|

Vefatının 100. yıldönümünde Ömer Seyfettin

Vefatının 100. yıldönümünde Ömer Seyfettin’i, eserlerinin ortaya çıkmasında büyük emeği olan akademisyenler Prof. Dr. Hülya Argunşah ve Prof. Dr. Nazım H. Polat ile anıyoruz. İşte yazarın hayatına, çalışmalarına, siyasî duruşuna ve Türk edebiyatına etkisine dair sorduğumuz sorulara hocalarımızın verdiği cevaplar...

Halil Solak
11:55 - 15/03/2020 Pazar
Güncelleme: 12:01 - 15/03/2020 Pazar
Yeni Şafak
Ömer Seyfettin
Ömer Seyfettin

Falaka, Kaşağı, Pembe İncili Kaftan, Beyaz Lâle… Benim ilk okuduğum Ömer Seyfettin hikâyesi “Forsa” idi sanırım. Okuldaki Türkçe ders kitabımızda olduğunu hatırlıyorum. Siz de “Acaba benim ilk okuduğum Ömer Seyfettin hikâyesi hangisiydi” sorusuna cevap verdiyseniz vefatının 100. yıldönümünde yazarımız için hazırladığımız dosyayı okumaya başlayabilirsiniz.

EDEBİYATA İLK ADIM: ŞİİR

1884 yılında Gönen’de doğan Ömer Seyfettin, aslında bir asker. Mekteb-i Harbiye’den mezuniyetinin ardından İmparatorluğun çeşitli yerlerinde görev yapmış, 31 Mart Vak’ası’nı bastırmak için İstanbul’a gelen Hareket Ordusu’nda bulunmuş, Balkan Savaşı’nda Yunanlılara esir düşerek 10 ay kadar süren esaret yaşamış bir asker…

Her ne kadar bugün hikâyeci olarak anılsa da aslında edebiyat dünyasına ilk adımını, pek çok yazarın biyografisinde gördüğümüz gibi, 1898 yılında yayınlanan bir şiirle atmıştır. İlk hikâyesi 1902’de çıksa da bugün bildiğimiz tarzda “Ömer Seyfettin hikâyeleri” 1911’deki Yeni Lisan hareketinden sonra kaleme alınmıştır.

TÜRKÇENİN YOL HARİTASI

Ömer Seyfettin’in Selanik’te çıkan ve II. Meşrutiyet sonrasında Türkçülük ideolojisinin yayın organı olan Genç Kalemler dergisinde seri halinde kaleme aldığı “Yeni Lisan” yazısı Türkçenin sadeleşmesinde ve millî bir edebiyatın oluşturulmasında önemli bir yol haritası olmuştur. Türkçenin muvazenesini kaybettiğin, tabiata muhâlif ve son derece sun’î bir hâl aldığını söyleyen yazarın teklifi şudur:

“Millî ve tabiî bir lisan olmazsa ilim, fen, edebiyat yine bugünlü gibi muamma halinde kalacaktır. Asrımız terakki asrı, mücadele ve rekabet asrıdır. Biz bir köşeye çekilip Nedim’in parlak tabiata muhalif terkiplerini terennüm edersek mezarımızı kendi elimizle kazmış oluruz. Esaslarıyla, kâideleriyle yaşayacak olan Türkçe yazalım.”

‘MÜNFERİT YALI’DA TEK BAŞINA

1914’te ikinci kez askerlikten istifa eden Ömer Seyfettin -ilki 1911’de, Ziya Gökalp’in teşvikiyle olmuş, ancak Balkan Savaşı’nın çıkmasıyla yeniden askere çağrılmıştır- çeşitli okullarda öğretmenlik yaparak hayatını kazanmaya çalışmış, bu arada 1915 yılında üç yıl sürecek bir evlilik yapmıştır. Kalamış koyunda, “Münferit Yalı” adını verdiği evde tek başına yaşarken hastalanmış ve 6 Mart 1920’de Haydarpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde vefat etmiştir.

