|

Hafız, Şair, Tanburi, Bestekar, Hattat Kemal Batanay

Son devrin en önemli, hezarfen şahsiyetlerinden, hattatlarından, Kur’an-ı Kerim ile ünsiyetini hiç zedelememiş sağlam bir hafız, zarafet dolu yüreğinin helecanıyla yazan bir şair, gönlünde daima terennüm ettiği kadim musikiyi en iyi bir şekilde öğrenen, öğreten, dinleyen, dinlettiren, dini, ladini bir çok eserin bestekarıdır Kemal Batanay.

Muhammed Sefa Ulusoy
11:10 - 11/05/2021 Salı
Güncelleme: 12:26 - 11/05/2021 Salı
Yeni Şafak
Çocukluğundan beri musikinin bizzat içinde olan Kemal Batanay’ın kalbi ve dimağı adeta musiki ile bezenmiştir.
Çocukluğundan beri musikinin bizzat içinde olan Kemal Batanay’ın kalbi ve dimağı adeta musiki ile bezenmiştir.
“Mûsıkîsinde bir taraftan dîn, Bir taraftan bütün hayât akmış; Her taraftan, Boğaz, o şehrâyîn, Mâvi Tunca'yla gür Fırât akmış. Nice seslerle, gök ve yerlerimiz, Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz, Bize benzer o kâinât akmış.”
Yahya Kemal

Son devrin en önemli, hezarfen şahsiyetlerinden, hattatlarından, Kur’an-ı Kerim ile ünsiyetini hiç zedelememiş sağlam bir hafız, zarafet dolu yüreğinin helecanıyla yazan bir şair, gönlünde daima terennüm ettiği kadim musikiyi en iyi bir şekilde öğrenen, öğreten, dinleyen, dinlettiren, dini, ladini bir çok eserin bestekarıdır Kemal Batanay.

Hırka-i Şerif’te bir büyük sanatkar doğuyor

Kemal Batanay, çoğu kaynağa göre
6 Şubat 1893, İbnülemin Mahmut Kemal İnal
’ın verdiği bilgiye göre ise
1891
yılında
İstanbul
’un
Fatih
ilçesinde,
Atikalipaşa
semtinin
Hırka-i Şerif
mahallesinde, peygamber efendimiz'in (s.a.v)
Veysel Karani
’ye hediye ettiği hırkanın (Hırka-ı Şerif) ziyaret edilmesi ve korunması için Sultan
Abdülmecid
tarafından yaptırılan
Hırka-i Şerif Camii
’ne komşu olan bir evde, bir Salı günü, saatler 10:00’ı gösterirken dünyaya gelmiştir. Babası
Kayserili Müridoğulları
soyundan, gelen
Kalyoncular Kışlası Camii
İmamı İstanbul’un en güzel sesli hafızlarından biri olan
Hafız Ziyaeddin Efendi
, annesi ise
Ayşe Sıdıka Hanım
’dır.

İlk tahsil, eğitim serencamı

İlk eğitimine 5 yaşında Hırka-i Şerif mahallesinde bulunan
Sinan Ağa Mektebinde
başlar, taşınmaları sebebiyle
Zeyrek
’te bulunan
Saliha Sultan Mektebi
’nde tamamlar.
Fatih Merkez Rüştiyesi
’nde (ortaokul) orta tahsilini yapar ve
Vefa İdadisi
’ne (lise) başlar. Aynı yıllarda Darul Hilafetil aliyye Medresesi sahn kısmına kaydolur Arapça okumaya başlar, cami derslerine devam eder ve on dört yaşında babasından hafızlığını tamamlar. Devrin önde gelen muallimlerinden
Tevfik Efendi
ve
Manisalı Mustafa Efendi
gibi isimlerden
Arapça, Farsça
ve dini ilimler alanında dersler alır. Kıraat alimlerinden, aynı zamanda
2. Abdulhamid
’in imamı olan
Hacı Niyazi Efendi
’den aşere, takrip dersleri alır. Kemal Batanay eğitimine iştiyakla devam ederken
1. Dünya Savaşı
patlak verir. Batanay, o esnada medresenin 5. sınıfında eğitim görmeye devam eder aynı zamanda
Darulfünun Ulum-ı İlahiyye
Şubesi’ne (İlahiyat Fakültesi) kaydolmuştur. Savaş sebebiyle askere çağırılır. Vatani görevini tamamlayıp geri döndüğünde Ulum-ı İlahiyye Şubesi’nin lağvedildiğini görecektir. Burada tahsili yarıda kalsa da Kemal Batanay hayatı boyunca öğrenmeye devam eder.
İlk Musiki eğitimi Kemal Batanay’ın pederi Hafız Ziyaeddin Efendi, o dönemin en tanındık simalarından
Hacı Kirami Bey, Bolahenk Nuri Bey
gibi isimlerden musiki eğitimi alır. Ziyaeddin Efendi imametten kalan vakitlerde muhtelif musiki meclislerinde bulunur, Kur’an-ı Kerim’i okumaktaki mahareti, sesinin güzelliği ve ayetlerle en güzel şekilde mezcettiği musiki bilgisiyle meclislerin aranan isimlerinden biri olmuştur. Musiki sevdalısı bir babanın oğlu olarak sık sık musiki meclisleri kurulan bir evde dünyaya gelen Kemal Batanay “Musiki bana babamdan mirastır” der ve Muhittin Serin’in aktardığına göre o vakitlerini şöyle anlatır;
“Henüz sekiz on yaşlarında bulunduğum sıralarda evimizde yapılan musiki meşk ve toplantılarından pek çok istifade ile kulaklarım temiz ve ruhnüvaz musiki nağmeleriyle dolmuştu, bunun içindir ki bu güzel sanatın meczubu olmuştum.”

