|

Türkiye’nin F–35’le imtihanı

ABD Kongresi eski alışkanlıklarını devam ettirerek, siyasi mülahazalarla, Türkiye’ye daha önce farklı konularda olduğu gibi şimdi de F-35’ler üzerinden yaptırım uygulama yolunu seçmiş görünüyor. ABD ile Türkiye’nin son dönemde ayrışan çıkarları ve öncelikleri bu konuda en önemli etkenlerden biri. Ne var ki aynı ABD Kongresi’nin Yunanistan, Rus yapımı S300 sistemini aktif hale getirdikten sonra nasıl bir sessizliğe büründüğü herkesin malumudur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 24 Haziran’da ilk turda seçilmesi, Kongre’nin kararında olumlu anlamda değişikliğe gitmesinde etkili olacaktır.

Yeni Şafak ve
04:00 - 24/06/2018 Pazar
Güncelleme: 05:03 - 24/06/2018 Pazar
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Merve Seren – Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi

JSF/F–35 Müşterek Taarruz Uçağı, tüm zamanların en büyük askeri uçak tedarik projesi olarak nitelendiriliyor. Beşinci nesil, tek pilot ve tek motorlu, çok maksatlı, düşük görünürlük özelliğine haiz avcı/savaş uçağının tasarım ve üretimi, ABD öncülüğünde uluslararası bir konsorsiyum tarafından müşterek yapılıyor. Türkiye, 1999 yılında henüz “konsept” aşamasındayken JSF’nin 9 katılımcı üyesinden birisi olarak (ABD, İngiltere, İtalya, Hollanda, Kanada, Avustralya, Norveç ve Danimarka) projeye dâhil oldu ve o zamandan beri bilfiil projenin içerisinde yer alıyor. Dahası Türkiye, 100 adet F–35 siparişi vererek en büyük müşteriler arasında konumlanıyor. Esasen Türkiye’nin F–35 üretici firması Lockheed Martin ile ortaklığı 25 yıldan daha uzun bir tarihi geçmişe dayanıyor; F-16’yla başlayan işbirliği, günümüzde F–35 projesiyle süregidiyor.

Bu hususta Türkiye’nin, F-35’lerin Avrupa Bölgesi gövde ve motor, ağır bakım ve onarım üssü olması hasebiyle kritik bir pozisyonda bulunduğu vurgulanmalıdır. Ayrıca TUSAŞ’ın proje kapsamında önemli sorumluluklar üstlendiği; uçağın en karmaşık yapısal bölümlerinden birisi olan “F-35A Orta Gövde”nin, ABD haricinde tek kaynak olarak TUSAŞ tarafından üretildiği unutulmamalıdır. Keza dünyada sayılı kaynaktan birisi olarak TUSAŞ’ın; F–35 A/B/C Kompozit Komponentler, F-35A’nın Metalik Alt Gövdeler ve Hava Alığı ile F–35 A/B/C Hava-Yer Harici Yük Taşıyıcı-Pylon ürettiğine dikkat çekilmelidir. Öte yandan TUBİTAK SAGE’nin geliştirip Roketsan’ın ürettiği SOM-J’lerin yanısıra, yine TUBİTAK ürünü Hasas Güdüm Kiti (HGK)’nin F-35’lere entegrasyonu da takdire şayan diğer başarılar olarak zikredilmelidirler. Mevzubahis firmaların haricinde Alp Havacılık, ASELSAN, AYESAŞ, HAVELSAN ve KALE de JSF’deki endüstriyel işbirliğine katılan diğer büyük şirketleridir. Söz konusu endüstriyel işbirliğinden hareketle JSF’nin, Türk şirketlerine yapacağı katkının toplamda 12 milyar dolara ulaşması öngrülüyor.

