Burası neresi, sen kimsin, ben ne yapıyorum, orada neler oluyor.
Anlam veremediğimiz ne çok durumla karşılaşıyoruz sevdiğimiz bu ülkede, şehirlerde, kasabalarda ve en çok Ankara'da…
Ankara'nın yönetim tarzını, üslubunu anlatma ve benimsemekte 'insani' sorunlar yaşıyoruz.
İnsani olan çözümlere direnmesi, sorunları hafife alması karşısında önce 'anlama' yeteneğimiz kayboluyor ardından güvenimiz yitiyor.
Ankara yönetimi, Ankara siyaseti geriyor bizi.
Yıllar önce bir siyasetçi demişti, “Takma kafanı Ankara'ya” diye.
Ankara beni, bizi, bu toplumu anlamıyor, beni, bizi anlamayanı da ben anlamıyorum.
Ankara –varsa da- sevgisini hissettiremiyor yönettiklerine.
Çünkü onun yüzünden sevdiğimiz ve tanıdığımız bir ülkede yaşamanın keyfini pek çıkaramıyoruz.
Çünkü sürekli güvenlik konuşan Ankara yıllardır bu yolla bizim birbirimizi tanımamızı, farklılıklarımızı, zenginlik görmemizi engelliyor. Sanki bizden cepheleşme, kutuplaşma, çatışma ve kriz arzuluyor.
Ankara siyaseti toplumsal gerçekliğin, sokakta sürüp giden hoşgörünün ve Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Zaza, Arap… olarak aynı ufka bakma olgunluğuna ulaşmış bizlerin çok uzağında…
Biz birbirimizi seviyoruz, ama Ankara'nın sevgi sorunundan olsa gerek bazen anlamakta zorlanıyoruz. Çünkü ötekine dair bilgi eksiğimiz var.
Sevgi, Ankara'ya uğrarsa bilgi bize de gelir ve korkulara kanmayan, ötekini de kendi gibi muteber gören gerçek bir toplum oluruz.
1993'ten beri bu meseleyi araştırmak isti-yordum. Son yıllarda Konda'yı biraz geri çekmiştim. Şirket geçen sene yeniden hayata geçince projeyi Milliyet'e teklif ettim, düşünüp taşındılar ve kabul ettiler. Eylül ayında sahaya çıktık.
Kaba sonuçları Kasım ayında, son hali yayın tarihine yakındı.
Ticari bir mesele, söylemeyi doğru bulmuyorum. Zaten parayı verenle söyleyelim mi söylemeyelim mi diye bir şey konuşmadık.
Zaman ve ortamda farklı bir durum görmüyorum, geçen seneye göre. Önümüzde iki seçimin olması ankete verilen cevapları etkileyecek olgular değil.
Evet ama bir işlem yapılmadı hakkımızda.
Çok hazır, bunlar bekleniyormuş gibi bir hal vardı. Zaten heyecanlanacak bir şey yok, tahmin edilebilir şeylerdi. Kimi uçuk laflara aldırmayın siz.
Sayı çok olursa hak vermek zorunda kalacakmış, az olursa vermese de olurmuş gibi bir durum var. Neden hakla sayı arasında bir ilişki kurulur anlamıyorum.
Bir gazetede söylenilenler önemli değildi ama iki gün tam sayfa yayın yaptı. Yine eski bir gazeteci arkadaşımız, “Türkiyelik mi - Türklük mü” sualini anlamamış ve anlamadan yorum yapmış. Bu ve ben-zeri durumlarla sık karşılaştım, bilmeden konuşanları ciddiye almıyorum.
En çok onların ihtiyacı var toplumun fotoğrafını çeken verilere.
Türkiye'de siyaset halka göre yapılmıyor. Halkın ne istediğini kendiniz düşünüyorsunuz. Oysa çok yalın gerçekler var. Bizim gördüklerimizden birisi; kimliklere, inançlara devlet yardım etmelidir ve onların gelişmesini sağlamalıdır düşüncesine büyük kabul gösteriyor halk. Bu; Türkiye'de insanların birbiriyle problemi olmadığını ve insan haklarının gelişmiş liberal ülkelerdeki gibi olması gerektiğini söylüyor.
Siyasetin gördüğü sorun toplumda yok, insanların o üçlüde birbiriyle problemi yok. Şuna hak verilisin, şunun hakkı kısıtlansın demiyor sokaktakiler. Tam tersine “kimliğini, inancını yaşayabiliyor musun” denince “ben yaşayabiliyorum” diyor, ama başkalarının aynı rahatlıkta yaşayamadığını da belirtiyor.
Siyasilerden ilgi olmadı. Bürokrasiden az miktarda oldu. Akıl öğretmem doğru olmaz ama daha ciddiye alsalar daha doğru işler yaparlardı.
