|

Osmanlı'da kıyamet senaryoları

Kıyametin kopuşu ve dünyanın sonu ile ilgili kehanetlerin uzun bir geçmişi var şüphesiz. Bu kehanetlere Osmanlı'da ve Avrupa'da da rastlanmıştır, işte 16. yüzyılda bir kıyamet beklentisi ve sonrasında yaşanan ilginç olaylar zinciri.

09:25 - 2/06/2019 Pazar
Güncelleme: 12:23 - 2/06/2019 Pazar
Yeni Şafak
Osmanlı'da kıyamet senaryoları
Osmanlı'da kıyamet senaryoları

Tarih sahnesinde insanoğlunun dünyanın başlangıcı ve sonu hakkındaki merakı, bu merakın tetiklediği sorular kutsal kitaplardan edebî metinlere, tarihten mitolojiye kadar belli alanlarda cevaplandırılarak zengin bir repertuvar oluşturmuştur. İşte bu gizemli sorulara verilen cevaplar kimi zaman insanı büyük bir korkuya sokmuş, kimi zaman da insanlara rahat bir nefes aldırmıştır. Mesela, dünyanın sonunun yaklaştığı, kıyametin yakın zamanda kopacağı gibi çeşitli söylentiler belli aralıklarla etrafa yayılmaktadır. Bu hususta iki bin yılına girerken gündemi uzun bir süre meşgul eden dünyanın sonunun geldiği ile ilgili ortaya atılan çeşitli söylentiler hatırlanabilir.


Kehanetler, rivayetler ve bir kuyruklu yıldız

Kıyametin kopuşu ve dünyanın sonu ile ilgili kehanetlerin uzun bir geçmişi vardır ve bu kehanetlere Osmanlı'da ve Avrupa'da da rastlanmıştır. On altıncı yüzyıl Osmanlı dünyasının “altın çağ” miti ile örülmüş olan Kanuni devrinde bu hükümdar dünyanın sonuna doğru zuhur eden ve cihana adaleti hakim kılan ideal bir yönetici olarak kıyametin büyük alametlerinden sayılan Mehdi ile özdeşleştirilmiştir. Yapılan bu özdeşleştirme etrafındaki gelişmeler olumlu bir hava yansıtmaktadır; ancak on altıncı yüzyılın son çeyreğine tesadüf eden hicretin 1000. yılında beklenen kıyamet etrafında oluşturulan hava hiç de iyimser gözükmemektedir. On altıncı yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı tahtında bulunan Sultan III. Murad (saltanatı: 1574-1595) döneminde önemli siyasî ve askerî başarılar elde edilmiş, kültür, sanat ve ilim sahalarında da önemli isimler yetişmiş ve kıymetli eserler verilmiştir. Sultan III. Murad'ın saltanatının son yıllarında uzun süren savaşlar, 1589 yılında yeniçerilere ayarı düşük akçelerle ödenen maaşlarından dolayı Rumeli Beylerbeyi Doğancı Mehmed Paşa ve Başdefterdar Mahmud Efendi'nin idamı ile neticelenen Beylerbeyi Vak'ası, reayaya yüklenen ağır vergiler ve bunun doğurduğu olumsuz sonuçlar Osmanlı'nın bu yüzyılın sonuna doğru bir dönüşümün eşiğinde olduğunu göstermektedir.

