|

Asr-ı Saadet'in ilim ve kimsesizler evi Ashab-ı Suffe

Asr-ı Saadet’te fakir ve kimsesizlerin barındığı Suffe'nin aynı zamanda bir eğitim mekânı olduğunu, mensupları arasında Bilal-i Habeşî ve Selman-ı Farisî’nin bulunduğunu ve Hz. Peygamber’in (sav) kendisine getirilen sadakaların tamamını Suffe ehline gönderdiğini biliyor muydunuz? Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Adem Apak Derin Tarih okurları için Ashab-ı Suffe’yi yazdı.

11:06 - 16/05/2020 Cumartesi
Güncelleme: 11:29 - 16/05/2020 Cumartesi
Derin Tarih
 Ashab-ı Suffe, Asr-ı Saadet’te fakir ve kimsesizlerin barındığı Suffe'nin aynı zamanda bir eğitim mekânıydı.
Ashab-ı Suffe, Asr-ı Saadet’te fakir ve kimsesizlerin barındığı Suffe'nin aynı zamanda bir eğitim mekânıydı.
Hicret sonrasında fakir ve kimsesizlerin barınması için Suffe adlı bir mekân inşa edilmiş, burada kalanlar Ashab-ı Suffe olarak adlandırılmışlardı. İlim tahsil edip yaymak üzere yetiştirilen Ashab-ı Suffe'nin örnek yolculuğuna biz de iştirak edelim mi?

Ashab-ı Suffe'nin nüveleri hicretle birlikte atıldı diyebiliriz. Hicret Hz. Peygamber'in Risalet görevini daha iyi şartlarda yerine getirmesi ve İslamın güçlü bir şekilde yayılması için gerçekleştirilmişti.

Bunun ilk adımı olarak Medine'de bir mescidin, Mescid-i Nebevi'nin inşasına karar verildi. Mescide mekân olarak Hz. Muhammed'in şehre geldiğinde devesinin çöktüğü yere yakın bir alanda bulunan Sehl ve Süheyl isimli yetimlere ait ve hurma kurutmak için kullanılan arsa seçildi. Esasında burası hicretten önce adı geçen yetimlerin bakımını üstlenen Hazrecli Esad b. Zürare tarafından mescid olarak tahsis edilmişti. Hz. Peygamber buraya ibadet merkezi inşasına karar verince sahipleri yerlerini bedelsiz olarak vermek istemişler, ancak Allah Resulü arsanın ücretini kendilerine ödemiştir (Buharî, Salat 48).

Önce arazi inşaata hazır hale getirildi; arsadaki müşrik mezarları başka bir yere taşındı. Mescidin inşa faaliyetine başta Hz. Peygamber olmak üzere bütün Müslümanlar bizzat çalışmak suretiyle iştirak ettiler.

Duvarları yükseltilen binanın direkleri hurma gövdelerinden, tavanı yine hurma dallarından yapıldı. Kıble ise Kudüs'e doğruydu. İbadet yerinin tamamlanmasından sonra binanın hemen bitişiğine Hz. Peygamber ve ailesinin kalacakları odalar ilave edildi. İbn Sad et-Tabakatü'l-Kübra adlı eserinde, çalışmalar bittikten sonra Resulullah'ın misafir kaldığı Ebu Eyyub el-Ensarî'nin evinden ayrılıp kendi konutuna yerleştiğini bildirir.
Gerçekten de Hicretin başlamasıyla Medine'de büyük bir nüfus yığılması meydana gelmişti. Allah Resulü Ensar ile muhacir arasında kardeşlik (muahat) kurmak suretiyle Mekkeli her bir muhaciri Medineli bir ailenin yanına yerleştirdi. Evli muhacirler genellikle sığınabilecek bir yer bulabilirken bekâr, özellikle de kimsesiz ve fakir muhacirlerin yerleştirilmesi pek mümkün olmuyor, geçici olarak barındıkları yerlerde ihtiyaçlarını karşılamak hayli zor oluyordu.

Bu durum onların Suffe gibi merkezî bir yerde toplanması zaruretini doğurmuştur. Burada kalan ve çoğunluğu muhacirlerden oluşan topluluğa Ashabü's-Suffe/Ashab-ı Suffe veya Ehlü's-Suffe/Ehl-i Suffe gibi isimler verildi.