Tabii tabii, bilhassa onun için söylüyorum.
Evet, “bu sorulara cevap vermiyorum” diyenlerin sayısı beklediğimden çok azdı, yüzde 2 civarında. Her araştırma -suallerde yönlendirmemek şartıyla- deneklerin doğru cevap vereceği tezine dayanır. Sorular doğru ama cevaplar yanlış demek pek mümkün olmaz.
Bilmiyorum…
Yok, her şeyi sorduk zaten, yanlış anlaşılma kaygısı taşımadık.
Aleviler bir miktar kendilerini gizlemek istiyorlar. Bu onların alışkanlığı, anlayışları.
Hayır bu şöyle bir şey. Bizim bulduğumuz 5 milyon, ama bu biraz eksiktir. Ne kadar yükseltseniz de 25 milyon olmaz.
Çok doğru, ben de öyle düşünüyorum…
Bir Kürt arkadaşım “biz Türklerin söylediğini iki ile çarparız. Sen 11 de, biz 22 deriz. O da bize yeter” dedi.
Türkiyelilik meselesine çok yüksek oranda öncelik ve-rilmiyor. Tabloları görünce şunu sezebiliyorum, bu memlekette yaşayan insanların etnik, inanç vb. problemleri olsa da, bu toprağı seviyorlar. İnsanlarda adam gibi memleket sevgisi var. Bizde yaşanmış olan yere dair yaygın bir duygu, sevgi var. Bu sevgi, bu memleketin problemlerinin siyaset adamlarınca daha kolayca geçilmesinin dayanağıdır.
Evet… 11 milyon Kürt var. Bunun 2 milyon 700 bini bir Türk'le akraba.
Adamın babası, dedesi Bitlis'te, amcası Ankara'da, teyzesi Antalya'da, kendisi İstanbul'da. Bu adamın bu topraklarla meselesi olmaz, memleketin her yerinde yaşıyor. İstanbul'a, Ankara'ya, Antalya'ya yerleşmiş, işi gücü olan, çocuğu okuyan insana hadi biz buradan gidelim diyemezsiniz. Bu memleketin insanının bu memleketin toprağıyla sorunu yok.
Kültürünün, inancının tanınması ve saygı gösterilmesi meselesi var. Devlet etnik kimlikler ve dini gruplara destek vermeli diyenler Türk, Kürt, Alevi oranı çok yüksek. Yani dinini inancını, kültürünü yaşamakta zorluk olduğunu belirtenler % 50'den fazla. Yine de eskiye göre büyük bir rahatlama var, insanlar ötekinin de haklarını önemsiyorlar. Eğer bu anket üç sene önce yapılsaydı bu yumuşaklık çıkmazdı.
Bence hükümetin yaptıklarının görüldüğü belli.
Toplumda bir rahatlama var ama siyasetin, hükümetin yapacağı daha çok şey var. Bu verilerden ben büyük bir gerginlik çıkartmıyorum.
Yok… Hükümet de yaptırsaydı da yapardım. Parayı verene göre sonuç değişmez, ama Türkiye'de böyle bir alışkanlık var, araştırmanın finanse edene bağlanması çok yanlış. Verileri beğenmeyenler böyle yapıyorlar.
Kırla kent arasında çok fark olduğunu bir kez daha gördük. Ama bir de Kürtlerin oturduğu kır ve kent var, orada bu sorunlar daha derin.
Yönetim meselesi… İnsan hakları ve ekonomik açıdan sorun yaşamak kimde iyi bir psikoloji oluşturur ki? Bölgeye ekonomik teşvikler veriliyor ama işe yaramıyor. Çünkü orada serbest pazar ekonomisi kurulamıyor. İnsanlar tüketici değil, paraları yok ki tüketsinler. Bazı uyanıklar sunulan imkânlardan nemalanıp duruyorlar.
Bu olgu devam edecek… Tarımdaki nüfusun azalması ve ekonomik olarak geri kalmış kasabalar nedeniyle göç devam edecek. Önümüzdeki 10-15 yılda dört büyük il'e 15 milyon insan gelecek. Hukuki çözümler bu hadisede olmaz. Türkiye'nin üçte ikisi doğduğu yerde yaşamıyor diyor araştırma. Türkiye'nin yüzde 21'i de bulunduğu yerde yaşamaktan memnun değil. Çocuklarının bugün oturmakta olan yerden başka bir yere gitmelerini istiyorlar. Bu, göçün devam edeceğini ve bunun toplumsal bir olay olduğunu gösteriyor.
