Çocuk tecavüzleri hep olmakla birlikte son haftalarda gazetelerin üçüncü sayfalarından birinci sayfalarına taştı. Çünkü, minicik yavrulara tecavüz ettikten sonra vahşice öldüren, çöplüklere gömen ve bir sonraki kurbana kadar sanki hiçbir şey olmamış gibi, vicdanı sızlamadan, ya da yakayı ele vermeden normal hayatına dönen tecavüzcülerin sayısındaki artış kadar, suçları sabit olmasına rağmen ceza infazının ardından topluma salıveriliyor olmaları da hepimizi dehşete düşürdü. Bizi yaraladı, kanımızı dondurdu, psikolojimizi bozdu. Suçun ve saldırganlığın artması gibi istatistiki verilerin yanısıra, giderek daha fazla sayıda insanın kendini yalnız, çaresiz ve değersiz hissetmesi, hayattan keyif almaması, hayal kurmaması gibi 'semptomlar' toplumun ruh sağlığının çok da yerinde olmadığını gösteriyor. Peki neler oluyor? Toplumun ruh sağlığının ne durumda olduğunu, suçluların özellikle çocuk tecavüzcülerinin 'nasıl insanlar' olduğunu Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekim Yardımcısı Doç. Dr. Kemal Sayar ile konuştuk. Psikiyatrist kimliğinin yanı sıra iyi bir şair olan Sayar'a, İsra Suresi 85. ayette geçtiği ve kitaplarından birine verdiği isim gibi ("Sana ruhtan soruyorlar") ruhtan sordum, o da ruhumuzu etkileyen etkenleri anlattı.
* * *
Her geçen gün bozuluyor. Çünkü toplumun ruh sağlığını koruyan değerler, aile hızla aşınıyor. Hızlı göç ve şehirleşmeyle birlikte şehir ortamında yeni değerlerin oluşmaması, eski değerlerin insanlara artık kılavuzluk etmemesi büyük sıkıntı yaratıyor. Politik ve ekonomik belirsizlikle birlikte modernleşmeyle gelen kimlik sorunları da insanları çok zorluyor.
Hayır. Suçun mahiyetine bağlı bu. Mesela terör suçu işleyenlerin önemli bir kısmında patolojik sorun yoktur. Terör örgütlerini yönetenlerin ağır narsistik ya da paranoit kişilik bozuklukları olabilir. Vahşi, insanlık suçu denilebilecek türden suç işleyenlerin bir bölümü de ağır kişilik bozukluğu olan insanlar olabilir.
Bu kişilerde antisosyal kişilik bozukluğu dediğimiz, vicdan eksikliği ile kendini gösteren kişilik bozuklukları vardır. Suç işleme eğilimleri yüksektir. Bunlar yaptıkları kötü edimlerden dolayı pişmanlık duymaz, tamamen umursamaz bir tavır takınabilirler. Pişmanlık duymadıkları için de kolayca suç işleyebilir, tekrar edebilirler.
Çocuk tecavüzcüleri arasında sabıkası olan eski suçlular da var ama her tür meslekten, işi gücü, sosyal çevresi, ailesi, çoluğu çocuğu olanlar da var. Normal görünüyor, normal bir hayat sürüyorlar. Bu nasıl oluyor peki?
Kötülük sıradandır, banaldir. Bazen çok efendi bir adam bile bir süreçle beraber vahşi biri olabilir. Savaşlarda tanık olduk buna. Bosna'da Sırplar gayet iyi geçindikleri Boşnak komşularını doğradılar. Antisosyal kişiler birazcık zeki iseler hesaplı kitaplı kötülükler yapabilirler. Özellikle pedofillerde çok ciddi antisosyal kişilik bozuklukları vardır. Bu kişiler tüm dünyayı nesne olarak görürler. O çocukları yaşayan, nefes alıp veren, iç dünyaları olan, yardıma muhtaç varlıklar olarak değerlendirmezler. Onları kullanıp atılacak bir nesne olarak görürler. Kendilerinden başka kimseye merhametleri yoktur çünkü.
ABD'de yapılan araştırmalar antisosyalliğin iki katına çıktığını gösteriyor. Bunda genç nesillere değer aktarılamamasının ve televizyon kültürünün üzerinde duruluyor. Antisosyalitede ülkemizde de büyük bir patlama var. Medya aracılığıyla merhametin olmadığı bir dünya kışkırtılıyor. Televole gibi programlar gelgeç eğlence programları gibi görülüyor ama toplumun altını oyuyor aslında . Türk televizyonları Türk toplumunun ruh sağlığını tehdit eden en büyük unsurdur. Bunu göğsümü gere gere söylerim. Bu adi, pespaye programlar insanların birbirine yabancılaşmasını tırmandırıyor. İnsanları değersizleştiriyor, metalaştırıyor. Bunun sonucunda da toplumda birbirine saygı duymayan, nesne muamelesi yapan bir gençlik türüyor. Liselerdeki şiddeti hatırlayın.
Olamaz çünkü çocuk bedeni sevimlidir. Çocuk bedeninin bir cinsel nesne olması, bir cinsel kimlik içinde sunulmalarıyla kışkırtılabilir ancak.