Çocukluğundan itibaren içerisinde bulunduğu musiki mahfillerinde farkına varmadan gönlü ve kulakları musikinin boyasıyla boyananan, yüreğine musiki ateşi düşen Kemal Batanay ilk musiki derslerini yine babasından ve onun çevresinden alır. Bir gün Mehmet Ziyaeddin Efendi, Kemal Batanay’a;

“Oğlum seni musikiye karşı hevesli ve kabiliyetli görüyorum. Bu sahada yetişmeni istiyorum. Düşündüm, nihayet seni arkadaşım olan musiki üstadı Şeyh Cemal Efendi’ye götürmeye karar verdim.”
der ve yatsı namazına beraberce Küçük Piyale Camii’ne giderler. Ezanı okuyan ve müezzinliği yapan küçük Hafız Kemal daha ilk gün hocasının;
"Barekellah! Sesini dinledik, tavrı da, sesi de pek güzelmiş"
iltifatına mazhar olur.

Namazdan sonra hoca ile görüşürler ve Kemal Batanay talebeliğe kabul edilir. Kabul edilmesi üzerine bereket olması için oracıkta bir eser geçerler. Hocası meşk bitince;

"Bak oğlum bu şarkıyı ikinci meşke kadar sakın okuma"
diye sıkı sıkı tembihler ve ilk ders tamamlanır.
Kemal Batanay, hafızlık arkadaşı ünlü
Hafız Saadettin Kaynak
ile konuşurken yeni başladığı hocadan ve eserden bahseder. Saadeddin Kaynak hemen Kemal Batanay’dan yeni meşkettikleri o eseri kendisine de okumasını rica eder. Kemal Batanay durumu anlatır fakat ısrarlarına dayanamaz ve eseri bir, iki derken ikisi birlikte defalarca okurlar. Kemal Batanay ikinci meşk için hocasına gider. Eseri okuduğu zaman hocası hemen anlar ve;
"Oğlum, ikaz ettiğim halde sen bu eseri meşkten sonra kendi kendine okumuşsun"
der.

Bunun üzerine Kemal Batanay Saadeddin Kaynak’tan bahseder ve olayı anlatır. Şeyh Cemal Efendi;

"Ha, bak oğlum! Eseri iyice geçmeden bir daha böyle kendi kendine okursan dersi paydos ederim"
diye Kemal Batanay’ı ikinci kez ikaz eder.

Kemal Batanay hocasına, bahsettiğim arkadaşım Hafız Saadeddin de müsaade ederseniz derslere gelmek istiyor şeklinde ricada bulunur. Şeyh Cemal Efendi “Sesi güzel mi?” sorusuna “Benden güzeldir efendim” cevabını alınca Batanay’a arkadaşını da getirmesini söyler. Ertesi derse Saadeddin Kaynak ile birlikte giderler o haftanın ödevini birlikte okurlar. Hoca çok beğenir ve yeni bir eser yazdırır, usul vurarak meşk ederler. Şeyh Cemal Efendi iki talebesine de hitaben;

"Bu geçtiğimiz eseri kapıdan çıkınca unutun, sakın okumayın. Görüyorsunuz yanlışı düzeltmek için çok zahmet çekiyorum."

derken, genç hafızların daha kapıdan çıkar çıkmaz eserleri iştiyakla okumaya başlayacaklarından habersizdir.