Varoşlarda Türkiye'nin tamamı yaygın. Aleviler de hem varoşlarda dalar hem de farklı yerlerdeler, daha zengin ya da daha yoksul yerlerde yaşamıyorlar…
Ne Kürt Partisi, ne Alevi partisi ne de Türk partisi tutmaz. Baraj indirilirse küçük bir grup kurabilirler ama etnik ve dini milliyetçilikleri referans alan bir partinin çoğunluğu kazanma şansı yok.
Bunda birçok sorunun çözümünün ipuçları var. Bu işin kaç tarafı varsa, Kuzey Irak'taki Kürtler, Avrupa'daki Kürt milliyetçiler, Türkiye'deki Kürtlerin değişik kesimleri ve Türkiye'yi idare edenler için çok önemli mesaj var; İstanbul'un en çok Kürt'ün yaşadığı kent olmasının Türkiye'de yurttaş olan herkese söylediği şudur; İstanbul'da yaşayan insanlar buradan ayrılamazlar.
Mümkün değil, kimi, neresinden, nasıl böleceksiniz. Bu mesaj çok açık ve çok önemli.
Almış olmalılar ama henüz onların ne düşündüğünü anlayamadım.
Olmadı. Biliyorsunuz Ahmet Türk, 25 milyon demişti Kürtlerin sayısını. 25 milyon olması mümkün değil. Bu tür söylemler siyasi hayatta çoktur.
O sorunun cevabının tümüne bakmak lazım. Kürtlerin ayrı bir devlet kurmak istemesine 1993'te yüzde 41'i doğru derken, şimdi yüzde 34'ü doğru demiş. Yabancı devletlerin kışkırtmasına 1993'te yüzde 23'ü doğru derken, şimdi bu oran yüzde 52'ye yakın. İlçe ve belediyelere daha çok yetki ve-rilmesi de yüzde 32'den yüzde 84'e çıkmış.
Atamadı ama hâlâ bir iyimserlik var. Türk-Kürt arasında bir çatışma yok, hep iç içe yaşıyoruz. Ne Türklerde ne de Kürtlerde böyle bir mesele yok, bazı küçük gruplar arasında olsa da ayrılık oluşturamazlar. Kürt sorununun bir iki boyutu var; birisi insan haklarıyla ilgili, ikincisi de çok farklı anlaşılan yönetim meselesi. Biz bu yönetim sistemiyle, yalnız Kürtleri değil bu devleti de taşıyamayız. Türkiye için yönetim sistemini değiştirmeliyiz. Çok detayına girmiyorum ama ben 'yerindelik' diye bir model öneriyorum. Problem nerede doğarsa oradaki demokratik yönetim çözmeli, çözemiyorsa bir üst yönetime gitmeli. O da çözemiyorsa bir üst yönetime… Fakat bugünkü Anayasa böyle bir yönetime izin vermiyor. Hükümetin kamu reformu tasarısı geçti Meclis'ten ama Köşk'ten döndü.
Tam olmasa da yakındı. En azından bir anlayış değişikliğinin olduğunu gösteriyor.
Geçerli, yüzde 60 civarında..
Kürtlerin çoğunluğu DTP'ye oy veriyor, ama ona yakın miktarda da AKP'ye oy veriyorlar, yüzde 38. Fakat araştırmamızda çıkandan daha fazla olabilir DTP… 2002 seçimlerinde Kürtlerin daha yoğun olduğu bölgelerde DTP yüzde 30'un, bazı yerlerde yüzde 50'nin üzerinde oy aldığı halde Meclis'e giremedi. İktidar partisi olma özelliği taşıyan partiler Kürt kökenli adayları tercih ettiler ama bunlar hep oradaki toplumsal düzenin temsilcileridir. Bu halkı tatmin etmiyor, kendisini yakın görmüyor onları. Eğer baraj engeli aşılsa DTP Meclis'e girebilse öteki partilerde halka yakın insanları aday yapar ve bölgenin toplumsal yapısı değişebilir. Yani bu sürecin siyasi faydasından çok toplumsal değişime faydası olabilir.
Kürtlerin dışındaki alt kimlikleri yüzde 1'in üzerinde bekliyordum. Araplar yüzde 0,71. Zazalar yüzde 0,65. Türkler nüfusun yüzde 76'sı, Kürtler yüzde15'i. Demek ki bütünleşme tamamlanmış. Dolayısıyla Türkiye'de etnik farklılıktan doğan bir problem Kürtler dışında yok.
İnsanlarımız birlikte yaşamak istiyor, bunu başarıyor da, ama bu Anayasa ve bugünkü anlayışımız bizi yönetemiyor. Bizi en çok yöneten Demirel bile “yönetemeyen siyaset” diyor. Bu sorunlara siyasetin cevap bulması lazım.