|

Ufuk ve bilinç daralması

İslam’ı hayatın ve tarihin dışında, Avrupa tecrübesini ise hayatın tam merkezinde tecrübe ettiğimiz için, Avrupa tecrübesine kendi kendimizi mahkûm etmiş oluyoruz. Farzımuhal, insanlık dünyasının nihai durumunu kapitalist/seküler/liberal ideolojilerin belirleyeceğine inanılacaksa, bu takdirde, İslami siyasal mücadeleye, İslami medeniyet tahayyül ve tasavvuruna ihtiyaç kalmayacak demektir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 12/03/2018 Pazartesi
Güncelleme: 02:03 - 12/03/2018 Pazartesi
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Modern-seküler zamanlar, modern-seküler ideolojiler ve dünya görüşü, her tür iktidarın, aklın/bilimin/tekniğin/siyasetin iktidarının sınır tanımadığı zamanlardır. Bu iktidarlarla birlikte, ideolojiler ve dünya görüşleri de, aynı şekilde sınır tanımayan ideolojiler ve dünya görüşleri haline gelmiştir. Günümüz dünyasında insanlığın maruz kaldığı her tür haksızlık, adaletsizlik, sömürgecilik, ölümün sanayileştirilmesi, merhametsizlik ve vicdansızlık kültürü, sözünü ettiğimiz bu sınırsızlıkla doğrudan ilgilidir. İslam dünyası toplumları ve kültürleri, Müslüman halkların bilincinin kolonyalist kültür tarafından sömürgeleştirildiği günden bu yana, bu sınırsızlıklara maruz kalıyor, bu sınırsızlıklarla yüzleşemiyor.

KOPYA/SAHTE/TAKLIT HAYATLARIMIZ

Modern sahte mutlakların, sınırlandırılamayan, sorgulanamayan, reddedilemeyen iktidarı-tiranlığı, Müslümanlara ayırt edici bir dünya görüşü ve değerler sistemine sahip olma, bunları temsil ve tecrübe etme hakkını tanımıyor. Müslümanlar olarak, bilincimizin sömürgeleştirildiği günden bu yana, dışarıdan/tepeden dayatılan, maruz kalınan dünya görüşleri, hayat tarzları ve kimliklerle, kendimiz olmaktan çıkarak, çıkarılarak, sınırlandırılmış, baskılanmış, çarpıtılmış, parçalanmış kopya/sahte/taklit kimlik, kişilik ve karakterlerle hayatlarımızı sürdürüyoruz. Bu durum, İslami açıdan tanımlanması, açıklanması hiç bir şekilde mümkün olmayan korkunç bir durumdur, korkunç bir olgudur.

İŞLEVSİZ BİR DİNİ HAYAT

Müslümanlar olarak bilincimizin sömürgeleştirildiğini fark ediyor ve bilincimizi özgürleştirme iradesine sahip bulunuyor olsaydık, kapitalist/seküler/liberal bir düzene, hayat tarzına itiraz ediyor; böyle bir düzenle, böyle bir hayat tarzı ile mücadele ediyor olacaktık. Bugün, meşruiyetinin ve otoritesinin sınırları kapitalist/seküler/liberal bir düzen tarafından belirlenen ve bütünüyle itibarsızlaştırılarak işlevsiz kılınan bir dini hayatı toplumsallaştırarak, kurumsallaştırarak sürdürebiliyoruz.

İslam dünyası toplumlarında Müslümanlar, İslam’dan esirgedikleri ihtimamı/dikkati/hassasiyeti, ulus-devletler için göstermeye başlamışlardır. İslami olanın milli olana önceliği tamamen göz ardı edilebiliyor, ihmal edilebiliyor. Hangi ülkede olursa olsun, kapitalist/seküler/liberal bir düzen tarafından “fethedilen” bir toplumun nasıl yerli ve milli olabileceğinin ikna edici hiç bir cevabı yoktur. İslam dünyası ulus-devletleri (Mısır, Suudi Arabistan, İran ve Türkiye), aziz İslam’a bir araç rolü yüklemek yerine, İslam’a ihtimam göstermiş bulunsalar, emperyalistlerin başlarına açtıkları gailelerle uğraşmıyor, enerjilerini bu yolda harcamıyor olacaklardı.

GENÇLERİMİZ ARAÇSAL AMAÇLARA YÖNELİYOR

Eleştirel faillere hayat hakkı tanımayan, toplumlarımızı birörnekleştiren, eleştirel kuraklık içerisinde yaşayan, bu kuraklık sebebiyle eleştirel düşünürlere, kamu entelektüellerine sahip olamayan, sorgulama geleneğine yabancı bir kültürde, entelektüel tükenişin bir sonucu olarak, hamaset zorunlu bir kader haline geliyor. Hangi kültürde ve toplumda olursa olsun, “hamaset”, kitlesel cehaletin yoğun olduğu durumlarda etkili oluyor. Bu tür toplumlarda, ahlaki boşlukların, düşünsel boşlukların ve bilinç boşluklarının derinleşmesi sebebiyle, özellikle genç kuşaklar araçsal amaçlara ve ölçülebilir değerlere yöneliyor; insanlık sorunları bağlamında siyasal sorumluluk duygusuna ve bilincine kayıtsız kalıyor. Hangi kültürde ve toplumda olursa olsun, araçsal amaçlar, maddiyatçı ve bencil tercihler, insanları insani-ahlaki hayata ve ilişkilere yabancılaştırıyor. Hangi gerekçeyle olursa olsun, genç kuşakların hamaset yoluyla yönlendirilmeleri, kontrol edilmeleri, gençlerin toplumsal-kültürel failler olmalarını engelliyor.