HİKÂYE KÜLLİYATI TAMAM

Ömer Seyfettin’in hikâyelerini ilk toplayan dostu Ali Canip Yöntem’dir. 1938’teki bu yayından sonra daha zengin bir derleme, Ömer Seyfettin: Ülkücü Bir Yazarın Romanı adlı bir biyografi de kaleme alan Tahir Alangu tarafından hazırlanmıştır (1962-1964). Muzaffer Uyguner ise, hikâyelerin yanında diğer yazılarıyla birlikte külliyatını yayınlamıştır (1970-1997), bu çalışmayı Hülya Argunşah’ın hazırladığı külliyat takip etmiştir (1997-2001).

Son yıllarda Nazım Hikmet Polat’ın süreli yayın koleksiyonları arasında yaptığı yoğun mesai ve yazar tarafından kullanılan pek çok müstear adın izini süren çabaları sonucu eksiksiz bir külliyata ulaşmak üzereyiz. Prof. Polat tarafından hazırlanan ve Ötüken Neşriyat’tan çıkan hikâye külliyatının 8. cildi de bu ay başında yayınlanarak hikâye külliyatı tamamlanmış oldu.

Yeni Şafak Kitap olarak vefatının 100. yıldönümünde Ömer Seyfettin’in eserlerine büyük emek veren iki değerli isme, Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Nazım H. Polat ve Erciyes Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Hülya Argunşah’a sorular yönelttik.

PROF. DR. HÜLYA ARGUNŞAH

Çocuk edebiyatı yazarı değil

Ömer Seyfettin günümüzde çocuklar için yazan biri gibi algılanıyor. Bu ne kadar doğru?

Sanırım Ömer Seyfettin’in en çok tartışılan taraflarından birisi ‘güdümlü yazar’ olduğu konusuysa diğeri de bir çocuk edebiyatı yazarı olarak değerlendirilmesidir. Açıkça söylemek gerekirse her iki tartışmanın da yazarı yeterince tanımamış ve okumamış olmaktan kaynaklandığını düşünüyorum.

Ömer Seyfettin bir çocuk edebiyatı yazarı değildir. Bu konuda hiç bir beyanı olmamıştır. Hikâyelerinde çocuklar için yazdığını gösteren bir durum da yoktur. Onu bir çocuk edebiyatı yazarı olarak ilan edenler de sonra bunu tartışanlar da biz büyükleriz. Bu, yazara yapılmış büyük bir haksızlıktır. Çünkü çocuk edebiyatçısı olarak belirlerken onu daraltıyor, kendi bütünlüğü içerisinde görmemiş oluyoruz. Sonra çocuk edebiyatı yazarlığı konumunu tartışarak birden bire okunması gereksiz bir yazar haline getiriyoruz. Oysa bu bağlamda düşünüldüğünde Ömer Seyfettin deyince akla sınırlı sayıda hikâye gelir. Bunların bir kısmı “Ferman”, “Forsa” gibi tarihle ilgili hikâyeler… Bir kısmı da “İlk Namaz” ve “Kaşağı” gibi kahramanı çocuk olanlardır. Oysa Ömer Seyfettin sadece hikâye külliyatı noktasından baktığımızda bile 160’ı aşkın eserin yazarı. Buna makaleleri, şiirleri, fıkraları, tercümeleri ve diğer metinleri ekleyince oldukça hacimli bir külliyatla karşılaşılıyor.

