|

Yaşamın anlamı yatay ve dikey olanda saklıdır

Disparöni, Nihan Kaya’nın son romanı. Kaya, okuyuculara bu ismin ilk bakışta anlaşılmaz gelebileceğini fakat roman okunduğu zaman aslında bu ismin çok uygun olduğunu göreceklerini söylüyor. Yaşamın yatay ve dikey yönüne odaklanan yazar, gündelik olan yatay yaşam ve ruhsal olan dikey yaşama vurgu yapıyor ve ekliyor: “Dikey yaşamla yüzleşmemiz kendimizle yüzleşmemiz anlamına gelir.”

Yeni Şafak ve
04:00 - 11/04/2018 Çarşamba
Güncelleme: 05:57 - 11/04/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
Nihan Kaya
Nihan Kaya

Nihan Kaya ile İthaki Yayınları’ndan çıkan son romanı Disparöni’yi konuştuk. Psikolog yönünü romanlarına da yansıtan yazar, bütün iyi edebiyatçıların aynı zamanda iyi birer psikolog olduğunu belirtiyor. Bütün kitaplarının yatay ve dikeyle ilgili olduğunu dikkat çeken Kaya, “Yatay içine doğduğumuz, fiziksel, gündelik, sıradan materyal hayatı temsil ediyor. Dikey ise edebiyatla, felsefeyle, sanatla daha alakalı olan hayatın derinliğini anlatıyor. Aynı anda hem yataya hem dikeye gitmek çok zor. Çünkü hayat bizi yatay tarafından çekiyor ve hayatın yatay girdabına katıldığımızda dikeyi görmeyebiliyoruz. Zaten dikeyle yüzleşmemiz kendimizle yüzleşmemiz anlamına gelir.” diyor.

* Romanınızın olay örgüsünde inişler ve çıkışlar var. Bu kendiliğinden mi gelişti yoksa planlayarak mı yaptınız?

Planlayarak yaptığım bir şeydi. Romanlarımda flashbackler ya da zamanda geriye dönüşler çok önem verdiğim bir şey. Çünkü hayatta olduğumuz anda yaşıyoruz, ancak olduğumuz an şu an değil. Her zaman geçmişten bir şeyler de şu anı etkiliyor. Romanda önce Cem’in şu an da kim olduğunu görüyoruz. Feraye’nin kim olduğunu görüyoruz. Daha sonra Cem’in ve Feraye ‘nin neden böyle olduğunu zamandaki gelgitli yapıdan dolayı anlıyoruz.

* Romanın başkahramanları olan Feraye ve Cem’in hayatında iki tane kırılma noktası var. Feraye’nin ikizini kaybetmesi, Cem’in de babasıyla olan ilişkisi. Onların hayatında bu kırılma olmasaydı yine aynı Cem ve aynı Feraye olabilir miydi?

Feraye’yi Feraye yapan bu. Hepimizin içinde ikiz benlikler var. O yüzden ikizi Feraye çocukken ölüyor ve Feraye büyümeye devam ediyor. Fakat içindeki çocuk ölüyor. Sembolik olarak içimizdeki çocuğun ölmesi, kendi kendimizi yenileme potansiyelimizin, kendimizden başka bir ben çıkarma ve yaratıcılığımızın ölmesi anlamına geliyor.

* Yaratıcılığımızı başka neler etkiliyor ?

Bütün dünya yaratıcılığı baskılamak uğruna çalışıyor. Hiçbir eğitim sistemi çoçuğun sanatçı olması için uğraşmaz. Çok büyük bir yetenek sergileyen dahi olan çocukların sadece yüzde onu büyüdüklerinde de aynı yeteneği devam ettirebiliyor. Yani yaratıcı kalmak kolay değil. Yung’un deyişiyle herşey çocuğun doğmasına karşı. İçimizde işte bütün bu baskılara rağmen hala devam eden o yaratıcılık yazmak, sanatçılık, sanata ilgi ve kendi kendimizi yenileme ve değişebilme potansiyeli bu da çocukla alakalı. Aslında hepimizin içinde ölmüş bir benlik bulunuyor.

* O halde her ikisinin de ailelerinden birini ölümü değil, içlerindeki çocuğun ölümü yakınlaştırıyor diyebilir miyiz ?

Cem’in babasının ölümü o ayrı bi yerde ama onun da kırılma noktası babasının ölümü oluyor. Dahiliği red ediyor. Aslında kendisi de bir dahi tamamen dışa açılmayı seçiyor. Feraye kurtuluşu içinde ararken, Cem tam tersini yapıyor ama ikisi de aradığını bulamıyor.

* Yatay ve dikey yaşamdan bahsediliyor romanda. Yatay gündelik yaşama dikey daha çok içsel yaşama mı denk geliyor?

Yatay ve dikey yaşam, 18 yaşımdan beri neredeyse takıntılı olarak üzerinde durduğum kavramlar ve ben her şeyi yatay ve dikey olarak açıklıyorum. Çok karmaşık düşünceleri de yatay ve dikeyle açıkladığım zaman belirginlik kazanıyor. Aslında bütün kitaplarım yatay ve dikeyle ilgili. Yatay içine doğduğumuz , fiziksel, gündelik, sıradan materyal hayatı temsil ediyor. Dikey ise edebiyatla, felsefeyle, sanatla daha alakalı olan hayatın derinliğini anlatıyor.

* O zaman birbirinden zıt kavramlar değil mi ?

