|

Unuttuğumuz bir gerçek: İsmet Âdemiyyetledir

İbn Haldun Üniversitesi Yayınları(İHÜ) arasında çıkan “İsmet Ademiyyetledir” adlı kitapta Recep Şentürk, insanın doğuştan var olduğu haklarını ilmi, toplumsal ve dini boyutuyla ele alıyor. “İsmet âdemiyyetledir” ilkesinin günümüzde anlamını kaybettiğini belirten Şentürk’e göre “Bugün yaşadığımız birçok zulüm, ayrımcılık, ırkçılık ve adaletsizliğin temelinde böyle bir ilkenin unutulmuş olması yatmaktadır.”

04:00 - 15/01/2020 Çarşamba
Güncelleme: 00:44 - 15/01/2020 Çarşamba
Yeni Şafak
İslâm tarihi boyunca ulemâ ile devletin münasebetlerine bakıldığında göğsümüzü kabartacak davranışlarla karşılaşabiliyoruz
İslâm tarihi boyunca ulemâ ile devletin münasebetlerine bakıldığında göğsümüzü kabartacak davranışlarla karşılaşabiliyoruz
İBRAHİM DEMİRCİ

Recep Şentürk’ün İsmet Âdemiyyetledir adlı eserinin alt başlığı “Haklarımız Varoluşumuzdandır”. İbn Haldun Üniversitesi Yayınları arasında çıkan kitap 143 sayfa; önsöz ve sonuç arasında yer alan yedi bölümden oluşuyor . Yazar, önsözünde çok önemli bir gerçeği vurguluyor: “Avrupa merkezci eğitim görmüş birçok insan “insan hakları” kavramının ilk defa Batı’da ortaya çıktığını ve İslâm’da böyle bir kavram olmadığını düşünmektedir. Batı karşıtı sözde İslâmcı radikal gruplar da aynı şekilde İslâm’da insan hakları olmadığını, insan haklarının Batı emperyalizminin bir projesi olduğunu savunmaktadırlar. Ancak klasik fıkıh eserlerimiz bunun tam tersini ortaya koymaktadır. “Hukuku’l-âdemiyyîn” (âdemîlerin yani insanların hakları), “İsmetü’l-âdemiyyîn” (âdemîlerin yani insanların dokunulmazlığı) kavramları İslâm fıkhında asırla[r]dır yaygın bir şekilde kullanılan çok eski kavramlardır.”

BİR İLKEYİ YENİDEN HATIRLAMAK


“Paradigma kırılması” ve “hafıza kaybı” yüzünden kavramlarımıza yabancılaştığımızı belirten yazar, insanın insan olarak yaratılmış olmakla saygınlık ve dokunulmazlık kazandığını ifade eden “İsmet âdemiyyetledir” cümlesine doktora çalışmasını bitirdikten sonra Mergînânî’nin Hidâye’sinde rastladığını, Osmanlı döneminde eğitim gören birinin aynı cümleyle çok daha erken karşılaşmış olacağını belirtiyor. “İnsan olmak, insan haklarına sahip olmak için yeterli sebeptir” anlamına gelen “İsmet âdemiyyetledir” ilkesinin unutulduğunu, bu ilkenin yeniden diriltilmesine hem Müslümanların hem de bütün insanların “acil ihtiyaç” içinde olduğunu ifade eden yazara göre, “Bugün yaşadığımız birçok zulüm, ayrımcılık, ırkçılık ve adaletsizliğin temelinde böyle bir ilkenin unutulmuş olması yatmaktadır.”

TEMEL HAKLARIN ÖNEMİ

“İslâm’da insan haklarına fıkhî bir bakış” bölümünde “ismet” ve “âdemiyyet” kavramlarının yanı sıra “hak” kavramı üzerinde duran yazar, İslâm hukukunun hangi şartlarda nasıl uygulanabileceğine dair özlü bilgiler sunuyor. Zarûriyyât, nassiyyât ve içtihâdiyyât terimlerine değindikten sonra, “hukukî ve sosyolojik bakış açıları”nın birlikte kullanılmasını öneriyor.

