|

Yaşam en güzel sanat

Müzik kariyerine sayısız albüm ve ödül sığdıran usta sanatçı Ömür Göksel, 26. İstanbul Caz Festivali’nde Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nün sahibi oldu. “Sevemem Artık” ile 70’li yıllara damga vuran Göksel, 57 yıllık müzik serüvenini anlattı: “En güzel sanat güzel yaşama sanatıdır. Hem sanata susuzluğumu giderdim hem güzel bir hayat seçtim” diyor.

Seray Şahinler Demir
04:00 - 14/07/2019 Sunday
Güncelleme: 10:00 - 13/07/2019 Saturday
Yeni Şafak
Ömür Göksel
Ömür Göksel

1970’li yılların en popüler şarkısı “Sevemem artık” ile haftalarca listelerde bir numara kalan, albümleri yok satan bir isim Ömür Göksel… 1969 yılında “Mutluluk” 1972’de ise “Sevemem Artık” şarkılarıyla Altın Plak kazanan ve Türkiye’nin ses kralı seçilen sanatçı kariyerinde 57.yılı bırakıyor. Sayısız albümüyle onlarca ödüle değer görülen ve 72 yaşında müzik hayatına hala devam eden Göksel şu sıralar ödüllerine bir yenisini ekledi ve 26. İstanbul Caz Festivali’nde verilen Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nün sahibi oldu. Hatta festival kapsamında 16 Temmuz akşamı Uniq Hall’de bir konser verecek! Ödül vesilesiyle soluğu sanatçının yanında aldık, hem müzik serüvenini hem Türkiye’deki müzik serüvenini konuştuk…

Yaklaşık 60 yıla dayanana bir müzik hayatınız var. “Yaşam boyu başarı ödülü” bu noktada çok daha anlamlı gibi… Geriye dönüp baktığınızda ne görüyorsunuz?

Müzik oksijenle tanıştığı ilk andan son nefesine kadar hayatımda olacak. Adımı da ömür koymuşlar, o da insanın ilk nefesiyle son nefesine kadar olan süreçtir. 57 yıl profesyonel sahne tozu yutmuşum. Bu işi yaptığıma çok mutluyum. Başladığım yıllardaki müzikle bugünkü müzik arasında ciddi boyutlarda fark var. 65 yıllarında çok iyi bir orkestramız vardı. O devirde de Türkçe sözlü şarkılar da yoktu. Çok keyif alırdık, çok kaliteli dinleyici kitlesi vardı. 68’lerde Türkçe sözler yazılmaya başlandı. Bu hem süreci güzelleştirdi hem de biraz bozdu. Aklına gelen her sözü yazdı. Bir de zaten karşımızda TRT vardı ve siz ne yaparsanız yapın onlar beğenmiyordu. Yani Beatles Türkiye’de olsaydı o zamanki TRT denetimini aşamazdı. Fakat 90’lı yıllarda da Kıl Oldum Abi gibi bir şeyi de kabul etmezdi. Bizler kırık testiden süzülen sular gibi yaşayabildik. Böyle geçti diyebilirim…

Büyük şehirlerin dışında Anadolu’ya da çok turne yapmışsınız o yıllarda… Nasıl bir etkileşim yaşıyordunuz izleyiciyle?

Mustafa Sağyaşar, ben, Füsun Onal 90 günlük turneye çıktık. Erzincan’da, Trabzon’da konserler veriyorduk. Yeter ki bu müziği sevdirelim diyorduk…

Harikaydı… Halk öylesine sevmişti ki, biletler hemen satılıyordu. Bütün Anadolu’da 60 şehir dolaştık. Benim devrimin şarkıcılarını 80 km hızla giden bir araba olarak görüyorum. Bizi artık 200 ile sollayanlar oluyor. Biz aynı hızla yolumuza devam ediyoruz ve biraz daha ileri gidince bir bakıyoruz ki onlar kaza yapmışlar. Bizim araba ise istikrarla yola devam ediyor.

60’lı yıllar sanat alanında üretiminde çıtanın çok üst düzey olduğu yıllar. Müzikte de aynı kaliteyi görüyoruz. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Bu çok önemli bir konu. Genç cumhuriyetin, 30’lu yıllardan itibaren 60’lara doğru 30 yaşlarına gelmiş kişilerin sanata olan susamışlığı vardı. Öyle susuz kalınmış ki… O susamışlık her dalda kendini gösterdi. Belagat yeteneğiniz vardır çok güzel konuşuyorsunuzdur, çok iyi kaleminiz vardır yazılarınız okunuyordur, iyi şarkı söylüyorsunuzdur. Bunların hepsi güzel sanatlardır ama bunun içinde de en güzeli güzel yaşama sanatıdır. Ömür Göksel de böyle yaşadı. Hem sanatla susuzluğumu giderdim hem de güzel bir yaşamı tercih ettim. Bütün bu susamışlıkların giderilmesi 60’larda başladı. Güzel bir sanat isyanıydı.

