Birinci Dünya Savaşı ile ilgili bilgilerimiz bizim katıldığımız cephelerle sınırlı. Ancak bütün cepheleriyle ve yönleriyle savaşı işleyen hem de konuyla ilgii “giriş” kitabı niteliği taşıyan yayın sayısı maalsef çok sınırlı. Norman Stone, bu kitabıyla detaya boğulmadan ve hiçbir yönünü de ihmal etmeden Birinci Dünya Savaşı’nı işlemeyi başarıyor. Birinci Dünya Savaşı önceki savaşlardan farklı olarak kimyasal silahların, mitralyözün, tankın, uçağın, denizaltının ve daha pek çok silahın yaygın bir şekilde boy gösterdiği bir savaş oldu. Bu da savaşın sebebiyet verdiği “kitlesel” ölümlerin önceki savaşlarla kıyaslanmayacak boyutlara ulaşmasına sebep oldu. Evet, şimdiki silahlar çok daha ölümcül. Ancak Birinci Dünya Savaşı’nın mentalitesinin devamını yaşıyoruz bir anlamda. Zira “Aşırılıklar Çağı” tanımlaması bu sıfatını biraz da “Birinci Dünya Savaşı”na borçlu.
Kitabın bir başka önemli yönü ise savaşı sadece cepheler ve silahlı çatışmalar üzerinden değil politik ve ekonomik boyutlarını da hesaba katarak anlatması. Savaşın aktörlerini “biyografik” detaylarıyla kitaba dahil etmesi ise kitaba yer yer roman tadı katıyor. Bilhassa savaşın siyasi ve diplomatik aktörlerinin savaşı istedikleri gibi açıp keyiflerince kapatabilecekleri imkânlarla dolu bir kutu olarak gördüklerini okumak sadece Birinci Dünya Savaşı için değil Kadeş Savaşı’ndan gelecekteki savaşlara dek her dönem için ibret veren bir durum bence. Bu noktada Erich Maria Remarque’nin Birinci Dünya Savaşı’nı konu edinen Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok adlı romanı güncelliğini korumaya devam edecektir. (Bu noktada Norman Stone’un yine Ketebe Yayınları’ndan çıkan “İmparatorluk Oyunları: Avrupa ve Ortadoğu’yu Şekillendiren Yıllar” adlı kitabı da pek çok yönüyle bu kitapla birlikte okunması gereken bir çalışma olduğunu vurgulamam gerekiyor.)
İkinci Dünya Savaşı’nın esas sebebinin Birinci Dünya Savaşı sonrası yapılan antlaşmaların mağluplar aleyhine sert maddeler içermesi ve 1929 başlayan büyük buhranın da bu sert koşulları katmerlemesi olduğunu tarihçilerin önemli bir bölümü söyler. Bir anlamda Birinci Dünya Savaşı’nın kapatamadığı yaralar İkinci Dünya Savaşı’nın sebepler hanesini doldurmuştur. Bu yüzden de sağlam bir Birinci Dünya Savaşı okuması yapmadan 20. yüzyılı anlamak çok zordur. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu ve Alman İmparatoru’nu tarih sayfalarına gömen bu savaş olmasaydı Onbaşı Adolf Hitler’in Führerliğe yükselmesi pek de imkân dahilinde değildi.
Birinci Dünya Savaşı biteli 100 yıldan fazla oldu. Üstüne ilkinden daha kanlı bir dünya savaşı daha yaşandı. (Almanya’nın iki kere yerle yeksan olmasına rağmen sonunda Avrupa Birliği’nin ekonomik ve siyasi merkezi olması da ayrıca tartışılması gereken bir durum.) Ardından da adından anlaşılmasa da gezegende sebep olduğu şiddet iki dünya savaşını da aratmayan bir “soğuk savaş”a şahit oldu insanlık. (Soğuk Savaşı, soğuk kılan savaşın Avrupa dışındaki kıtalara ihraç edilmiş olmasıydı. Yoksa Kore, Vietnam, Kamboçya, Orta Doğu ve Güney Amerika’da Soğuk Savaş’ın kandan azade olamayan pek çok çatışması yaşandı.) Bugün Avrupa Birliği’nin dağılması, Rusya’nın Ukrayna’da veya Gürcistan’da çatışmayı göze alması, İngiltere’nin Bretix’teki durumu gibi başlıklara bakınca Birinci Dünya Savaşı’nın fay hatlarının hala enerji biriktirmeye devam ettiğini gözlemlemek mümkün.
“Aşırılıklar Çağı”nı başlatan savaş elbette günümüzdeki savaşlara göre biraz naif kaldı. Yine de savaşın politik ve ekonomik çıkarların kanlı bir enstrümanı olduğu gerçeği değişmedi.
“Birinci Dünya Savaşı” olmuş bitmiş bir savaş değil. Tıpkı geçmişte olan pek çok olay gibi. Şartlar ne kadar değişirse değişsin bir yönüyle bugünü anlamak için hala ipuçları sunabiliyor “geçmiş”. Yeter ki doğru açıdan, yöntemle bakmayı bilelim. Yaşayan en önemli tarihçilerden biri olan Norman Stone’un gözünden “Birinci Dünya Savaşı”nı okumakta işte bu yüzden fayda var.