Bu durumda Ömer Seyfettin’in bir çocuk yazarı olarak gösterilmek istenmesinin sebepleri üzerinde düşünürsek konuya daha iyi bir açıklama getirilebilir sanırım. En başta gelen sebep, Ömer Seyfettin’in ideal ve idealist insan tiplemelerini anlatmasıdır. Bu onun eserlerini yazdığı dönemle ilgilidir. Çünkü vatanın ve milletin tehlikede olduğu bir zamanın yazarıdır o. Türk insanının bütün var olma yollarını denedikten sonra kendini devletsiz, sahipsiz ve çaresiz hissettiği bir zamanda yazarak ona yeniden doğmayı, milleti ve vatanı için mücadele etmeyi telkin eder. Bunun için Türk insanının önüne geleceğe güvenen, gelecek için mücadele eden, milletini tanıyan, milletinin değerlerini taşıyan insan tiplemeleri yerleştirir. Kısacası onun özellikle 1911-1920 arasında yazdığı bütün hikâyelerde rol model olacak insan tipleri vardır. Onun tiplemeleri kendilerini topluma karşı sorumlu görürler, çalışırlar, dürüsttürler, gururludurlar, akla ve bilgiye inanırlar ve mücadele etmekten vazgeçmezler… Bu insan tiplemeleri ve onların yaşadıkları olaylar, yazarın çocuklar için yazdığını düşündürür. Biz büyükler, yarını çocuklar üzerinden şekillendirebileceğimizi düşündüğümüz için çocuklara milletini tanıyan ve sağlam değerler dünyası olan idealist insanları anlatan eserler okutmayı isteriz. Bunun için de Ömer Seyfettin’i seçeriz. Sonra da birden aklımıza “Bomba” ve “Beyaz Lale” gibi gerçekten ürkütücü iki hikâyesi gelir. Çocuklara yine “İlk Namaz”, “Kaşağı”, “Bir Çocuk Aleko”, “Çanakkale’den Sonra”, “Kaç Yerinden?” gibi hikâyeleri okutmaya devam edebiliriz. Ama büyükler olarak 20 kadar hikâyeyle sınırladığımız yazarımızın “Dama Taşları”, “Makul Bir Dönüş”, “Ashab-ı Kehfimiz”, “Şimeler”, “Gayet Büyük Bir Adam” gibi hikâyelerini okuyarak keşifler yapabiliriz.

Ömer Seyfettin’in dilde yaptığı yenilik(ler) esas olarak nedir?

Ömer Seyfettin’in dilde yaptığı yenilikleri özetlemek gerekirse ‘konuşulduğu gibi yazmak’ diyebilirim. Bu teklif, dili halkın bilmediği ve anlamadığı bütün unsurlardan temizlemek anlamına gelir. Kolayca anlaşılacağı üzere bu bir tasfiyecilik değildir. Halkın kullandığı bütün kelimeler Türkçedir, yaklaşımı söz konusudur. Dilin bir mantığı olduğu ve bu mantığın o dili konuşanlar tarafından oluşturulduğunu düşünen Ömer Seyfettin’in meselesi, Türkçeyi yabancı dillere ait gramer şekillerinden kurtarmaktır. Çünkü dönemin meselesi Türk insanına ulaşmak ve onun kendini keşfetmesini sağlayarak millî bilinç uyandırmaktır. Bu durumda Türk insanının bir dili olduğunu fark etmesi, bu dille anlatılanları anlaması ve yine bu dille bir edebiyat yaratması gerekir. Zira millete ve millî devlete giden yolun başında dil vardır. Bu Türk insanı için Türkçedir. “Yeni Lisan” hareketi hem Türkçenin keşfedilmesi ve yeniden millî dil olma yoluna sokulması demektir hem de milleti oluşturan insanla bizzat onun anladığı dille konuşarak değerlerini tanımasını sağlamak demektir. Ömer Seyfettin hikâye ile bu oluşumu başlatır. Böylece üzerindeki yabancı dillerin görünmez hale getirdiği Türkçe ortaya çıkarken bu dille edebiyat yaratılarak devrin okuyucusuna ulaşılmış olur. Kısacası “Yeni Lisan”dan “Yeni İnsan”a geçilir.

Ömer Seyfettin’in bugünün hikâyeciliğine etkisine dair neler söylersiniz?

Şüphesiz Ömer Seyfettin bir dil âlimi değildir. Bir yazardır. Onu bugüne ulaştıran çalışmalarından biri de hikâyeciliğidir. Günlük dille yazmak, günlük ve sıradan olayları sanat eserinde anlatmak, üstün bir mizah anlayışına dayanmak ve okuyucuyu rahatsız etmeden telkinlerde bulunmak onun hikâyesinin en önemli taraflarıdır. Sanırım Ömer Seyfettin hikâyesinin en ihmal edilmiş tarafı mizahıdır. Ondaki mizah, edebiyatımıza teşhir etmeksizin tenkit etme yolunun açılmasını sağlamıştır, diyebiliriz. Diğer yandan Türk hikâyesinin onun eseriyle olay hikâyesinden durum hikâyesine bağlandığını ve böylece modern hikâyeye geçildiğini de söylemiş olalım.