Türkiye’de çok popüler iken 1979 yılında bir teklif aldınız ve Amerika maceranız başladı…

Evet, 1979 yılında Hilton Oteli’nde şarkı söylüyordum. Dinleyenler arasında Amerikalılar da varmış. Bana dediler ki çok seviliyorsun, gel Amerika’da da şarkı söyle. Ben de şaşırdım; ‘Frank Sinatra kalkıp hüzzam makamında bir şarkı söylese kim beğenir’ bunu dedim. Bu tespit doğru ama burada beğenen orada da beğenir dediler ve ikna oldum.

Zor bir karar olsa gerek…

Çok zordu. Çünkü burada da çok ünlüydüm. Ama hep bir çıkış ararsınız hayatınızda. ABD, İtalya, Almanya’da hep alkış aldım ama Türk ve Müslüman olduğunuzu söylediğinizde inanın karşınıza futboldaki 9-15 barajı gibi bir baraj kurmaya çalışıyorlar. Acaba diyorlar… Bu imajı kolay kolay silemiyorsunuz. Siz onlara Amerikan sound’larını harika da söyleseniz ne zaman bir pot kıracak diye bekliyorlar. Bu da çok acı bir şey. Ben bunları çabalarımla yok ettim.

Şöyle bir anımı anlatmak isterim. Çok sevdiğim Cenk Koray giderken beni yolculamaya gelmişti ve bana Ömür çok seviliyorsun burada kal bak televizyonlar da açılacak birlikte program yaparız dedi. Bedri Koraman da o zaman “Ömür gidiyor genç kızlar ağlıyor” diye bir karikatür yapmıştı. Cenk de bana bu kupürü getirdi. Vedalaştık. 17 yıl sonra geri döndüğümde yine beni o karşıladı. Gümrükte bir baktım beni hiç kimse tanımıyor. Giderken herkes imza alıyordu ne oldu diye şaşırdım. Ben insanlara baktım beni tanırlar mı acaba diye. Cenk’e “hani nerede o genç kızlar dedim” , O da “onların hepsi anneanne oldu” dedi, gülüştük… Zaman çok acımasız tabi.

Ve döndünüz… 60 yaşını geçtikten sonra bir de İngilizce albüm yaptınız. Bu da cesur bir karar…

Evet, Kerem Görsev’in önerisiyle oldu. Bir gün Antalya’dayken teklif etti. Ben de atma beni şu müzik havuzuna, 1000 bastırsak 998 tanesi kalır birini sen birini ben alırsın” dedim. O da “Ömür abi buradan çok uzak kaldın mutlaka yapmamız lazım” dedi. Ben çabuk ikna olan bir insanım. Riske girmezseniz hiçbir şeyin sahibi olamazsınız. Sonra peki Kerem dedim ve “A Touch of Quality” adlı albüm yaptım. 6 ay sonra bir tane daha yaptık hatta. 25 yaşında star olursunuz bu kolay bir iştir ama 60 yaşından sonra yeni bir kitleyi ve 3.nesli yakalamak benim için çok önemliydi ve keyifliydi…

RİTM VAR KALİTE YOK

Bugünün müziğini nasıl görüyorsunuz peki? Nitelikli işler de var elbette fakat genel bir yozlaşma söz konusu. Ne dersiniz?

Aynı soruyu bana Okan Bayülgen de sormuştu. Sanatçının görevi çıtayı yükseltmektir. Yoksa alkış alacağım diye sadece halkın bildiği şarkıları söylersen o alkışı herkes alır. İyi şarkı söyleyen herkesi sahneyi çıkarmamak lazım.

Geçenlerde ABD’den bir arkadaşım geldi. Ne dinliyorsunuz şu sıralar dedi, radyoyu açıp dinlettim. Ne kadar uzun şarkı bu, 10 dakika oldu dedi. Halbuki dinlediği 4.şarkıydı. Ritme dayanmış bir müzik gidiyor, sözler aynı. Bizim devrimizdeki “Beni hiç eden sensiz hayat”, “Ah ile vah ile geçti bu ömür, yaşadım mı öldüm mü anlayamadım” gibi bir şarkı sözü duyunca insan kendini buluyor.

Bu şarkılar bugün hala dillerde. “Sevememe artık” şarkınızın melodisi tribünlerden düşmüyor. Bunu nasıl başardınız peki?

Mutluyum. İyi ki yapmışım diyorum sadece…

Günlük düşünenler için yol çok kısa

Bugünün müzik piyasasına çağrınız ne olur peki?

60 öncesi sadece Türkçe tangolar vardı. Biz bu devrin şarkılarıyla büyüdük. 60’larda romantik ve bambaşka bir müzik türü çıktı ortaya. Amerikan şarkılarına Türkçe sözler yazarak direk kalbe hitap eden şarkılar yazılmaya başlandı. 70’ler Türk pop müziğinin en güzel yıllarıdır. 70’leirn sonunda Cem Karaca, Barış Manço, Moğollar ile Anadolu rock çıktı ortaya. Çok değerli isimlerdi. 80’li yıllarda burada yoktum ama o dönemin sanatçılarının çoğu şuan yok bir yerde. 90’lı yıllar sadece bu müzikten para kazananların yılı oldu. 2000’li yıllar ise seviyenin ve çıtanın düştüğü yıllar oldu. Ama yine o çıtayı kaldırmaya çalışan müzisyenler var. Bir günde meşhur olayım, yarına bakarız diye düşünenler için yol çok kısa maalesef.

#Ömür Göksel
5 years ago