|

Hoşgörü

Dünya üzerinde ne kadar insan varsa o kadar farklı bakış açısı vardır, dersek her halde yanılmış olmayız. Bu farklılıkları dünyaya güzellik katan bir çeşitlilik olarak değerlendirirsek, bizler için bir nimet olduğunu, hayatı süslendirdiğini kavrayabiliriz. Farklılık ayrı bir güzellik olmakla birlikte, esasında tahammül etmeyi de peşinden getirmektedir. Çünkü nihayetinde herkesin kendisine göre doğruları vardır ve bunların gerçekleşmesini, başkalarınca kabullenilip benimsenmesini arzular. Ancak bu çoğu zaman mümkün olmayabilir.

04:00 - 30/03/2023 Perşembe
Güncelleme: 05:34 - 30/03/2023 Perşembe
Yeni Şafak
Arşiv.
Arşiv.
Enbiya Yıldırım

Dünyadaki her şeyin tekdüze olduğunu, her gün akşama kadar aynı şeyi yaptığımızı, aynı yemekleri yediğimizi velhasıl her gün bir önceki günün kopyası olan bir hayat sürdüğümüzü düşünelim. Böylesi bir yeknasaklık yaşamı bizler için çekilmez hale getirirdi. Biteviye, kurulu saat gibi, çeşnisi olmadan aynı şeyleri tekrar etmenin sonunda, dünya yaşanacak bir yer olmaktan çıkar, bunalımlar yurdu olurdu. Allah bu hayata bir anlam kazandırmak için çeşit çeşit bitkiler, hayvanlar ile diğer tüm zenginlikleriyle birlikte dünyayı biz insanların hizmetine sundu. Bu çeşitlilik sayesinde hayattan neşe alabiliyoruz.

Hayatı anlamlandıran hususlardan birisi de, farklı ırkların, farklı lisanların hatta farklı şivelerin meydana getirdiği mozayik cümbüşüdür. İnsanların dış görünüşte oluşturduğu bu renklilik onların zihinlerinde de kendini gösterir. Her insan birtakım etkilenmeler sonucunda hayata kendine özgü bir bakış açısıyla bakar ve her şeyi kendine özel bir perspektiften değerlendirir. Dünya üzerinde ne kadar insan varsa o kadar farklı bakış açısı vardır, dersek her halde yanılmış olmayız. Bu farklılıkları dünyaya güzellik katan bir çeşitlilik olarak değerlendirirsek, bizler için bir nimet olduğunu, hayatı süslendirdiğini kavrayabiliriz.

Farklılık ayrı bir güzellik olmakla birlikte, esasında tahammül etmeyi de peşinden getirmektedir. Çünkü nihayetinde herkesin kendisine göre doğruları vardır ve bunların gerçekleşmesini, başkalarınca kabullenilip benimsenmesini arzular. Ancak bu çoğu zaman mümkün olmayabilir. Böylesi durumlarda hoşgörü sınırları içinde kalınmalıdır. Karşımızdakileri bizim gibi düşünmedikleri için birtakım kalıplar içine sokmak, bazı sıfatlarla yaftalayarak gruplandırmak son derece sakıncalıdır. Çünkü herkes için kendi doğrusu hakikatin ta kendisidir. Bu nedenle, gerek siyasal ve gerekse fikrî alanda farklı görüşleri benimsemiş olan insanların kendi doğruları peşinde inanarak gittiklerini, bunları gönülden benimsediklerini baştan kabullenmek zorundayız. Bunun anlamı ise, herkesin bizler gibi düşünmeye, bizler gibi yaşamaya mecbur olmadığıdır. Mühim olan bu ülkenin üst değerlerinde hepimizin birleşebilmesidir, idealimizin aynı olabilmesidir. Bu da güzel yurdumuzun daha müreffeh bir hale gelmesi, eğitim, sağlık ve ekonomi seviyesinin daha üst seviyelere çıkması, dünyada hak ettiği yerde bulunmasıdır.

Amaç bu olduktan sonra, bunu gerçekleştirmek için farklı yollardan aynı ideale koşmak hem ülkeye bir çeşitlilik kazandıracak, hem de bireyler arasında memleketi daha ileriye götürme yönünde bir yarış başlatacağı için, sonuçta kazanan yurdumuz olacaktır. Bu bir tarafa bırakılıp, insanlar siyasal ve fikrî eğilimleri nedeniyle, farklı partilere oy verdikleri için belli çerçeveler içine oturtulacak olursa, karşı taraftaki de nihayetinde aynı şeyi yapacaktır. Bu ise, halkın gruplaşmasına ve ülke huzurunun bozulmasına neden olacaktır. Bu nedenle hoşgörü, ülkemizin dirliği için –hele de şu dönemde- en ihtiyaç duyduğumuz hususların başında gelmektedir.

