|

Türkiye’nin S-400 serüveni

Türkiye özellikle 1990’lar sonrası komşularından kaynaklı balistik füze tehdidinin ve bölgesel istikrarsızlığın artması sonucu, hava savunma sistemi tedariği konusunda kararlı adımlar atmış ve Rus menşeli S-400’lerin alımı ile bu kararlılığını somutlaştırmıştır. Ankara’nın yerli ve milli kaynaklarla geliştirilmiş katmanlı bir hava savunma sistemi inşasından vazgeçmediği; bu bağlamda Hisar Ailesi ve SİPER’in geliştirme süreçlerinin devam ettiği hatırda tutulmalıdır.

Haber Merkezi
04:00 - 22/07/2019 Pazartesi
Güncelleme: 02:10 - 22/07/2019 Pazartesi
Yeni Şafak
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım
MERVE SEREN – ANKARA YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ

1980’li yılların başından itibaren Türkiye’nin bölgesel ölçekli füze tehdidi algısı artmaya başladı; bunda 1980-1988 yılları arasında cereyan eden İran-Irak Savaşı’nın büyük etkisi oldu. Zira Ortadoğu kaosunun ilk aşamasını simgeleyen bu on yıllık süre zarfında, savaşan taraflar sadece füze teknolojisi araştırma, geliştirme ve tedarik faaliyetlerine yatırım yapmakla kalmıyor; aynı zamanda füze saldırı imkan ve kabiliyetlerini sergilemekten de imtina etmiyorlardı. Nitekim İran-Irak Savaşı esnasında kullanılan örneğin güdümsüz FROG-7 (Luna-M) ya da SS-1 gibi seyir ve balistik füzeleri binlerce insanın yaşamını yitirmesine ve daha fazlasının yaralanmasına neden oldu. Ortadoğu’daki ‘güven ortamı’, Irak’ın 1990 yılında Kuveyt’e saldırmasıyla daha büyük meydan okumalarla karşı karşıya kalırken; Birinci Körfez Savaşı (1990-1991) esnasında Saddam rejiminin Kuveyt’in yanısıra Suudi Arabistan ve İsrail’e yönelik düzenlediği saldırılar tehdit ve risk tanımlarının çeşitlenmesiyle sonuçlandı. Öyle ki “belirsizlik” ve “istikrarsızlık” kavramlarıyla özdeşleşen Ortadoğu coğrafyası; 11 Eylül saldırılarını müteakip terör örgütlerinin bölgedeki mobilizasyonu ve eylem kapasitesi, 2003 yılında patlak veren İkinci Körfez Savaşı, 2010’da Tunus’ta zuhur eden Arap Baharı ile 2011’de başlayan Suriye İç Savaşı’yla birlikte çok daha derin sorunlar sarmalına evrildi.

Kuşkusuz NATO’nun Ortadoğu ile sınırları bulunan tek ülkesi Türkiye’nin, yine İttifak’ın tek Müslüman ülkesi olarak yakın çevresinde yaşanan dini, etnik ve siyasi kaynaklı çatışmalardan etkilenmesi ve bazı güvenlik ihtiyaçlarını NATO’dan talep etmesi gayet doğaldı. Diğer bir yönüyle Ankara, gerek devletlerin ve gerekse devlet-dışı silahı aktörlerin füze stokları, geliştirmekte oldukları füze programları ile Kitle İmha Silahları (KİS) ile bunların taşıma ve fırlatma vasıtalarının yayılmasından haklı bir endişe duyuyordu. Nihayetinde Türkiye’nin, son derece zengin seyir ve balistik füze envanterleri bulunan ve ayrıca KİS geliştirme ve kullanma potansiyeline haiz komşuları vardı. Bunun da ötesinde Türkiye, yaklaşık 10 yıldır iç savaşa ev sahipliği yapan sınır komşusu Suriye’den tarafından fırlatılan ve onlarca vatandaşının hayatını kaybetmesine yahut sakat kalmasına yol açan roket saldırılarına maruz kalıyordu.

NATO MÜTTEFİKLERİ TALEPLERİ KARŞILAMADI

Tehdit ve risk haritası dikkate alındığında, 1952 yılında beri NATO üyesi olan Türkiye’nin hava ve füze savunmasını 1950’li yıllardan kalma Nike Hercules ya da geliştirilmiş I-HAWK sistemleriyle karşılaması mümkün değildi. Tehdit ve risklere ilişkin farkındalık ve dönemin konjonktürel avantajları, Ankara’yı 2006 yılında yurt dışı hazır alıma dayalı bir sistem tedarik projesi kararına yöneltti. Böylece 2008 yılında fizibilite çalışmaları tamamlanan ve 2010’da Teklife Çağrı Dosyası yayımlanan “T-LORAMIDS” projesinin ihale serüveni başlamış oldu. İhaleye ABD Patriot, Rusya Antey-2500, Çin HQ-9 ve İtalyan-Fransız ortaklığındaki Eurosam Konsorsiyumu SAMP-T ile katıldı. 2013 Eylül’ündeki SSİK toplantısında Çin’in teknik puantajlamada birinci olduğu duyurulurken, kısa bir süre sonra ihaleye katılan taraflara 2014 yılına kadar tekliflerini yinelemeleri için ek süre tanındığı açıklandı. Ne var ki T-LORAMIDS ihalesinde uzatıma gidilmesine karşın, NATO’lu müttefikler Ankara’nın Türk şirketlerine “iş payı verilmesi” ve belirli düzeyde “teknoloji transferi sağlanması” konusundaki ısrarlı taleplerini karşılamadılar.

