırtıcı kuş figürleri vardı. Kurt figüründe ise 582 yılına kadar gidiyoruz ve Orhun Yazıtlarının üzerinde rastlıyoruz. Dikkat çeken bir ayrım ise Kuzey kuşakta geyikli taşlar, Güney’de ise dağ keçisi, dağ koyunu figürlerinin olmasıdır.”


Sibirya, Moğolistan gibi birçok alanda saha gezileri gerçekleştiren Taşağıl, “Rus Türkologların nasıl çalıştığını dinlemiştim. Bizim ders çıkartmamız lazım. Avrasya’daki Türk mirasına daha sıkı sahip çıkmalıyız. Burada İslam öncesi dönem hakkında bilgi ve buluntular yer alıyor. Yol kenarındaki kayalarda resimler ve yazıtlar görünüyor. Muhteşem bir sahne karşımıza çıkıyor. Ural Dağlarında da aynı manzarayla karşılaşıyorsunuz. Bu mirasın müzelerde koruma altına alınması gerekiyor. Bu zenginlikleri Rusça ve İngilizce’den, Batı dillerinden okuyoruz. Ancak biz Kazakça, Moğolca, Özbekçe yazılanları da okuyabilmeliyiz. Toplamda 20 şehir kalıntısı var. Çalışmalarımızı Güney Sibirya’ya kaydırmak istiyoruz. Buradaki müzelerin önemini anlatmak için Topkapı Müzesi’ne benzetebiliriz. Maddi imkânlardan dolayı zorluk yaşanabiliyor ama bu çalışmalar çok büyük bir heyecan vesilesi. Bizim de ülke olarak genç visimleri buralara göndermemiz gerekiyor” diyor.


İNCELİKLERİ
BİZ GÖRDÜK

Lise yıllarında eski Türk tarihi çalışmalarına başlayan Moğolistan Kazaklarından Prof. Dr. Karjaubay Sartkocaoğlu, anıtların yanında yetiştiğini söylüyor. Birçok tamgayı da ortaya çıkartan Sartkocaoğlu, “Adeta onları kucaklayıp uyurdum, adım adım inceledim onları. Atalarımdan kalan dünya olarak gördüm onları, her birini okumaya giriştim. Etnografyasını, felsefesini, dilini, geleneklerini, dünyaya bakışlarını bilmem gerekiyordu. Onları okuduktan sonra mevcut alimlerin dediklerine şüpheyle bakar oldum. Avrupalı alimler çok şey yaptı, emekleri inkâr edilemez ama onlar bulduklarını kendi bakış açılarıyla değerlendirdiler. Onlar başaramadı ama biz atalarımızın ince dünyalarını açtık. O devrin özünü yakaladık” şeklinde konuşuyor.

Göktürk metinlerinde hata bulduklarına dikkat çeken 72 yaşındaki bilim adamı, sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu zamana kadar Avrupalılar gök, gökyüzü ve Tanrı kelimelerini birbirine karıştırdı. Tanrı’dan yaratılan Türkler ve Tanrı tektir, sizin gözünüze görünmez diye yazar. Belgede geçer, Türklere kimsiniz diye sormuşlar. Göktürkleriz demişler. Onu mavi renk olarak okudular ama göğün Türkleriyiz demektir aslında. Kızıl, ak gibi bir renk olarak algılamışlar. Türklerin çok eski devirden geldiğini biliyor ve kabul ediyoruz. Yazıtlar, paralar da kaldı ama asıl olarak gelenek göreneklerimiz, dünyaya bakış atalarımızdan bize miras kaldı. Bu miras yaşlılardan torunlara aktarıldı.”

Sekizli yıldız
ve hilal hakimiyet simgesiydi

Hem sahada hem konferanslarda Batı Göktürlerinin mirasına sahip çıkan Doç. Dr. Gaybullah Babayar sikkeler üzerine araştırmalarını derinleştirdi. Son yapılan çalışmalarımızda paralar üzerinde Türk Kağanlığı yazdığını tespit eden araştırmacı, şunları söylüyor: “Sikkeler Cabgu, Cabgu Kağan, Tuncap Kağan dönemine ait. Bunların hepsinin Taşkent civarında bastırıldığını biliyoruz. Avrupalı, Rus ve Japon bilim adamları okumakta sıkıntı çekmişler. Kendi dillerince farklı isimlendirmeler yapmışlar. Bundan dolayı Türk tarihi açısından önemi tam kavranamamış. Bunu her gittiğim yerde anlatıyorum. İnsanlar haklı olarak 80 yıldır böyle okunmuş siz onlardan farklı mı gördünüz diyorlar.”


Paralardaki her işaretin farklı anlamı olduğuna değinen Babayar, “Paralarda Kağan ve Hatun tasvirleri vardır. Hatun unvanlı sikkeler de var. Bunlar çifte portrelidir. Uzun saçlı hükümdarların üzerinde sekiz köşeli yıldız ve hilal vardı. Göktürklerde, bu iki nesnenin 6. yy’ın sonunda hakimiyet simgesi olarak kullanıldığını görüyoruz. Semerkand’daki sikkelerde Turan Hükümdarı Kağan yazıyor. İngiliz bilim adamları özellikle Turan kelimesi Karahanlılar’dan önce Türkler’le ilişkilendirilmiyordu, şimdi nasıl böyle olur sorusunu soruyorlar. Biz de Turan ve İran çekişmesinin miladın başlarına kadar gittiğini anlatıyoruz” diyor.

KARANLIKTA KALAN YERLER VAR

Son kazılarda bulunan mühürlere değinen Babayar, “Mühürlerde bağdaş kurmuş hatun ve çocuk emziren kurt tasviri var. Eldekilerle yetinmeden çalışmamız gerekiyor. Türk tarihinin aydınlatılamayan farklı noktaları vardır” şeklinde konuşuyor.

#türk tarihi
٪d سنوات قبل