Suffe'de kalanların ihtiyaçlarının başta Hz. Peygamber olmak üzere diğer Müslümanlar tarafından karşılandığını belirtmekte fayda var. Suffe sosyal bir ihtiyaçtan doğdu ancak burasının mescidin yanı başındaki bir eğitim merkezi misyonu üstlendiği unutulmamalı. Zira Suffe sadece ihtiyaç sahibi Müslümanların barınması amacıyla yapılmış olsaydı Mescid-i Nebevi'nin yanında inşa edilmesi şart değildi; Medine'de uygun başka bir yere de yapılabilirdi. Bu, Suffe'nin eğitim mekânı olma misyonunun öncelikli olduğunu gösterir.
İslam Suffe'de öğrenilir
Allah Resulü Hicretten sonra 17. ayın başlarında Beni Selime kabilesine ait mescidde öğle namazının ilk iki rekatını tamamladığında kıblenin değişmesini emreden Bakara Suresi'nin 144. ve 145. ayetleri nazil oldu: “Ey Muhammed! Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) hep o yöne dönün. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun Rabblerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir. Andolsun, sen kendilerine kitap verilenlere her türlü mucizeyi getirsen de, onlar yine senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, o takdirde sen de mutlaka zalimlerden olursun".

Böylece Hz. Peygamber yönünü Kudüs'ten Mekke'ye doğru çevirdi. Kâbe'nin kıble olmasıyla birlikte Suffe için ayrılan binalar mescidin kuzeyine alındı, eski mekân ise daha sonra genişletilen Mescid-i Nebevi'ye dâhil edildi. Gerek Mekke muhacirlerinden, gerekse daha sonra İslamı kabul edip Medine'ye hicret edenlerden yoksul, bekâr ve yakını bulunmayan sahabeler burada kalmaya başladılar. Ayrıca Ensardan ve Abdullah b. Ömer gibi evleri olan muhacirlerden bazılarının ilim öğrenme adına Suffe ehline katıldıkları ve onlarla birlikte kaldıkları, dolayısıyla Ashab-ı Suffe'den sayıldıkları bilinir (Nesaî, Mesacid 29).

Yeni katılanlar veya evlenip ayrılanlar olduğu için Ashab-ı Suffe'nin sayısı sürekli değişiyordu. Kaynaklarda Suffe'nin mekân olarak genişliği tam olarak bildirilmemiş olsa da burada aynı anda 70 kişinin kaldığına dair rivayetler var. Gidip gelmelerle birlikte çeşitli zamanlarda kalanların sayısının 400'e ulaştığı ifade edilir. Zira Medine'ye ulaşıp orada bir tanıdığı bulunmayanlar ve Medine'ye gelen heyetler de genellikle burada ağırlanırdı. Dolayısıyla heyetler çoğaldıkça burada kalanların sayısının arttığı anlaşılıyor. Nitekim bir defasında Temim kabilesinden 80 kişinin Suffe'de ağırlandığı Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inden öğrenilmektedir.
Suffe'de kalanların başında kimsesiz muhacirler geliyordu. Onların ilk akla gelenleri Abdullah b. Mesud, Bilal- i Habeşî, Ammar b. Yasir, Selman-ı Farisî ve Suheyb-i Rumî'dir. Ayrıca Mekke dışından hicret ederek Suffe'ye dâhil olan muhacirler de vardı ki, bunların en meşhurları Yemen'in Devs kabilesinden Medine'ye hicret eden büyük hadis râvisi Ebu Hureyre'dir.

Suffe'nin ikinci grup müdavimleri Medine'deki bekâr Müslümanlardır. Onlar Medine'de evleri olsa da Hz. Peygamber'den daha fazla istifade edebilmek için burada yatıp kalkarlardı. Sayıları az olan bu gruba Abdullah b. Ömer'i örnek vermek mümkün.