Hafız Kemal Batanay, iki sene boyunca Şeyh Cemal Efendi ile derslere fasılasız devam eder ve bir çok şarkı, ilahi, ağır semai, durak ve Mevlevi ayini meşkeder. Çocukluğundan beri musikinin bizzat içinde olan Kemal Batanay’ın kalbi ve dimağı adeta musiki ile bezenmiştir. Çok çabuk öğrenir, hocasının öğretmek için ona eseri bir kez okuması kafidir. İstidat ve iştiyakıyla Kemal Batanay o eseri hemencecik ezber eder. Allah vergisi yeteneğinin yanında çalışkanlığı sebebiyle kısa zamanda musikide epey mesafe kat eder.

1. Dünya Savaşı’nın bitmesiyle birlikte askerlik görevini tamamlayan Kemal Batanay,
Galata Mevlevihanesi
neyzen başı
Mehmet Emin Efendi, Zekaizade Hafız Ahmet Irsoy, Rauf Yekta Bey, Dr. Suphi Ezgi, Ahmet Avni Konuk, Hüseyin Sadettin Arel
gibi Türk musikisine büyük hizmetleri olan birçok önemli ismin musiki meclislerinde, sohbetlerinde bulunur, ayinler, eserler meşketti, bazılarından dersler de alır. Kemal Batanay mezkur zamanlarda aynı zamanda nota ve
Hamparsum Limonciyan
notası öğrenir, Mevlevihane’de ve muhtelif mekanlarda zakirler arasında ilahiler, ayinhanlarla ayinler okur.

Büyüklerin yolunda büyük bir musikişinas...

Kemal Batanay, sohbet meclisleri, meşkler aracılığıyla istifade ettiği zevat ve hocaları içinde, dönemin en mühim musiki üstadlarından Rauf Yekta Bey’i çok ayrı bir yerde konumlandırır. Rauf Yekta Bey’den uzun yıllar ders alan Kemal Batanay’ın musiki alanında kemale ermesi o müstefid olduğu yıllarda vuku bulur. 1 Ocak 1950 tarihinde Türk Musikisi Dergisi’nde “Rauf Yekta Bey” başlığıyla yayınladığı bir makalesinde hocasından sitayişle şöyle bahseder;

“Rauf Yekta Bey'den "On altı seneye varan uzunca bir müddet içinde o kadar çok istifade etmiştim ki aramızda tekevvün eden derin bir rabıta ve muhabbet bizleri hocalık-talebelik derecesinden baba-oğul mertebesine çıkarmıştı. Son asır içinde Türk musikisini ilmi ve ameli bakımdan üstadımın derecesinde bilen ve anlayan müsbet fikirli bir kimseye rastlamadım. Buna eminim ki onu tazib edenler ne biliyorlarsa ne öğrendilerse hep onun yüksek irşad ve gayretinin himmetiyle öğrenmişlerdir. O bir musiki alimi olduğu kadar bir edip ve hatip idi. Ahlaken de çok kibar ve nazik bir zat idi. Mahviyeti daima kendine şiar edinmişti. Yalnız musikimize dokunan gayretkeşlere karşı isyan ve tuğyan ederdi; kalemine doladığı her meselenin altından mutlaka muzaffer çıkar, muarız ve muhasımlarına galip gelirdi. Türk musikisinin mütevelliliğini ömrü boyunca fahriyen yaptı; senelerce Türk musikisi için çalıştı. Denebilir ki Türk musikisi için doğdu; Türk musikisi için yaşadı."

Kemal Batanay kısa bir süre ney üfler, ardından tanbur derslerine başlar. Seneler sonra, talebelerinden Mehmet Ali Sarı ney üflemeye meyledince “senin sesin güzel, ağzını neyle kapatmış olursun, tambur çalmayı dene, ben sana ders veririm” diyerek onu da tanbura yönlendirecektir. Kemal Batanay, ilk tanbur dersine Ömer Bey’den başlar fakat devam edemez, Kadı Fuad Efendi’den uzun zaman tanbur dersleri alır. Mehmet suphi Ezgi’den bir yıl boyunca tanbur meşkeder ve Refik Fersan’dan birkaç ay tanbur meşk eder.