Allah Teâlâ insanların farklılığına bir ayeti kerimede şöyle değinmektedir: “Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi, birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ayırdık. Allah nezdinde en şerefliniz takvaca en üstün olanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilir. O her şeyden haberdardır.” (Hucurât, 13)

Bu ayete baktığımızda, rabbimizin yeryüzündeki farklılığı özellikle oluşturduğu görülmektedir. Allah, kullarının birbirleriyle kaynaşmaları, istifade etmeleri için zengin çeşitlilik içinde bizleri yaratmıştır. İnsanlar bu farklılık nedeniyle tanışmaya, birbirlerinden yararlanmaya ve öğrenmeye çabaladıklarında medeniyetlerde ilerlemeler olmuştur, olmaktadır.

Hoşgörüye en çok muhtaç olduğumuz alanlardan biri de dindir; farklı dinlere, farklı mezheplere mensup insanları kabullenebilmektir. Bizlere göre farklı kabulleri olan insanları ikna etmek veya bize göre doğru olan yöne çekmeye çalışmak ve bu hususta müzakerelerde bulunmak elbette makuldür ancak bunun kamplaşmalara sebebiyet vermesine, insanların birbirlerini dışlamasına ve yaftalamasına neden olması hoş bir şey değildir. Çünkü farklı yorumları herkes bu ülkenin bir parçasında yaşama geçirmekte ve bunu yaparken de ülkeye iyilikten başka bir niyet taşımamaktadır. Bu nedenle, uzlaşma adına inançlarımızdan ödün vermeden, ortak müştereklerde buluşabilmeliyiz.

Farklı kabulleri çatışmaya, nefretleşmeye, birbirimizi dışlamaya götürmenin bedelini yine bizler yani hepimiz öderiz. Ülkemiz üzerinde çeşitli emelleri olan ülkeler de bunları dışarıdan büyük bir keyifle seyrederler ve de ayrılıkları körüklemek için ellerinden geleni yaparlar. Bu yöndeki çabaları zaten sürmektedir de. Bir kardeş nasıl diğer kardeşine olabildiğince tahammül edebiliyorsa aynı toprakları paylaşan ve bu ülke sevdalısı olan bizlerin de birbirimize katlanmak, tahammül etmek ve anlamaya çalışmaktan başka çıkar yolumuz yoktur. Çünkü bu ülke dışında başka bir yurdumuz yoktur. Allah’ın bizlere hiç şüphesiz ki büyük bir lütfu olan bu topraklar zaten bazı güçlerin iştahını kabartmaktadır. Onları memnun etmektense farklı yaklaşımları olgunlukla karşılayarak, muhtemel kusur ve hataları içimize gömerek, unutarak, birbirimizle kucaklaşmanın, kardeş olmanın yollarını aramalıyız; bu uğurda çaba sarf etmeliyiz.

Allah Teâlâ, aynı kitaba inanan biz Müslümanların kendi aramızda hoşgörülü olmamızı istemesinin ötesinde, ehl-i kitaptan olan diğer din mensuplarına bile hoşgörülü olmamızı emretmektedir. Ayette şöyle buyurulmaktadır: “De ki: Ey ehl-i kitap! Gelin, sizin için de bizim için de doğru olan şu sözde “Allah’tan başkasına tapmamak; Ona hiçbir şeyi eş tanımamak; Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi rab edinmemek” üzerinde birleşelim. Eğer yine yüz çevirirlerse onlara deyin ki: “Siz de şahit olun ki bizler Müslümanlarız.” (Âl-i İmran, 64) Dikkat edilirse, ayet-i kerîmede Allah Teâlâ Müslümanları ehl-i kitaptan olanlarla bazı temel inanışlar üzerinde anlaşmaya davet etmektedir. Karşı tarafın bunu kabul etmemesi durumunda müminlerden, nasıl inandıklarını ve kabullerinin ne olduğunu söylemekle yetinmelerini, daha ileri gitmemelerini istemektedir. Bir başka ayette de dine girmek hususunda insanların zorlanmayacağı belirtilmektedir. (Bakara, 256) Bu esasında, karşı taraftakilere tahammül edilmesi gerektiğinin bir başka şekilde ifade edilmesidir. Nitekim Hz. Peygamber de Medine’de yaşayan bütün farklı inanış mensuplarıyla Medine Anayasası diye meşhur olan anlaşmayı yapmış, herkese eşit hak ve özgürlük tanıyarak farklı inanıştaki insanlara nasıl davranılması ve onlarla nasıl geçinilmesi gerektiğinin en güzel örneğini sergilemiştir.



#Ramazan
#İslam
#Kur'an
#Enbiya Yıldırım
1 yıl önce