Arap kabilelerinden Müslüman olup göç edenler de Suffe'de iskân edilirlerdi. Hz. Peygamber müşrik kabileler arasında İslamı seçen kimselerin Medine'ye gelip yerleşmesini tavsiye ediyordu. Medine'de tanıdığı bulunmayan muhacirler zaruri olarak Suffe'ye yerleşiyor, burada İslamı daha iyi bir şekilde öğreniyorlardı. Yeni Müslüman olanların Medine'ye hicret etmelerini tavsiye etmekle Hz. Peygamber onların müşrik akrabaları tarafından ezilmemesini, İslamı öğrenip daha sonra kabilelerine giderek tebliğde bulunmalarını da sağlamış oluyordu.
Ashab-ı Suffe aileden önce gelirdi

Geçimlerini sağlayabilecekleri bir işleri olmayan Ehl-i Suffe'nin maişetiyle bizzat ilgilenen Resulullah akşam olunca karınlarını doyurmak için onları birer ikişer ashaba taksim eder, kendisi de evine götürür, yedirip içirdikten sonra yatmaları için tekrar Suffe'ye gönderirdi. Allah Resulü'nün hemen hemen her gece evine misafir kabul ettiği Suffeliler 10 kişi civarında oluyordu. Tirmizi ve Ebu Müslim'in verdiği bilgiye göre bazen Suffe'dekilerin tamamını evine davet eder, onlara ikramlarda bulunurdu. Nitekim Hz. Zeyneb'le evlendiği zaman Ümmü Süleym'in gönderdiği düğün yemeğine, içlerinde Ashab-ı Suffe'nin de bulunduğu 300 kadar sahabi katılmış, bunlar 10'ar kişilik gruplar halinde yemek yemişti. Bu uygulama Müslümanların maddi durumu düzelinceye kadar devam etti. Resul-i Ekrem kendisine getirilen sadakaların tamamını Suffe ehline gönderir, hediyeleri de onlarla paylaşırdı. Öyle ki, onların ihtiyaçlarını kendi aile fertlerinin ihtiyaçlarının önüne alırdı. Nitekim Buhari'nin naklettiğine göre Hz. Fatıma kendisine yardım etmek üzere bir hizmetçi talep ettiğinde Hz. Peygamber Ehl-i Suffe'nin ihtiyaçlarını giderebilmek için kızının arzusunu geri çevirmişti.

Anlaşıldığı kadarıyla Suffeliler her gün düzenli bir şekilde yiyecek bulamıyor, bazen günler boyu aç kaldıkları oluyordu. Bu durumu Medine'deki şartlar çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Resulullah'ın evinde bazen aylar boyunca ateş yanmadığı, ekmek- yemek pişirilmeyip kuru hurma yendiği düşünülürse onların karşılaştığı güçlüklerin umumi hayatın bir yansıması olduğu görülür.

Buhari'nin naklettiği hadislerde Ehl-i Suffe'nin iaşe meselesinde karşılaştığı sıkıntıların bir benzerini giyim hususunda da yaşadıkları görülür. Nitekim Ebu Hureyre, Ashab-ı Suffe'den 70 kişinin, üzerinde bir rida (belden yukarısını örtmek için kullanılan kumaş parçası) olmayacak kadar çıplak bir vaziyette olduklarını, bunlardan bazılarının sadece bir izar (bele dolanarak giysi yerine kullanılan örtü), bazılarının da boyunlarına bağladıkları ve ayaklarının bir kısmına kadar uzanan bir örtüye sarındıklarını zikreder.

Ashab-ı Suffe genelde Müslümanların ihsanıyla geçinirken, fizikî gücü yerinde olanlar gündüzleri mescide su taşıyarak ve dağdan getirdikleri odunları satarak ihtiyaçlarını temin etmeye çalışır, geceleri de Kur'an tilâveti ve ilimle meşgul olurlardı (Müslim, İmare, 147).
Bununla birlikte çoğunlukla geçim darlığı içinde zâhidane bir hayat yaşıyorlardı. Hatta bazılarının açlıktan namazda ayakta durmakta zorlandıklarına dair rivayetler vardır. Kur'an'da “kendilerini Allah yoluna vakfedip yeryüzünde dolaşarak geçimlerini sağlama imkânı bulamayan yoksullar" ifadesiyle bütün zamanlarını Resul- i Ekrem'i dinlemeye ayırmaları sebebiyle geçimlerini kazanamayan Ashab-ı Suffe'ye işaret edildiği bildirilmektedir (Bakara, 273).