Kemal Batanay, musiki ile çocukluğunda başlayan ünsiyetini vefatına kadar tanburi, bestekar, hanende ve güftekar olarak sürdürür. Mehmet Ali Sarı’nın aktardığına göre Kemal Batanay, radyolarda neşredilen 34’ü beste, 9’u saz semaisi, 11’i de ilahi olmak üzere 54 eser bestelemiştir.

Mevlidin bestelenmesi...

Kemal Batanay’a Hikmet isminde sevdiği, saydığı bir dostundan bir mektup gelir. Mektupta Yeni İstanbul gazetesinin Mevlid-i Şerif beste yarışmasına dair bilgiler vardır. Hikmet Bey yarışmaya katılması konusundaki ısrarcı satırlarına “mevlidin bestesi benim fevkimde bir meseledir” cevabını alır. Bir vakit sonra Hikmet Bey ile karşılaşırlar. Hikmet beste nasıl gidiyor diye sorunca Kemal Batanay şaşırır, ne bestesi diye sorar. Dostu Hikmet’in verdiği cevap pek müessirdir;

“Sahip olduğu bütün değerleri alınmış bir milletin elinde Allah ve Peygamber'i adına göz yaşı dökerek sığındığı, ferahladığı, manevi sükuna erdiği mevlid kaldı. Sen de onu ehliyetsiz, musikiden anlamayan, zevksiz insanların eline bırak, bunca yıl emek verdiğin musiki tecrübeni Allah'ın sana lutfettiği sanatını, hünerini gizle! Olacak şey mi? Huzur-ı ilahide milletine karşı bu görevin mesuliyetinden nasıl kurtulacaksın?"
Muhittin Serin
’in
Kemal Batanay
kitabında aktardığına göre, Kemal Batanay bu olay üzerine mevlidin beste sürecini şu satırlarla dile getiriyor;
“Hikmet'in bu sözleri içimde yanan ateşi alevlendirdi; mevlidi bestelemeye karar verdim. Önce Nayi Osman Dede'nin Mi'raciyye'sini inceledim, mevlide adapte etmeye uğraştım, beğenmedim. Sonra mevlidi teybe okuyup notaya almayı denedim fakat bunu da başarılı görmedim. Nihayet bir sabah namazından sonra Allah'a sığındım üç İhlas, bir Fatiha, salavat-ı şerifeler ve içime dolan feyiz ve ilhamla kısa zamanda mevlidin, "Allah adın zikredelim evvela" ile başlayan on sekiz beytini besteledim, notaya geçirdim. Bundan sonra geri kalan beyitlerin bestesi pınar gibi aktı, beste altı-yedi ay içinde tamamlandı. Sadettin Kaynak ve Sadettin Heper gibi musikişinas dostlarıma okudum. Hepsi de hak etmediğim iltifatta bulundular. Böylece tamamladığım Mevlid-i Şerif bestesini Yeni İstanbul gazetesine teslim ettim.”

İşte hakkında makaleler yazılan, incelemeler yapılan o önemli mevlid bestesinin vürud edişi bu şekilde vaki olur.

Hattat Kemal Batanay

Evinde yaptıkları meşk esnasında hocasına hat sanatına nasıl başladığını soran Muhittin Serin, Kemal Batanay’ın, kitabında da bahsettiği şu ifadeleri not ettiğini söyler;

“Yazıya pek küçük yaşta başladım. Tahmin en on dört-on beş yaşlarında idim ki, bir mektep tatilinde babam, beni evimizin yakınında oturan
Rumeli Kazaskeri Mahmud Kamil Efendi'
nin küçük oğlu Muhyiddin Bey'e götürdü. Kendisi meşhur bir hattat değildi, ama isteyenlere ta'lik yazı meşkederdi. Maksadı sanatkar yetiştirmekten ziyade gençlere güzel yazı zevk ve merakını aşılamak, boş vakitlerini değerlendirmekti. Bizim gençliğimizde aile büyükleri bu düşüncelerle çocuklarını böyle bir sanat eğitiminden geçirirlerdi. Sanat, ruh ve fikir terbiyesinde en müessir yoldur. Yazı öğrenirken göz zevki ile duyma ve düşünme meleken de beraber gelişir. Aynı zamanda disiplinli, güzel, temiz iş yapma ve sabır gibi yüksek insani değerler kazanılır. Ayrıca aileler tarihten gelen ve bizi ayakta tutan geleneksel sanatlara sahip çıkmanın şuurunda idiler. Bugün bu değerleri kaybettiğimizi hissediyorum. Bak, şu daracık sokakta sabahtan akşama kadar bağırarak top oynayan, etrafı rahatsız eden çocuklara. Bu yavrularm geleceğinden çok endişe ediyorum. Muhyiddin Bey'den üç veya dört ay ta'lik meşkettim. Beni bu sanata kabiliyedi ve istekli görmüş olmalı ki:
"Oğlum, sana daha fazla meşk veremeyeceğim, seni hocama götüreyim"
dedi.
Ailemin de tasvibini alarak
Bab-ı Fetva'da ta'lik hocası Karfnabadlı Hasan Hüsnü Efendi'y
i ziyaret ettik.