İçinde yaşadığımız kültür, çocukları hızla büyümeye teşvik ediyor. "Hızla büyüyün ve cinsel kimliğinizi kazanın, ancak cinsel kimliklerinizle varsınız" diyor. Özellikle genç kızlar makyaj yapmaya, cinsel rollerine bürünmeye yönlendiriliyorlar. Türkiye'de kürtaj yaşının düştüğüyle ilgili kadın doğumcuların gözlemleri var. Bir yandan çabuk büyüyün derken öte yandan hep genç kalın diyor. Bu yüzden daha ileri yaşlardakiler bile genç tipi tüketim kalıplarını, eğlence davranışlarını benimsiyor ve yaşın getirdiği bilgelikten uzaklaşıyorlar. Yaş bizi daha ağır, olgun bir insan yapmıyor artık. Hepimiz daha uçarı hafif bir hayatı yaşamak istiyoruz.
Bildiğim kadarıyla Emniyet bu insanları takip ediyor ama sıkı bir takip değil. Psikolojik tedavi de yok. Bu insanların çok ciddi bir rehabilitasyondan geçirilmeleri ve Emniyet'e düzenli olarak psikolojik destek alıp almadıklarını belgelemeleri gerekir. Bu kadar ağır suç işleyenlerin toplum içine kolayca salıverilmemeleri lazım.
Antisosyal kişilik bozukluklarıyla ilgili yurt dışında da yayınlanan çok sayıda çalışmam var ve askerlik dönemim boyunca yoğun olarak onlarla çalıştım. Psikopatik davranış kalıpları bir günden diğer güne değişmez. Yerleşiktir ve yeryüzünde belki en zor iyileşecek kişilik bozukluklarından biridir. Çok ağır kişilik bozuklukları olanlar toplum için daimi bir tehdit oluşturur. Sürekli gözetim altında tutulmaları hatta tartışılarak toplumla çok fazla temas etmeyecekleri adalarda yahut rehabilitasyon merkezlerinde özel görevli gözetiminde uzun süreli programlara maruz kalmaları gerekir. Topluma zarar vermeyecekleri kesinleşince salıverilecekleri bir düzen sağlanmalı mutlaka. Buradan bu insanlar üzerinde çok faşizan tedbirler uygulanmalı gibi bir anlam çıkmasın. Çocuklarımızı, toplumun diğer kesimlerini ıslah olmayacak derecede ağır kişilik bozukluğu gösteren insanların tasallutundan korumak boynumuzun borcudur.
Bu çok yüksek bir oran, 10 kişiden 1'i dense belki. Modern psikiyatrinin kabul görmesiyle sıradan hüzün, keyifsizlik durumları da patolojik algılanıp ilaç verilmeye başlandı. Dikkatli olmak lazım. Hüznümüz bize aittir. Hüznümüzü ilaçlardan da, psikiyatrinin tasallutundan da korumamız lazım.
Göç alan büyükşehir insanda büyük bir belirsizlik duygusu yaratıyor. Hemşehri dernekleri o yüzden var. Dayanışma olmaksızın insanlar kendilerini çaresiz ve yalnız hissediyorlar. Desmond Morris'in 'İnsanat Bahçesi' diye bir kitabı var. Sıkışmanın olduğu yerde agresyon, saldırganlık daha fazladır. Kaynakların sınırlı olduğu bilgisi nedeniyle şehirlerde herkes yarış ve koşturmaca telaşı içinde yaşar.
Kadın iş hayatı, çocuk bakımı ve ev işleriyle uğraştığı için daha fazla yıpranabiliyor. Kendilerini sosyal hayatta da çok rahat ifade edemiyorlar. Hormonal değişikliklerin etkisi de var tabiî.
Bu çok isabetli bir gözlem. Anokresiya nevrosa gibi hastalıklar inceliğin mit haline geldiği toplumlarda yaygındır. Batı'da sıfır beden olmaya bir yatkınlık var. Bu da kadınların çaresizlik duygusunu, depresyonunu tırmandıran bir şey.
Dünya Sağlık Örgütü'ne göre 2020'li yıllardan itibaren depresyon dünyanın en önemli sağlık sorunu olacak. Modernleşmenin getirdiği yalnızlaşma, toplumsal destek sistemlerinin çözülmesi depresyonu neredeyse bir salgın boyutuna taşıyor. Bunun işaretlerini Türkiye'de de görüyoruz. Bu bir espri midir yoksa gerçek midir bilmiyorum ama New York'un atık sularında antidepresanların bulunabildiği söyleniyor. Çaresizlik hızla yayılıyor çünkü.
Dost, arkadaş, yâren.
Biz beynin fonksiyonları olarak davranışlar ve duygular üzerinde çalışıyoruz. Eskiler buna tababiyeti akliye, asabiye ve de ruh hekimliği demişler. Ama ruh hekimliğinin çağrıştırdığı anlam çok geniş. Metafizik çağrışım da var. Büyük şairler, insanlığa yol gösteren önderler, mesela Hazreti Mevlana, Yunus Emre en büyük ruh hekimidir. O ayrı, üst bir kategori bana göre. Psikiyatri için "zihnin bilimi, zihin bilimi" diyebiliriz.
Artık yardım istemekten kaçınmıyorlar. Bu çok güzel bir şey. İşitilmek istenmek çok tabii bir ihtiyaç insanlar için. İhtiyaç hisseden yardım istesin. Maddi gücümüz yok da demesinler. Devlet ve üniversite hastanelerinde çok iyi çağdaş tedavi ve bakım verilebiliyor.
İnsanlar hakkında önyargılı olmamayı, sevmeyi. Biz modern psikolojide sadece insanın patolojik, negatif yanlarıyla ilgileniyoruz. Nerelerde kırılganlaşıyor, düşüyor ona bakıyoruz. Öte yandan her insanın içinde soylu, meleksi, tanrısal bir öz var ve bu, çabayla ortaya çıkarılabilir.