Batı, kendi iddiasında olduğu üzere açık görüş ve hoşgörünün merkeziyse eğer, Amsterdam bu merkeze merkezlik görevi yapabilir rahatlıkla. Her nevi insanın bir arada yaşadığı, kaldırımlarında renk cümbüşünün dolaştığı Amsterdam, görülmeyi hak ediyor; tabii eğer eğlenmekten hoşlanıyorsanız. Muhtemelen her Türk turist gibi siz de Amsterdam gezinize Dam Meydanı'ndan başlarsınız. Meydanın büyüklüğü, sağda solda yapılan gösteriler, söylenen şarkılar, bisikletliler, çeşit çeşit insanlar ve renkler başınızı döndüreceğinden, dikkat! Fotoğraf makinenizin hafıza kartını hemen doldurmayın! Daha gezecek çok yer var.
Dam Meydanı'ndan yürüyerek kanalları keşfe çıkın. Şehrin her yerinden örümcek ağı gibi geçen su kanalları, üzerinde kanal turu yapan turistleri, kenarlarında dizilmiş ve göreni Ortaçağ'a götüren Amsterdam evleri ile bir an neye uğradığınızı şaşırabilir, kendinizi cimciklemek zorunda kalabilirsiniz. Kendinizde ve günümüzde olduktan emin olduktan sonra da ilk durağınız çiçek pazarı olsun. Rengarenk, göz alabildiğine güzel laleleri görünce çiçek satıcılarından birine sataşmak fena bir alternatif sayılmaz: "Hiş, esnaf, sizin dedeler bunların tohumlarını bizim oralardan getirdi haberiniz olsun." Satıcıdan alacağınız karşılık muhtemelen "Türk müsün canım sen?" mealinde Hollandaca bir cümle olacaktır.
Amsterdam epey hareketli ve eğlenceli bir şehir evet. Fakat Van Gogh'un memleketinden bahsettiğimizi, buranın bir sanat merkezi olduğunu da unutmamak lazım. Van Gogh Müzesi Amsterdam'a kadar gidilmişken muhakkak görülmeli, "Patates Yiyenler"e bakıp bu ülkenin bir zamanlar dünyanın en parlak ülkelerinden biri olmadığı hatırlanmalıdır. "Rijks Müzesi" sanat sevenler, "Amsterdam Müzesi" tarih sevenler için iyi bir alternatif olabilecekken, "Tropenmuseum" adındaki, Amsterdam'ın en büyük müzesi olan etnografya müzesi de meraklısının ilgisini çeker. Ayrıca sinema sevenler için -ki Hollanda sineması dünya sıralamasında pek de iddialı değildir- ülkenin sinemasına ait bir müze de vardır: Hollanda Film Müzesi.
Dünya üzerinde 15 tane bulunan Madame Tussauds Müzelerinde, meşhur yönetici, sanatçı, siyasetçi ve pekçok kişinin balmumundan yapılmış heykelleri bulunuyor. Heykeller o kadar canlı, o kadar başarılı ki, Prenses Diana'ya yaklaşıp "Fani dünya, öldün gittin bacım... Ama bak oğlun eve yeni prenses getirdi; giden gittiğiyle kalıyo'" demeniz işten bile değil.
En iyisi bir adet günlük "I Amsterdam" kart edinip, tramvayların akışına kendinizi bırakmak. Seyri, tramvayla daha da güzel olan Amsterdam'da, canınızın çektiği yerde iner, şehri doya doya seyredersiniz böylece. Olmazsa, yılda 8 milyon ziyaretçi alan Vondelpark'a gider, ayaklarınızda derman kalmayıncaya kadar yürür, eğer yazsa açık hava tiyatrosu seyredersiniz. Burayı da gördüğünüze göre tamamdır, yeter. Daha ortalıkta dolaşmayıp otelinize dönmekte fayda var. Zaten bakın, hava da karardı. Bu Amsterdam şehrinin arsızı uğursuzu pek boldur! Medeniyetin ağzında her ne kadar tek bir diş kaldıysa da ısırdı mı fena ısırır...
Amsterdam kanallarında 1500 tane köprü bulunuyor. Hollandalı ressam Johannes Vermeer'in İnci Küpeli Kız tablosundan ilhamla yazılan İnci Küpeli Kız kitabını okuduysanız (Tracy Chevalier), bu kanallar sizde çok farklı çağrışımlara sebep olabilir.
Zulmü yaşayıp, daha sonra yaşatmakta beis görmeyen Yahudilere yapılan soykırımının geride bıraktığı kanıtlardan yalnızca biriydi o: Anne Frank'in Hatıra Defteri. Yahudi soykırımından kendilerini korumak için evlerinden gizli geçişle ek binaya girerek saklanan aile 2 sene sonra yakalandı ve toplama kamplarına dağıtıldı. Geriye Anne Frank'ın sonradan kitaplaştırılan günlüğü kaldı. Anne Frank Evi o günlere dair hatıraları canlı tutuyor. Sabah 9'dan akşam 9'a kadar açık bulunan müzenin önünde sürekli uzun kuyruklar var, erken davransanız iyi olur!