Muhyiddin Bey, hocaya:

"Hocam bu genç benim talebemdir. Kendisinde yazıya karşı büyük bir kabiliyet görüyorum. Kabul buyurursanız yazı meşkine sizden devam etsin"

Hoca:

"Elbette oğlum, bu bizim vazifemiz, şimdiye kadar kimseyi geri çevirmedik"
dedi.
Kısa süren bu ziyaretten sonra her hafta muntazaman Hasan Hüsnü Efendi'nin derslerine devam ettim. İki sene sonra ta'lik mürekkebatı bitirmek üzere idim ki, hocaının ömrü vefa etmedi. Seksen beş yaşında iken vefat etti. Çok üzüldüm, hocasız kalmıştım. Bir gün cuma namazı için
Sultan Selim Camii'
ne gittim. Namazdan önce müezzinlerin yanına oturdum. Bana Kur'an ve iç ezanı okuttular. Namazdan sonra başmüezzin meşhur hattat
Hulusi Efendi
'nin elini öptüm. Bana:
- "Hafız Efendi sen kimsin? Maşallah okuyuşun da, sesin de pek güzel"
dedi.
-
"Efendim, Kayserili Hafız Ziyaeddin Efendi'nin oğluyum"
deyince gözleri parladı.
- "Aa! İyi tanırım, ahbabımdır"
dedi.

Bu fırsatı değerlendirerek:

-"Efendim, bir zaman Hasan Hüsnü Efendi'den ta'lik meşkettim. Fakat malumunuz hocam vefat etti. Yazıyı ikmal edemedim. Sizden ta'lik meşketmek istiyorum. Cesaretimi bağışlayınız"
dedim.
Talebimi memnuniyetle kabul buyurdular. O tarihten itibaren haftada bir gün iki seneye yakın Hulusi Efendi' den
Çukurbostan
'daki evine giderek ta'lik meşkettim. Bu arada I. Dünya Savaşı zuhur etti. Levazım zabiti olarak askere alındım. Harb-i umuminin son bulmasıyla İstanbul'a döndüğümde Hulusi Efendi'nin derslerine tekrar devam ettim. Bir yıl da
Medresetü'l-hattatin
'de hocamdan ta'lik meşkettim. Mürekkebattan
Molla Cami
'nin
"Besmele"
kasidesini bitirdim. Bir müddet de örneksiz kendi hazırladığım ta'lik ve celi ta'lik yazılar üzerinde çalıştım ve icazet aldım. Maalesef icazetnamem diğer kıymetli yazı ve kitaplarımla beraber yandı. Sülüs, nesih ve rik'a yazılarını
Erkan-ı Harbiyye-i Umumiyye hattatı Sofu Mehmed Efendi'
den meşkettim. Celi divani ve divani yazılarını da Divan-ı Hümayun'da vazifeli Ferid Bey'den öğrendim. Fakat ta'lik yazıdan daha çok zevk aldım. Diğer yazılar üzerinde fazla emek sarfetmedim. Zaten ta'lik hattatı olarak bilinirim.

Ünlü hattat, hafız Necmeddin Okyay, Kemal Batanay’ın ta’lik yazı noktasındaki üstün başarısını izhar eden bir dörtlük kaleme almıştır;

Hatt-ı ta'likte doğan aydır bugün Hafız Kemal Nerde buldunsa Batanay hattını hiç durma al Gördüm asarını tebrik eyledim kendisini Yadigar etsin derim bu dehre asar nice sal

Kemal Batanay, musiki gibi hat konusunda da Allah vergisi istidadına, çalışma, azim ve gayreti mezcederek büyük başarılar elde eder.