ANKARA’YI YALNIZLAŞTIRMAK İSTEDİLER

İhale süreci yaşanırken, Ankara’nın NATO’ya iletttiği hava savunma sistemi talebine istinaden; 2013 yılında ABD, Hollanda ve Almanya kendi Patriot sistemlerini Gaziantep, Kahramanmaraş ve Adana’ya konuşlandırmayı kabul ettiler. Ne var ki Türkiye’nin Suriye’den kaynaklı tehdit algısının en yoğun olduğu dönemde, bahse konu Ittifak üyeleri 2015 yılı itibarıyla Patriotlarını geri çekme kararı aldıklarını duyurdular. Oysa aynı yıl, 15-16 Kasım 2015 tarihleri arasında Antalya’da gerçekleşen G-20 Zirvesi esnasında Ankara, NATO devletlerin Çin yahut Rusya’ya verilmesinden tedirginlik duyduğu T-LORAMIDS ihalesinin iptal ettiğini duyurmuştu. Keza NATO’nun Füze Kalkanı Projesi’nin önemli bir parçası Türkiye’nin Malatya ilinde konuşlu bulunan ve zamanında Moskova’nın çok sert tepkilerine yol açan Kürecik Radar Üssü iken ve dahası NATO’ya karşı güçlü bir sadakat ve bağlılık sergilediğini T-LORAMIDS’I iptal ederek kanıtlamışken, Ankara bir anda yalnızlaştırıldı. Daha da dikkat çekici gelişme ise, G-20 Zirvesi’nden sonraki hafta, 24 Kasım 2015 günü Türkiye’nin hava sahasını ihlal ederek angajman kurallarını çiğnediği gerekçesiyle Rusya’nın SU-24M uçağı düşürülmüş; Ankara, Moskova’yı son derece sert bir mukabelede bulunarak karşısına almıştı.

Ankara-Moskova hattındaki restleşmenin çok daha uzun ve yaygın etkili sürmesi beklenirken; Ekim 2016’daki Erdoğan-Putin toplantısında buzlar kırılmakla kalmamış, dahası S-400 teklifi ilk defa gündeme gelmişti. Böylece Ankara’nın S-400 serüveni başlarken; 10 Mart 2017 tarihinde Kremlin’de düzenlenen Putin-Erdoğan toplantısı sırasında, S-400’lerin satın alma süreci her iki ülkenin üst düzey yetkilileri tarafından tartışılmıştı. Ankara-Moskova arasında süregiden müzakere ve pazarlık sürecinde, ABD başta olmak üzere İttifak üyelerinden sert eleştiriler ve tehditkar ültimatomlar gelmesine karşın, Beştepe’nin S-400 tedariki konusunda istikrarlı bir kararlılık sergilediği aşikardır. Söz konusu kararlılık, S-400’lerin ilk partisinin Ankara’ya transferiyle somut bir nitelik kazanmış oldu. Nitekim İspanya’nın Adana’daki Patriot ve İtalya’nın Kahramanmaraş’taki SAMP-T sistemlerini konuşlandırmaları ve hatta süre uzatımına gitmeleri ya da ABD’nin DSCA kanalıyla Türkiye’ye Patriot satışı öngörüldüğünü açıklamasına rağmen, Ankara’nın geçmişteki hayalkırıklığının izlerini silmesi ve Rus tercihinden vazgeçmesi mümkün olmadı.

YERLİ SİSTEMLER YOLDA

Özetle Türkiye, T-LORAMIDS’te tanımlandığı üzere ekseriyetle hava soluyan hedeflere ve akabinde balistik füzelere karşı hava savunma ihtiyacını, dünyanın önde gelen stratejik Rus askeri teknolojisi ürünü S-400’lerle karşılamayı tercih etti. Bu noktada bir parantez açıp, Ankara’nın yerli ve milli kaynaklarla geliştirilmiş katmanlı bir hava savunma sistemi inşaasından vazgeçmediği; bu bağlamda Hisar Ailesi ve SİPER’in geliştirme süreçlerinin devam ettiği hatırda tutulmalıdır. Zira tüm bu süreç içerisinde Ankara, artık herhangi bir pazara veyahut tek bir tedarikçiye bağımlı kalmak istemediğini son derece güçlü bir söylem ve tercihlerindeki ısrarlı duruşuyla ortaya koymuştur. Bundan sonraki süreç ise, özelde ABD genelde diğer Batılı müttefikler tarafından uygulanabilecek yaptırım ve ambargoların en az hazarla nasıl telafi edilebileceğine ilişkindir.

#S-400
#SİPER
#T-LORAMIDS
#G-20
5 yıl önce