İşte bu dönüşümün eşiğinde gelen hicri 1000. yıl [1591-1592] ve onunla birlikte beklenen dünyanın sonu, meydana gelen bazı felaketlerin ve tabiat olaylarının toplum tarafından kıyamet alameti şeklinde yorumlanmasına sebep olmuştur. Bu dönemde hem eserleri hem de hayatı ile dikkate değer çok yönlü bir şahsiyet olarak karşımıza çıkan Gelibolulu Mustafa Âli, bize bu konuda çok kıymetli bilgiler sunmaktadır. Âli, bu kehanete inanmadığını eserlerinde belirip reddetse de o dönemde yazmış olduğu şiirlerde bu kıyamet beklentisinin etkileri görülmektedir. Cornell Fleischer, Ali'nin bu kehaneti düşünsel düzeyde reddetse bile bilinçaltında birtakım felaketlerin ve kötü olayların gerçekleşeceğine inandığını söylemektedir. Ali'nin bu dönemde yazmış olduğu şiirlerde; dünyanın değiştiği, ulemanın artık bilgili ve dindar olmadığı, gerçekte bilgili olan kişilerin ezildiği, rüşvet ve yolsuzluğun her yeri sardığı şeklinde hususlara vurgular yapar. Örneğin Ali'nin Sinan Paşa'yı yerdiği bir kasidede, onu Deccal'i andıran bir şekilde betimlemesi dikkat çekicidir (Gelibolulu Mustafa Âli'nin kariyer sürecinden ve eserlerinden hareketle Osmanlı toplum hayatını çözümleyen bir çalışma için bkz. Cornell H. Fleischer, Tarihçi Mustafa Âli, Bir Osmanlı Aydın ve Bürokratı, (çev. Ayla Ortaç), İstanbul, 1996). Bu yüzyılda yazdıkları ile bize ışık tutan Selanikî Mustafa Efendi de Tarih-i Selanikî'de yeniçeri ayaklanmasından az bir zaman sonra Yahudi mahallelerinde çıkan yangınları “gazab-ı İlahî” olarak adlandırmış ve bunu bir ceza olarak yorumlamıştır. 1577 yılında görülen büyük kuyruklu yıldız, bazılarınca uğursuzluk, hatta kıymamet alameti olarak görülmüş ve Sultan III. Murad döneminin olaylarını içeren üç eserde (Nusretname, Şecaatname, Şehinşahname) resmedilmiştir. Gelibolulu Mustafa Ali'nin Nusretnâme isimli eserinde 1577 yılında görülen kuyruklu yıldız “kibâr u sigâr” hemen herkes arasında büyük bir şaşkınlık yaratmış ve halk bu kuyruklu yıldızın parlaklığı karşısında adeta büyülenmiş ve düşüncelere sevk etmiştir. Bu tarz kuyruklu yıldızın görünmesi ile meydana gelecek olanlar “ya zelzele ve taun ve yahut kaht u gala ile zahir olur.” Bu yıldızın yönü ne tarafa ise orada “fitne vü fesad çoğalmağa sebebdür.”

Kıyamet havasının görüldüğü eserler yalnızca edebî ve tarihî metinler değildir. Osmanlı tasvir sanatlarının en önemlisi sayılan minyatürlü eserlere baktığımızda da bu kehanetin etkisini görebiliriz. On altıncı yüzyılın sonu ile on yedinci yüzyılın başında resmedilen Falname, Ahval-i Kıyamet, Tercüme-i Miftah-ı Cifrü'l- Cami gibi eserlerin tam da bu zamanda hazırlanması tesadüf değildir. Fal, geleceğe yönelik bilgiler veren cifr ve kıyamet temalı bu eserlerde Mehdi'nin savaşları, Deccal'in ortaya çıkışı, Yecüc ve Mecüc, Dabbetü'l-arzın zuhuru gibi tasvirler yer almaktadır (Banu Mahir, Osmanlı Minyatür Sanatı, İstanbul, 2005).

On yedinci yüzyıldan gelen eleştiri

Beklenen olmadı ve hicri bin yılında (1591-92) kıyamet kopmadı. Kıyametin hicri bin yılında kopacağı gibi birtakım uydurma hadislerle de desteklenen bu toplumsal olayın hikayesi bu yüzyılın sonunda bitmeyecek ve bu olay on yedinci yüzyılın ilk yarısında yaşayan bir Osmanlı alimi tarafından ağır sayılabilecek bir dille tenkid edilecektir. On yedinci yüzyıl Osmanlı ilim hayatına eserleri ile damgasını vuran Kâtip Çelebi (1609-1657), Türkçe Fezleke'sinde, bin yılının olaylarını anlattığı bahsin girişinde bu kıyamet beklentisine değinir ve bu beklenti içinde olanları “ukûl-ı kâsıra” olarak tanımlar. “Aciz akıllardan oluşan bir güruhun bu tarz boş ve yalan sözlere inandıklarını” ve yine bunların “gaflete düşüp bir takım uydurma hadisleri –ki bunlar dine aykırı olmasına rağmen- kitablarına yazdıklarını” fakat sonradan bu hadisenin “açık bir yalan” olduğunun ortaya çıktığını yazar.

Hicri bin yıla yaklaşırken yaşayan insanların bekledikleri bir korku vardı ve onlar o korku etrafında metinlerini ya da resimlerini oluşturdular. Toplumun tümünün ne kadar inanıp ne kadar inanmadığını tam olarak bilemesek de her olay da olduğu gibi korku geçtikten sonra onların korkularının yersiz olduğunu söylemek çok daha kolay olsa gerektir.

#Ramazan
#Osmanlı
#Oruç
5 yıl önce