Hukukun konusunun “insan” olduğunu benimseyen yaklaşımı “evrenselci”, “vatandaş” olduğunu kabul eden yaklaşımı “devletçi” diye isimlendiren yazara göre Hanefî fakihleri evrenselci, Şâfiî fakihlerin çoğu devletçi bir tutum sergilemişlerdir. İnsanı esas alan evrenselciler de, vatandaşı esas alan devletçiler de altı temel hakkın dokunulmazlığında mutabıktır: 1. Hayatın dokunulmazlığı, 2. Malın dokunulmazlığı, 3. Dinin dokunulmazlığı, 4. Aklın dokunulmazlığı, 5. Neslin dokunulmazlığı, 6. Onurun dokunulmazlığı.

Temel hakların verili haklar mı kazanılmış haklar mı olduğuna da temas eden yazar, İslâm tarihi boyunca karşımıza çıkan uygulamalardan örnekler de sunuyor. Müslümanların başka dinlere mensup insanlarla yüzyıllarca birlikte yaşamasını evrenselci hukuk anlayışına bağlayarak, temel hakların birbiriyle çelişmesi durumunda nasıl davranıldığına çok ilginç bir örnek veriyor: “Örneğin Hindistan’da Hindûların hukuklarını uygulamalarına izin veriliyordu; ancak sati olarak bilinen dul kadınların eski kocalarının bedeniyle beraber yakılmaları geleneği bunun dışında tutulmuştur. Babürşahlı devlet başkanı Ekber’in yaptığı toplumsal reformlardan biri, Hindûlar arasında dul kadınların yeniden evlenmesine izin vermektedir (s. 42). Amr b. El-Âs’ın Mısır’da Nil nehrine kız kurban edilmesini yasaklaması da bu hususta başka bir örnektir (s.45). “İrtidat (Dinden dönme) suç mudur?” sorusuna cevap arayan Recep Şentürk, günümüzün pek çok Müslümanını şaşırtacağını sandığım bilgiler veriyor: “Evrenselci yaklaşıma göre İslâm dininin mukaddesatına zarar vermek için karışıklık ve fitne çıkarmadığı sürece, kişi sadece irtidat ettiği için cezalandırılamaz (s. 58). “İslâm’ı reddeden bir kadına hiçbir mezhebin cezaî uygulama öngörmemesi”ni hatırlatan yazar, şu sonuca varıyor: Dolayısıyla Hanefîlere göre irtidâdın kendisi değil, Müslümanlar’a karşı başlatılan bir savaşa dâhil olmak (harbîlik), cezaî müeyyideyi gerektirir (s. 59).

İnsancı/evrenselci yaklaşımla vatandaşçı/devletçi anlayış arasındaki fark, kadın hakları hususunda da karşımıza çıkıyor: Birincisi, nikâhta kadının kararını öne çıkarıyor, ikincisi ailenin kararını (s. 60 vd.).

İslâm tarihi boyunca ulemâ ile devletin münasebetlerine bakıldığında göğsümüzü kabartacak davranışlarla karşılaşabiliyoruz: “Dört mezhebin kurucularından hiçbiri, yöneticiler tarafından idarenin en üst kademelerinde görev almaları için kendilerine yapılan teklifleri kabul etmemişlerdir (s. 67). “Devletin emir ve tayinlerini reddediş, İslâm hukukuna ve müçtehidlere geniş bir özerklik ve kararlılık kazandırdı. Herkesin arzuladığı teklifleri reddederek, yönetimin yolsuzluk ve zulümlerinden uzak kalmaları da, toplumun nazarında otoritelerinin artmasını sağladı. Görülen o ki, ulemâ, devletin bedenleri üzerindeki gücünü reddederek, kalplerde ve akıllarda daha fazla güç kazanmayı amaçlamıştı (s. 68). Bu iki cümleyi yadırgadım. Hele sonuncu cümleyi tuhaf buldum;

“Bu yorum başka birine, paragraf başında referans verilmiş olan Ira M. Lapidus’a ait olmalı.” demekten kendimi alamadım. İslâm ve Osmanlı devlet geleneğinde yasama faaliyetlerinin niteliğine ilişkin önemli tespitlerde bulunan Recep Şentürk’ün şu tesbitine kulak vermeliyiz: “Batılı ve İslâmî kavramları indirgemeci bir yaklaşımla aynîleştirmeye çalışmak ya da tepkici bir tavırla toptan göz ardı etmek yerine, mukayeseci bir yaklaşımla ortak ve farklı noktaları ortaya çıkarmaya çalışmak daha doğrudur.” (s. 134)

#İbn Haldun
#İslâm
#Ademiyet
4 yıl önce