Yatay ile dikey zıt değiller. Fakat yüzde doksan derecelik farklı istikametlerde ilerliyorlar. O yüzden bir müzeye gittiğinizde, bir sanat eseri sizi çok etkilediğinde, fiziksel olarak yani yatay olarak duruyorsunuz çünkü dikey olarak orada derinleşmeniz gerekiyor. Aynı anda hem yataya hem dikeye gitmek çok zor. Çünkü hayat bizi yatay tarafından çekiyor ve hayatın yatay girdabına katıldığımızda dikeyi görmeyebiliyoruz. Zaten dikeyle yüzleşmemiz kendimizle yüzleşmemiz anlamına gelir.


ZENGİNLERİN ANLATACAK HİKAYESİ YOK MUDUR?
* Feray ve Cem her ikisi zengin denebilecek ailelerin çocukları. Romanda bu sınıf farklılıkları kavramına değindiğiniz kısa bir bölüm var. Bu konuya neden fazla girmediniz ?

Şair Hüseyin Peker, bir yazısında zenginlerin anlatacak hikayesi olmadığını anlatmıştı. O yazıda kendisi gibi olanı, sıradanı kabul ediyor ve yukarıdakini aşağı çekmeye aşağıdakini de yukarı çekmeye çalışıyor. Burada şuna dikkat çekmek istedim. Genel olarak toplumsal normlar, aile ve hayatı çocuğu standardize etmek için var. O yüzden ben sıradan olmayan insanları işledim. Normalin dışına çıkmak istediğiniz zaman, sizi sürekli vasata çekmeye çalışan, toplumla yaşadıkları çatışmayı anlatmak istedim.

* Romanın çok ilginç bir ismi var. Disparöni. Neden böyle bir isim seçtiniz ?

Romanın adı hiçbir şekilde piyasaya hitap etmiyor. Diğer yandan tam da bu nedenden dolayı romanın baş kahramanı Feraye’ye çok uygun bir isim. Çünkü Feraye ölü diller uzmanı ve dikeyi temsil ediyor. Hayat nasıl ki Feraye’yi anlamıyor biz de disparöni kelimesinden ilk bakışta bir şey anlamıyoruz. Ancak romanı okuduktan sonra ‘evet bu çok uygunmuş’ diyoruz ama ilk bakışta anlaşılmıyor. Disparöni bir şeyle bir şeyin bir araya gelmesinin acısıdır. Feraye ile Cem bir araya gelemiyorlar acı çekiyorlar. Bu aynı zamanda en kısa özetiyle yatayın ve dikeyin de bir araya gelememesinin sembolü. Çünkü hepimizin içinde bir yatay ve bir de dikey hayat var. Fakat ikisi düzgün bir şekilde bi araya gelmediği için acı çekiyoruz.

* Romanda varlık sorgulanıyor. Hem varlık felsefesi boyutu hem de psikolojik boyutu var. Çünkü Feraye varlık arayışını daha çok dile getiren ve bunu daha çok anlatan biri. Aynı zamanda var olmayla da derdi olan biri değil mi ?

Aslında ikisinin de var olmak ile derdi var. Varoluşla sorunu olmayan insan kitap yazmaz, edebiyatla veya sanatın herhangi bir türüyle ilgilenmez. Bütün gerçek sanat eserleri ve edebiyat eserleri o veya bu şekilde varoluşla ilgilenirler.

* Önceki kitaplarınızda da rüya çok önemli bir olgu. Bu romandaki rüya aslında tamamen olayların çözüm noktasında yer aıyor. Rüyayı sizin için önemli kılan ne ?

Romanlar gibi rüyalar da gerçeğin sembolik biçimde dışavurumudur. Rüyada rastladığımız bütün insanlar hatta bütün cansız nesneler bendir. Bu sebeple de içinde bulunduğumuz durumu analiz edebilmemiz için çok harika kaynaklardır.

EDEBİYAT VE PSİKOLOJİ İÇ İÇE
* Kitabın sonuna doğru araya şiirsellik giriyor. Bu kısımda neden şiirsel bir anlatım kullandınız?

Şiirsel bir anı anlattığım için şiirsel yazmam gerektiğini düşündüm. Feraye yıllardır evden çıkmayan bir kadın ve Cem onu elinden tutuyor. Bir gece dışarı çıkarıyor. Gece dışarı çıktığında ilk kez o soğuk hava tenine değiyor. Uzun zamandır ilk kez havayla temas eden vücudu ve gecenin büyüsünün şiirsel bir tarafı var. Feraye ve Cem’in iç konuşmalarını iç içe geçirerek onların içindeki şiirselliği okura göstermek istedim.

* Psikolog olarak insanların iç dünyasıyla yakından ilgilisiniz. Bu yönünüz yazı serüveninizde ne kadar etkili oldu ?

Ben psikoloji diplomalarımdan tamamen bağımsız olarak okuduğum bütün iyi edebiyatçılarda iyi birer psikolog görüyorum. Bütün okuduğum iyi psikologlarda da edebiyatçı görüyorum. Edebiyatı ve psikolojiyi birbirinden ayırt etmiyorum. Çünkü edebiyat ve psikoloji de görünene değil de görünenin altındakine odaklanıyorlar. Ama şu var ben psikoloji le ilgilendiğim için bunları yazmıyorum. Zaten çok küçük yaştan beri ilgilendiğim için psikoloji okudum. Yazar olmamın arkasında psikolojiye duyduğum ilgi he zaman vardı ve bir psikoloji diplomam olmasa bile yine psikoloji içerikli metinler yazacaktım.

#Disparöni ya da Yaşama Korkusu
#Nihan Kaya
6 yıl önce