KENDİMİZİ AVRUPA’YA MAHKUM ETTİK

Bugün Batı ile İslam arasında ideolojik-kültürel mücadele/karşıtlığın sebeplerinden bir tanesi de halklar arasında bir değerler hiyerarşisi oluşturan kolonyalist kültürdür. Kolonyalist bakış açılarının belirleyiciliği sebebiyle bugün, İslam toplumları da dahil olmak üzere bütün toplumlar, dünyayı, hayatı, tarihi, bilimi, İslam’ı, Avrupa algılarına göre tanımlıyor. Aziz İslam ve aziz Kur’an, referans ve meşruiyet kaynağı olmaktan çıkarılarak bir araştırma konusu haline getirildiği için, İslam ve Kur’an’ı da Avrupa algılarına göre, hayatın ve tarihin dışında konumlandırıyor; Avrupa dünya görüşü ve hayat tarzını ise, hayatın ve tarihin merkezinde, bütün boyutlarıyla, bütün kavram ve kurumlarıyla tecrübe ediyoruz. İslam’ı hayatın ve tarihin dışında, Avrupa tecrübesini ise hayatın tam merkezinde tecrübe ettiğimiz için, Avrupa tecrübesine kendi kendimizi mahkûm etmiş oluyoruz. Farzımuhal, insanlık dünyasının nihai durumunu kapitalist/seküler/liberal ideolojilerin belirleyeceğine inanılacaksa, bu takdirde, İslami siyasal mücadeleye, İslami medeniyet tahayyül ve tasavvuruna ihtiyaç kalmayacak demektir.

KABİLE KÜLTÜRÜ VE REKABETİ

Günümüzde İslam dünyası toplumları, çok açık bir şekilde, çok ciddi bir ufuk daralması, çok ciddi bir bilinç daralması yaşıyor. Sözünü ettiğimiz bu ufuk ve bilinç daralması sebebiyle, emperyalizme karşı İslami dayanışma gerçekleştirilemiyor; böyle bir dayanışma sorumluluğu gündeme bile getirilemiyor. İslami ufuk ve bilinç üzerinde yoğunlaşmamız gerekirken, kabile kültürü, kabile kültürleri üzerinde yoğunlaşıyoruz. Kabile kültürleri, kabile rekabetlerini, çatışmalarını kışkırtıyor. Bu durum, ortak İslami varoluş bilincini temelden yıkıyor. Her toplumda klişeleştirilmiş ve kişiselleştirilmiş bir dil/söylem kullanıldığı için, İslami dayanışma doğrultusunda bir seçenek üretilemiyor. İslami bilince yabancılaşan toplumlar ve kültürler, emperyalist unsurlar tarafından kolaylıkla sömürgeleştirilebiliyor. Millilik, herhangi bir ulus-devlet için zorunlu olabilir, ancak İslam’ın ruhuna ve mantığına uzaktır.

ÖNYARGILARDAN KURTULMALIYIZ

Bir yanda neoliberal akılcılığın, bir diğer yanda dijital terörün, pazar değerlerinin, niceliksel varoluş yaklaşımının tehdidi altında bulunan genç kuşakların, nostaljik anılar merkezinde eğitilmeye çalışılması, kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Toplumlarımız, bugün karşı karşıya bulunduğumuz çok yönlü tehditlere, ancak daha çok ahlak, daha çok akıl/bilgi, daha çok içtenlik/sorumluluk, daha çok bilinç/derinlik, daha çok eleştiri ve öneri, daha çok üretkenlik/özgünlük, daha çok dayanışma, daha çok sorgulama kültürü ve daha çok sorgulayabilen failler yetiştirmek suretiyle karşılık verebilir. Nostaljik anılarla bir tarihsel duyarlılık oluşturmaya çalışmak, genç kuşakların gelecekten dışlanmasıyla sonuçlanabilir. Tarihin bencil çıkarlar için çarpıtılması ve manipüle edilmesi, zihin ve bilinç dünyamızın da çarpıtılmasına neden olur. Her ulus devletin tarihi kendi çıkarları doğrultusunda yorumlamaya çalışması, ulus-devletler arasında karşıtlıkları, rekabetleri ve çatışmaları derinleştirir. Bu bakımdan, Müslümanların önyargısız bir kavrayış biçimi üzerinde çalışmaları, hayati bir sorumluluğun gereğidir.

#​İslam
#Avrupa
#Farzımuhal
6 yıl önce