SENATO’NUN GEREKÇELİ KARARI

2018 Nisan’ında ABD Senatörleri Lankford, Tillis ve Shaheen tarafından verilen yasa tasarısıyla; F–35 savaş uçaklarının Türkiye’ye satışının yasaklanması ve böylece Türkiye’nin motor ağır bakım ve onarım merkezi rolünden sıyrılması ve TAI’nin faaliyet gösterdiği tüm iş paketlerinden çıkarılması hedefleniyor. Her ne kadar yasa tasarısının arkasında yatan gerekçeler uzun bir liste halinde dillendirilse de, listede başı çeken üç temel sorun göze çarpıyor. Birincisi; Türkiye’nin Rusya’nın hâlihazırdaki en güçlü hava savunma silahı olan S–400 sistemini satın alma kararıdır. Bu bağlamda Ankara ve Moskova’nın, S-400’lerin doğrudan yurtdışı hazır alım paketi şeklinde değil; sistemin, iş payı ve ortak üretim çerçevesinde tedarik edilmesi hususunda anlaşmaya varmalarının, ABD’den gelen tepkilerin daha fazla sertleşmesine yol açtığının altı çizilmelidir. İkincisi, ABD ve Türkiye arasında devam eden “vaiz vs. rahip” tartışmasıdır. Malum Ankara teröristbaşı Fetullah Gülen’in, Washington ise ABD’li rahip Craig Brunson’ın iadesi konusunda ısrarcı davranıyor. Üçüncüsü ise, Türkiye’nin Kudüs mevzusu nedeniyle ABD ve İsrail’e karşı gösterdiği sert tepkidir ki; Ankara’nın eleştirilerine mukabil İsrail lobisi, Türkiye’nin F-35 dışında bırakılması için hummalı bir çalışma yürütüyor. Ancak genel itibarıyla Kongre’nin bu yaklaşımının arkasında yatan kök neden; TBMM’nin 1 Mart 2003 günü İncirlik Üssü’nün ABD kuvvetlerine açılmasını öngören tezkereyi reddini müteakip Ankara-Washington hattında yükselen tansiyonun bir türlü düşürülüp stabil hale getirilememesinden kaynaklıdır. Nitekim 2003’teki Irak Savaşı’ndan bu yana Türkiye ve ABD, Ortadoğu’da sık sık restleşiyorlar. Bu durumun en somut göstergelerinden birisi, CIA’in PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG’yi “terörist” sıfatıyla nitelemesine karşın; Pentagon’un Suriye’de DEAŞ teröristlerine karşı “en etkili yerel güç” addettiği YPG unsurlarını kullanmayı tercih etmesidir.

ALIŞAGELDİK YAPTIRIM METODU

İşin gerçeği, ne zaman Amerikan’ın hegemonik çıkarlarıyla örtüşmeyen bir hadise cereyan etse; Kongre’nin masaya hemen “yaptırım kartı” koyduğunu artık ezberledik. Bu anlamda Senato’nun Türkiye’ye karşı yönelttiği tehdit paterni, 1960’lı yıllardan beri hemen hemen benzer bir seyir izlemiştir. Kuşkusuz yaptırım ve ambargoların bu kadar kolay bir koz olarak sunulmasının asıl nedeni, 2. Dünya Savaşı sonrasındaki Türk ekonomisi ve bunun dış, güvenlik ve savunma politikalarındaki yansımalarıdır. Zira savaşın akabinde ABD, Türkiye’ye mali ve askeri yardım yapmaya karar vermiş; bu kararını 1947’deki Truman Doktrini ve 1948’deki Marshall Planı çerçevesinde uygulamaya koymuştur. Hâlbuki gerek ABD’nin yardımları gerekse NATO üyeliği sonrasında ihtiyaç fazlası savunma ürün ve donanımların Türkiye’ye hibe edilmesi; yurtiçi üretimi engellemiş ve Türkiye’yi NATO pazarına mahkûm kılmıştır. Bu anlamda NATO müttefiklikleriyle ikili ilişkilere gereğinden fazla kıymet atfetmek; Türkiye’nin savunma zihniyetini ve politikasını Amerika ve Avrupa pazarlarına hapsetmesine neden olmuştur. Bu da doğal olarak tek kaynak bağımlılığını körüklemiştir. Bu nedenledir ki 1964 tarihli ünlü “Johnson Mektubu”, Ankara’da adeta deprem etkisi yaratmıştır. Aynı şekilde “1974 Kıbrıs Barış Harekâtı” gerekçesiyle ABD’nin koyduğu silah ambargosu üzerine Türkiye, savunmadaki mutlak bağımlılığın ne anlama geldiğini ve kendi kendine yeten bir savunma sanayii altyapısının neden gerekli olduğunu acı bir şekilde tecrübe ederek deneyimlemiştir. Bunların haricinde, zamanında AH-1W Süper Kobra helikopterleri almak isteyen Ankara’nın, farklı çıkar gruplarının ve bilhassa Rum, Yunan ve Ermeni lobilerinin engeline takıldığı unutulmamalıdır. Yine, ABD’den satın almak istediği insansız hava aracı Reaper ile Kobra helikopterlerine de ABD Kongresi’nden izin çıkmadığı hatırlanmalıdır. İlaveten 2015 Ocak’ında Kongre, ABD donanmasından emekliye ayrılan üç adet FGG sınıfı güdümlü füze firkateyninin Türk donanmasına hibe edilmesini ve bir savaş gemisinin de düşük fiyatla satışını reddeden bir karar almıştır. Bunlara mukabil Kongre, NATO üyesi Yunanistan’ın 1990’larda Rumlardan alarak envanterine kattığı Rusların S-300PMU–1 sistemini, tam 15 yıl sonra 2013 Aralık’ında Girit’teki NATO Füze Test Merkezi’nde denemesine hiç tepki göstermemiştir. Kısaca aynı Kongre; ne yıllar sonra Rus sistemini operatif hale getiren Yunanistan’a karşı tepki göstermiş ne de F–35 yazılımını ihtiyacına uygun “özelleştirme hakkı”nın niçin sadece İsrail’e tanındığına dair herhangi bir izah gereği duymuştur.