Aile ve çalışma hayatı Kemal Batanay’ın İbrahim Nurettin, Sai'de Hanım, İsmail Zühdü adında üç kardeşi vardır. İlk evliliğini 1920 yılında babasının mesai arkadaşı Nuri Dikses’in kerimesi Udi Ayşe Hamide Meveddet Hanım ile gerçekleştirir. 1921’de ilk oğlu Recai doğar fakat, Ahmet Rasim’in “çok sürmedi geçti tarabı şevki baharım” dizesinde de dediği, gibi henüz çocukluğunun baharında, ömrünün başında, 1929 yılında 8 yaşındayken menenjitten vefat eder. Kemal Batanay yavrusu Recai’nin vefatına düştüğü tarih beytinde acısını şöyle dile getirir;

“Sönünce gonce-i ümid yıkıldı başıma dünya Meğer dünya yalanmış hep, meğer her şey imiş rüya”
1927 yılında ise ikinci oğlu Ercüment Batanay dünyaya gelir. Ercüment Batanay daha sonra Türkiye’nin en ünlü tanbur virtüözlerinden biri olacaktır. Küçük Ercüment bir gün okul dönüşü ağlayarak beni okuldan kovdular der telaşlanan Kemal Batanay sebebini sorduğunda “Müdür soyadın nüfus kağıdında yazılı değil, yazdırmadan gelme dedi” cevabını alır ve nüfus dairesine gider soyu olan
Müridoğulları
’nı nüfus cüzdanına kayıt ettirecektir fakat memur bu soyisminin alınamayacığını söyleyince
Ulueren
soyisimini söyler onu da başkasının aldığını başka bir soyad seçmesi gerektiği cevabını alır. Memur, Kemal Batanay’a bir sürü soyisim önerir fakat Batanay hiç birini beğenmez. O esnada yan taraflarında bulunan bir hanım ile memur arasındaki diyaloğa kulak misafiri olur. Memur, hanıma bazı soyisimleri önerirken
Doğanay
ismini işitir ve hemen önündeki memura Doğanay olsun der fakat geç kalmıştır o soyadı da oradaki hanımefendi seçtiği için alamaz. İşin uzamasından dolayı sinirlenen Kemal Batanay, “bizimki de Batanay olsun o zaman” der. Memur karşı çıksada ısrar eder ve böylece Batanay soyadını alır.
14 Şubat 1953’te
otuz iki yıllık hanımıyla ayrılırlar.
5 Mayıs 1953
’te
Tanburi Kadriye Naime Ilgaz Hanımefendi
ile ikinci evliliğini yapar. Babası Mehmed Ziyaeddin Efendi’nin vefatı üzerine, annesi
Ayşe Sıdıka Hanım
’ı da yanlarına alırlar ve Naime Hanım’ın
Kadıköy
’deki evinde hep birlikte yaşarlar. Ayşe Sıdıka Hanım bir süre hasta yatağında kaldıktan sonra gereğince bakılamaması ve yalnız kalması üzerine sıhhat bulması ve daha iyi bakılması amacıyla
Darülazece
’ye yatırılır bir hafta geçmeden orada vefat eder. Hem Kemal Batanay hem de eşi Naime Batanay “keşke evde ölseydi” diye hayli üzülürler. Ayşe Sıdıka Hanım, Feriköy mezarlığına defnolunur. Naime Hanım, Belediye Konservatuarı’nda ve İTÜ’de hocalık yapar, İstanbul Radyosu’nda ise tanbur sanatçısı olarak çalışır. Naime Batanay, anlayışlı, nezaket sahibi, mütebessim, sıcakkanlı bir insandır. Talebeleri Naime Batanay’dan sitayişle bahseder, yemeklerinin lezzetli olduğunu zikrederler. Kemal Batanay 1919 yılında askerden döndüğü zaman iş bulmak dönemin şartlarında çok zor olduğu için bir müddet ticaret ile meşgul oldu, ortaklıklar kurdu fakat muvaffak olamadı. 1920 yılında Şirket-i Hayriye’ye memur olarak göreve başlar. Fakat dahli olmadığı halde bir zam dilekçesine aracılık etmesi sebebiyle işine son verilir. 1926 yılında İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası’na memur olarak tayin edilir 1956 yılında emekli olana kadar burada çalışır. Emekli olduktan sonra musiki ve hat çalışmalarına ağırlık verir. Yakın talebesi Mehmet Ali Sarı’nın “Beyoğlunda Bir Hafız” kitabında kaleme almış olduğu şu satırlar Kemal Batanay’ı daha iyi anlamak için ne güzel bir örnektir;
“Yemekleri Naime Hanım yapar, bulaşıkları hocam Kemal Bey yıkarmış. O günlerde evlerinde bulaşık makinesi yoktu. Naime Hanım, hocama her öğünün bulaşığını yıkaması için yirmi beş kuruş verirmiş. Hocam, o paraları biriktirerek aldığı şık bir masa üstü radyosunu işaret eder “bunu Naime’nin verdiği bulaşık paralarıyla aldım” der, gülerdi. Yirmi beş kuruşları biriktirerek bir masa üstü radyosu alabildiğine göre demek ki hocam ne kadar çok bulaşık yıkamış. Hocam, Mütevazı bir hayat yaşadığından paraya pek ihtiyacı olmazdı. Emekli maaşı olduğu gibi yazdığı levhalık yazılardan, basılı kitaplara yazdığı ta’lik yazılardan da ü. Beş kuruş gelirdi. Yani bulaşık yıkama parası alma ve biriktirme olayı, ihtiyaç değil, karşılıklı sevgi, saygı ve muhabbet teatisi idi.”