Ashab-ı Suffe'nin eğitim ve öğretim işleriyle bizzat ilgilenen Resul-i Ekrem Suffe'de muntazam olarak dersler veriyordu. Ayrıca onlara yazı yazmayı ve Kur'an okumayı öğretmek üzere Ubade b. Samit gibi hocalar da tayin edilmişti.
İlim yolculuğunda şehadet

Tebliğ için ihtiyaç duyulan yerlere gönderilen Ehl-i Suffe'nin İslamın öğretilmesi hususunda mühim hizmetler verdiklerini belirtelim. Ancak tebliğ amacıyla yola çıkmalarına rağmen zaman zaman ihanete uğramış, bu yolda hayatlarını kaybetmişlerdir. Siyer kaynaklarında iki trajik hadiseden bahsedilir ki bunlar Râci ve Bi'rimaûne olaylarıdır.

Râci hadisesi Hicri 4. yılın Safer ayında (Temmuz 625) gerçekleşti. Rivayete göre Adal ve Kâre kabilelerinden bir heyet Medine'ye gelerek Resulullah'tan kendilerine Kur'an'ı ve İslam esaslarını öğretecek muallimler göndermesini talep etti. Hz. Peygamber bunun üzerine Mersed b. Ebu Mersed liderliğinde çoğu Ehl-i Suffe'den 10 kişilik öğretmen heyetini yola çıkardı. Müslümanlar Mekke yolu üzerinde bulunan Raci suyu yakınında konakladıkları sırada bölgenin hâkimi durumundaki Hüzeyl kabilesine mensup Lihyanoğulları'ndan 100 kişilik bir grup baskın düzenledi. Çarpışmalar sonucunda sahabeden 7 kişi şehit edildi. Esir olarak ele geçirilenlerden Abdullah b. Tarık yolda öldürüldü, geriye kalan Zeyd b. Desinne ile Hubeyb b. Adî ise köle olarak Kureyş müşriklerine satıldı.

Vakidî Kitabü'l-Megazi'de Mekkelilerin onları yakınlarının intikamını almak için öldürmek amacıyla satın aldıklarını bildirir. Ebu Süfyan liderliğindeki Mekke müşrikleri dinini terk etmesi şartıyla Hubeyb'i serbest bırakacaklarını söylediler. Ancak o, ölüm tehdidine rağmen bu teklifi kabul etmedi. Sadece ölmeden evvel iki rekât namaz kılmasına müsaade edilmesini istedi. Bu davranış sonradan idam edilecek Müslümanlar için bir örnek teşkil etmiştir. Namaz sonrasında Mekke müşrikleri onu Bedir'de öldürülen akrabalarına karşılık onu işkenceyle şehit ettiler.

Ashab-ı Suffe'nin maruz kaldığı ikinci facia ise Uhud Savaşı'ndan yaklaşık 4 ay sonra, Safer ayında (Temmuz 625) gerçekleşen Bi'rimaûne hadisesidir. Âmir b. Sa'saa kabilesinin reisi Ebu Bera Âmir b. Malik Medine'ye gelerek Hz. Peygamber'den İslamiyet hakkında bilgi aldı ve kabilesine İslamı anlatacak kişilerin gönderilmesini rica etti. Resulullah bölgeye gidecek Müslümanların can güvenliği için güvence aldıktan sonra çoğu Ensardan müteşekkil ve Suffe'de yetişmiş, Kur'an'ı iyi bilen ve kendilerine “kurrâ" denilen 70 kadar sahabeyi Münzir b. Amr başkanlığında yola çıkardı.

Tebliğ heyeti Medine-Mekke yolu üzerindeki Bi'rimaûne'ye gelince aralarından Haram b. Milhan'ı Hz. Peygamber'in davet mektubuyla birlikte Beni Âmir reislerinden ve Ebu Bera'nın yeğeni Âmir b. Tufeyl'e gönderdiler. İbn Tufeyl mektubu okumadan elçinin üzerine saldırarak onu öldürdü.