PROF. DR. NAZIM HİKMET POLAT

Ortanın epeyce üstünde bir şair

Ömer Seyfettin’in pek öne çıkmayan bir yönü de şairliği. Ancak siz 200 sayfası Bütün Şiirleri’ni yayımladınız. Nasıl bir şair Ömer Seyfettin?

Ömer Seyfettin, edebiyat hayatına Mecmuâ-yı Edebiye’deki “Terane-i Giryân” şiiriyle başladı. II. Meşrutiyet’e kadarki şiirlerinin tamamı Edebiyat-ı Cedide zevkiyle, ferdiyetçi çizgidedir. II. Meşrutiyet’le birlikte toplumsal faydacılığa yönelir. Yeni Lisan hareketiyle birlikte dil ve üslubundaki değişim dikkati çeker. 1912’nin ikinci yarısından itibaren ise genel kabul görmesini adeta kendisi için vazife saydığı heceyi kullanır. Özellikle son şiirlerinde temsilî anlatıma (örtük ifadeye) yöneldiği görülmektedir. Sayısı 88’i bulan bu şiirlerindeki estetik değerler onun ortanın epeyce üstünde bir şair olduğunu göstermektedir. Ayrıca 21 mensuresinde de başarılı olduğu söylenebilir, bunların son ikisi ise birer şaheserdir.

Ömer Seyfettin Külliyatı’nı hazırlarken ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Öncelikle pek çok takma adla yazması, aynı takma ad ve rumuzların başkaları tarafından da kullanılabilme ihtimali bu zorlukların başında gelir. İkinci olarak özellikle II. Meşrutiyet öncesinde ve II. Meşrutiyet’i takip eden yıllarda yazdığı gazete ve dergi koleksiyonlarının hiçbir kütüphanede tam olarak bulunmaması bir diğer önemli zorluktur. Varlığını bildiğimiz hâlde Sedat, Asır, İzmir, Rumeli, Turan, Akşam, Tercüman-ı Hakikat gibi dergi ve gazetelerdeki kalem faaliyetinin tam olarak derlenememesi bu iki sebebe bağlıdır. Bu arada bazı araştırmacıların tarama yaparken kastî veya dikkatsiz davranışları yüzünden metinlere verdiği zarar hakkında içimden geçenleri telaffuz etmek istemiyorum.

Ömer Seyfettin, siyasi açıdan hareketli bir dönemde yaşadı. Onun siyasi tavrını değerlendirir misiniz?

Dünya görüşü olarak Harbiye öğrencisiyken Osmanlıcılığa bağlandı. Bulgaristan’ın Osmanlı’dan ayrılmasıyla İslamcılığa yöneldi. Arnavutluk’taki ayrılık hareketlerinden sonra ise (özellikle Ahmet Nebil’in bu hareketlere ilgisini gördükten sonra) artık Türkçü çizgidedir. Ömrünün sonuna kadar bunu muhafaza etti. En çok karşı olduğu dünya görüşü Beynelmilelcilik, Masonluk’tur. Sıcak siyasetle 1911’den itibaren ilgilenmiş, hatta İttihat ve Terakki taraftarlığı gerekçesiyle ordudan atılmıştır. İlgili evraktaki son imza, talihin bir cilvesi olarak İttihatçı Enver Paşa’ya aittir. Ancak hiçbir zaman İttihat ve Terakki’nin olumsuz gördüğü taraflarını yüzlerine vurmaktan da çekinmemiştir. Hürriyet ve İtilaf’a muhalif oluşu ise onları Patrikhaneyle ilişkili görmesindendir.

#Ömer Seyfettin
4 yıl önce