Kemal Batanay bazı önemli olaylara tarih düşürmek maksatlı görünse de şiir hassas ruhunun terennümlerini şiirlerinde en güzel bir şekilde sergiler.

1939
yılında yazdığı
Meçhule
başlıklı şiiri aşkı ararken yolu meçhule düşen bir ruh halini anlatır;
Meçhule
Yanmakla yaşar meali aşkın

Nurdur olamaz zılal-ı aşkın


Yar olsa eğer bana canan

Vechimde o nur, olur nümayan


Zevktir sanırım melali aşkın

Ruhsuz bırakır zeval-i aşkın

Bir hiçe olur akıbet müncer

Bilmem ki nedir bu hali aşkın!
Kemal Betanay
’ın
Gözler
başlığını taşıyan şiiri ise en güzel şiirlerine örnektir.
Gözler Gözler ki birer mevhibe-i feyz-i Hüda' dır

Ayıne-i dil, meşale-i nur-ı zekadır.

Zahirde odur eyleyen esrarı hüveyda

Manada fakat gizlediği kizb ü riyadır.

Sordundu bana gözlerinin vasfını bir gün

Ey hüsn-i ezel gözleriniz ruha safadır;

Pek rengine aldanmamalı çeşm-i siyahın

Üftadelere bir nazrası bin derde devadır.

Çeşmanına baktıkça gelir yadıma şöyle

Bigane duran dide değil hükmü kazadır.

Tab'ımda benim olsa eğer şi'r- ile ülfet

Elbette bu söz fitne küşa cay-i hatadır,

Gel etme hata sen de bu vadide

Kemalim Zannetme bu boş sözlerini sadra şifadır.
Kemal Batanay, hisli, heyecanlı, mütebessim, mülefit, kadirşinas bir insandır. Haksızlığa tahammulü yoktur, daima doğruluk peşindedir. Çevresi çok geniş, seveni çok sevdiği çok olan bir insandır. Dostlarla muhabbete çok kıymet verir ki ömrü muhabbet, musiki meclislerinde geçmiştir. Dostlarına gönülden kopmaz bir bağ ile bağlı ve çok vefakardır. Bir gün kadim dostlarından
Tevfik Bey
’in hastalandığını haber alır. İvedilikle paltosunu giyip vapura atlar,
Fati
h’e vasıl olur. Otobüsten indiği vakit halkın şaşkın bakışlarına mana veremez ama az sonra evden, aceleden ve hüznünden dolayı farkında olmadan pijamalarıyla çıktığını farkeder. Mezvubahis dostları olduğunda onlara, kendini adeta unutacak kadar muhabbet beslemektedir.
Kemal Batanay hususen emekliliğinden sonra
Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı, İstanbul Türk Musikisi Devlet Konservatuarı
ve evinde verdiği derslerle yüzlerce öğrenci yetiştirmiştir. Kemal Batanay, Musikide olduğu gibi muallim-talebe ilişkisinde de geleneğe sıkı sıkıya bağlıdır. Hocalarından gördüğü şekliyle verdiği derslerden asla maddi bir karşılık beklemez, almaz ve teklif edilmesine rıza göstermez.
Kubbealtı Akademisi’nde Türk Musikisi’ne çok büyük hizmetlerleri olan
Yusuf Ömürlü
aracılığıyla
1970
’li yıllarda Musikide büyük bir atılım gerçekleştirir. Yusuf Ömürlü, nitelikli musiki faaliyetleri için kolları sıvar.
Münir Nurettin Selçuk
ve Kemal Batanay ile akademide ders vermeleri için anlaşılacaktır.
Ergun Balcı’nın kaleme aldığı “Musikiye Adanmış Bir Ömür – Yusuf Ömürlü’nün Hayatı”
kitabında olay şöyle anlatılır;