Ardından da Beni Âmir'den Müslümanlara hücum etmelerini istedi. Ancak bu sırada Necid taraflarında bulunan Ebu Bera'nın Hz. Peygamber'e verdiği söze sadık kalacaklarını bildirerek çağrısına iştirak etmediler. Bunun üzerine Âmir, bölgede yaşayan müşrik Beni Süleym kabilelerinden topladığı askerlerle Müslümanlara saldırdı. İbn Hişam çarpışmalar neticesinde Ka'b b. Zeyd, Amr b. Ümeyye ed-Damrî ve Münzir b. Muhammed dışında tebliğ heyetinin tamamının şehit edildiğini bildirir.

Bu hadiseyi vahiy yoluyla öğrenen Resulullah, hiçbir felâket karşısında olmadığı derecede üzülmüş ve faciaya yol açanlara bir ay süreyle sabah namazlarında beddua etmiştir (Müslim, Mesacid, 297).
Tasavvufa ve fıkha katkıları

İslam hukuku alanında ortaya çıkan ehl-i hadîs ve ehl-i re'y ekollerinin ilk temsilcileri kabul edilen Abdullah b. Ömer ile Abdullah b. Mes'ud benzeri birçok sahabe de Suffe'den yetişmişti. Bunun yanında ilk dönem zühd hareketlerinin Ehl-i Suffe ile başladığı, Suffe'nin tasavvufun nüvesini teşkil ettiği kabul edilmektedir. Bazı tabakât (biyografi) yazarları eserlerinde Ehl-i Suffe'yi geniş bir şekilde tanıtmış, bunlardan Ebu Nuaym el-İsfahanî, Hilyetü'l- Evliyâ adlı eserinde Suffe'de kalan 100 kadar sahabe hakkında bilgi vermiştir. Bu hususta ayrıca pek çok araştırma da yapılmıştır.

Hz. Peygamber'den sonra Suffe'nin eskisi gibi devam edip etmediği hususu belirsizdir. Anlaşıldığı kadarıyla Hz. Ömer döneminde Müslümanlar fetihlerle zenginleşip herkese beytülmalden maaş bağlanınca Suffe ashabı da normal hayat şartlarına kavuşmuş, zamanla onlara duyulan ihtiyaç ortadan kalkmıştır. Diğer taraftan Hz. Ömer ve Hz. Osman devirlerinde Mescid-i Nebevi'nin, birkaç yöne birden genişletilmesiyle Suffe tamamen mescidin içinde kalmış ve bağımsız bir mahal olmaktan çıkmıştır.

Peygamberimizin teşvikiyle daha çok ilim veya ibadete yönlendirilen Suffelilerin, kabiliyetleri doğrultusunda yetişmiş, şevkleri çok, dünyevî meşgaleleri yok olduğu için bolca elde ettikleri sünnet bilgisini nakletmek suretiyle hadis rivayetine ve İslam hukuk doktrinlerinin teşekkülüne, hal ve tavırlarıyla da tasavvufî hareketlere büyük etkileri olmuştur. Kısacası İslamî ilimlerin teşekkülünde başat rol oynamışlardır.

Hadis rekoru onlarda

Suffe ehlinin İslamî ilimlerin gelişmesine doğrudan etkisi olmuştur. Başta Ebu Hüreyre olmak üzere en çok hadis rivayet eden sahabiler Ehl-i Suffe'dendir. Ebu Zerr el-Gıfarî 281, Huzeyfe b. Yeman 225, Ammar b. Yasir 62, Selman-ı Farisî 60, Ukbe b. Âmir 55 ve Bilal-i Habeşî 44 hadis rivayet etmiştir. Ebu Hureyre, diğer sahabilerin neden kendisi kadar hadis rivayet etmediklerini soranlara muhacirler çarşıda ticaretle, Ensar da malları ve mülkleriyle meşgulken Ehl-i Suffe'den biri olarak Resulullah'ın yanından ayrılmadığını, diğer sahabilerin bulunmadığı meclislere katılıp onların duymadığı hadisleri duyup ezberlediğini söylemiştir. Onlar dinledikleri hadisleri diğer sahabilere naklederek ilmin yayılmasına önemli katkıda bulunmuşlardır. Hadislerdeki birçok sened silsilesinin birinci halkasını Ehl-i Suffe'ye mensup isimlerin teşkil etmesi bunun bariz bir delilidir.

#Derin Tarih
#Ashab-ı Suffe
#Ramazan
4 yıl önce