F–35 TESLİM TÖRENİ VE SONRASI

21 Haziran’da ABD Teksas-Fort Worth’te bulunan Lockheed Martin tesislerinde düzenlenen görkemli bir törenle, F-35’lerin Türkiye’ye teslimatı yapıldı. Ancak bu teslimat kesinlikle Kongre’deki tartışmaların sona ereceği anlamına gelmiyor. Mevcut durumda teknik düzeydeki faaliyetler (pilotların ve teknik bakım ekibinin eğitimi vd.) herhangi bir kesintiye uğramadan devam ediyor. Ne var ki bu yasa tasarısının, teknik boyuttaki kaygılardan ziyade, siyasi argümanlar üzerine inşa edildiği hatırda tutulmalıdır. Dolayısıyla kâğıt üzerindeki satış, uçakların transferi için güvence teşkil etmiyor. Her halükarda yasa tasarısının kanunlaşması için iki şart var. Tasarının, hem Temsilciler Meclisi hem Senato’dan geçmesi ve akabinde Başkan’ın onaması gerekiyor. Her iki meclis kendi Silahlı Hizmetler Komitelerinde raporlarını hazırladılar ve kabul ettiler. Temsilciler Meclisi’nin raporu görece daha ılımlı ve uzlaşıcı bir dili haiz iken, Senato’nun alışageldik Türkiye karşıtlığı en sert ifadelerle kendine yer buluyor. Şimdi gözler Pentagon’un kaleme alacağı değerlendirme ve planlama raporu ile Temsilciler Meclisi ve Senato’nun Başkan’a sunmak üzere müşterek hazırlayıp kabul edecekleri nihai rapora çevrilmiş durumda. Nitekim Pentagon’dan gelecek olumsuz bir raporlama ve uzlaşma komisyonu tarafından hazırlanacak rapor metninde yaptırım gücü ağır basan bir üslup benimsenmesi, meseleyi kolayca Trump’a intikal ettirecektir. Bu durumda, Trump’ın yakın geçmişte Membiç konusunda Ankara’yla pazarlık yapıp uzlaştıktan sonra böyle bir yasa tasarısını onaması büyük tepkiye yol açacaktır. Diğer taraftan Türkiye için sadece Brunson’u iade etmek yeterli olmayacak, belki de F–35 ile S–400 arasında bir tercih yapmak zorunda kalacaktır. Burada Türkiye açısından alternatif oluşturmaları hasebiyle; Rusya ve Çin’in ileri savaş uçağı teknolojisinde ulaştığı noktayı, yerli savunma sanayii ürünlerinin Batı’dan hiç de geride olmadığını ve bu yönüyle küresel ölçekte silah pazar paylarını sürekli genişletme çabasında olduklarını gözardı etmemek gerekir. Bu bağlamda Moskova’nın, Türkiye gibi iyi bir müşteriyi kaybetmemek ve NATO pazarına dâhil olmak için Ankara’ya gerekli ilgi ve yardımı fazlasıyla göstereceği aşikârdır.

Özetle, Kongre’nin yasayı geçirmesi ve Trump’ın onaması halinde, Türkiye-ABD ilişkilerinin tarihinin belki de en derin yarasını alacağı kuvvetle muhtemeldir. Bu durumda Türkiye’nin Rusya gibi farklı alternatiflere yönelmesi; Rusya’nın askeri teknolojisinin tanınırlığı kadar NATO pazarına yerleşik bir oyuncu olarak girmesini sağlayacak ve esas önemlisi stratejik caydırıcılığını azami düzeyde arttıracaktır. Elbet böyle bir senaryo, Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması ve yerine ABD’nin Ortadoğu’daki en yakın müttefiki İsrail’in alınması için mücadele veren belirli lobi gruplarının argümanlarını güçlendirecektir. Diğer taraftan ABD cephesinde, Temsilciler Meclisi ve Senato raporlarından kaynaklı “FMS” ayrılığı ile özellikle Lockheed Martin firması nezdinde düzenlenen anlaşma gereği hukuki sorunlar zuhur edecektir. Her halükarda Türkiye’nin olası bir iptal kararında, Lockheed Martin’e dava açacağı malumdur. Ancak tüm bu süreç içerisinde, siyasi mekanizmanın kararı karşısında en iyi müşterilerinden birisini kaybetmekten imtina eden Lockheed Martin’in de Washington’da gerekli lobi faaliyetini yürüteceğini öngörmek zor değildir. Fakat şu anda bu meselenin aydınlığa kavuşması için belirleyici olan tek bir şey vardır: 24 Haziran. Zira özelde ABD genelde Batı için Türkiye’ye yönelik davranış biçimi; Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı seçilip

AK Parti’nin iktidarını koruması ile seçimin 8 Temmuz’a sarkması ve olası bir koalisyon hükümetinin kurulması arasında ciddi bir farklılık gösterecektir.

#Türkiye
#ABD
#F35
6 yıl önce