“Yusuf hemen Kemal Batanay’a teklifini yaptı. Büyük sanatkarın, Yusuf’u ağlatma derecesinde duygulandıran ve sanat çevrelerinde ibret olacak cevabı şöyleydi:

“Yusuf evladım, elbette hoca hakkını ödemek lazımdır; ama mevzubahis ben olursam iş değişir. Bana musiki öğreten hocalarımdan hiç biri benden bir metelik bile istemediler. En ufak bir hediyemi kabul etmelerinin asla mümkün olamayacağını şöyle böyle hissettirdiler. Ne öğrettilerse, ne yaptılarsa Allah rızası için, musikiyi mübarek bir meşgale saydıkları için yaptılar. Hatta bunlardan Rauf Yekta Bey gibi birkaç üstad, temin edemediğim mübrem ihtiyaçlarımı bile karşıladılar. Ben de onların hakkını, hevesli ve kabiliyetli talebelere ücretsiz ders vererek ödemeye uğraşıyorum. Yanlış anlaşılmasın, bu söylediklerim sadece benim kendim içindir, umumi değildir.”

Kemal Batanay hem hat hem de musiki talebelerine hep bu bakış açısıyla ders vermiş karşılığını rabbinden beklemiştir. Kemal Batanay dinine bağlı, ibadetini aksatmayan, Kur’an-ı Kerim ile arasını hiç açmamış biridir. Namazlarını daima hatimle kılar, boş vakitlerde cebinde taşığı küçük mushafı açarak hemen hıfzını tazeler ve hatim okur.

1981
yılında artık
88 yaşında
bir pir-i fani olarak Kemal Batanay bereketli yaşadığı bir asır sayılabilecek emanetini rabbine teslim etmeye hazırlanıyordur. Muhittin Serin, yakın dostu
Reisülkurra Hafız Abdurrahman Gürses,
Kemal Batanay’ın vefat anında yaşadığı sırlı bir olayı şöyle anlatmıştı diyor ve Kemal Batanay kitabında şu pasaja yer veriyor;

“Evimde Kur'an okuyordum. Bir ara ayetlerin manasma dalmıştım ki telefonun sesi ile irkildim. Ahizeyi kaldırdığımda arayan titrek, yorgun bir sesle dostum Kemal Batanay:

"Hocam hayatım sona ermek üzere, lutfen benim için Kur' an oku ve dua et" diyordu.
"Hafızım hiç merak etme en kısa zamanda yanına geliyorum" dediğimde:
"Hayır, sayılı nefesim kaldı, bana yetişemeyebilirsin. Lutfen telefonda oku. Seni dinliyorum"
dedi.
Çaresiz, önceden okuduğum
Yunus
suresinde kaldığım ayetten okumaya başladım. Bir süre sonra hocanın kesik kesik gelen nefesi kesildi. Son okuduğum,
"li külli ümmetin ecel. İza cae ecelühüm fela yeste'hırune saaten vela yestakdimun"
(her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat geri kalırlar ne de ileri giderler. Yunus 10/49) ayeti idi. Hocanın ölümü bu ayetle nasıl uygun düşmüştü. Ne mübarek bir insandı. Bu olay karşısında uzun süre hayrette kaldım.”
22 Haziran 1981 Pazartesi günü Hafız, Hattat, Şair, Bestekar, Tanburi, Muallim Kemal Batanay
dünyasını değiştirir, rabbine iltica eder. Kemal Batanay ahir ömründe annesi ile aynı akıbeti paylaşır. Kadıköy’deki evinde hasta yatarken daha iyi bakılır ümidiyle bir bakımevine kaldırılır. Ne yazık ki orası da pek düzgün bir yer değildir. Bir hafta sonra vefat edince Naime Hanım tıpkı anneleri Ayşe Hanım için üzüldükleri gibi; “Keşke evinde ölseydi” diye üzüntüsünü dile getirir.
24 Haziran Çarşamba günü Teşvikiye Camii
’nde ikindi namazını müteakiben kılınan cenaze namazının ardından
Feriköy Mezarlığı
’ndaki aile kabristanına sırlanır. Kemal Batanay, Feriköy’deki hamuşan arasında kıyamet sabahını beklemektedir.
“Öyle bir mûsıkîyi örten ölüm, Bir tesellî bırakmaz insanda.”
Yahya Kemal

#Kemal Batanay
#Hafız
#Şair
3 yıl önce