|

Artun ağabeyi de kaybettik...

Ali Murat Güven
00:00 - 10/11/2007 Saturday
Güncelleme: 22:37 - 9/11/2007 Friday
Yeni Şafak
Artun ağabeyi de kaybettik…
Artun ağabeyi de kaybettik…

Ölüm, bugünlerde bütün soğukluğu ve hatırlatıcılığıyla üzerimizde kol geziyor. Sinema câmiası olarak daha henüz yazar ve yönetmen arkadaşımız Metin Demirhan'ın genç yaşta kaybının hüznünü üzerimizden atamamışken, bu kez de bir başka kısa film ve belgesel ustası, sevgili Artun Yeres ağabeyin vefat haberi düştü internet adreslerimize…

Artun Yeres'i bir “ad” olarak ta ilk gençlik yıllarımdan bu yana tanırdım. Kendisini tanımama vesile olan yönü de Türkiye'de sansürün hışmına uğrayıp gösterimi yasaklanan ilk kısa metrajlı filmin yönetmenliğini üstlenmesiydi. 1967'de son derece sınırlı teknik imkânlar altında çektiği, temel esinini Pablo Picasso'nun -İspanya İç Savaşı'nın tasvir edildiği- “Guernica” adlı ünlü tablosundan alan 8 mm'lik filmi “Çirkin Ares”e, evine düzenlenen bir polis baskınıyla el koymuştu yüce devletimiz. Müsaderenin gerekçesi ise bugün için tek kelimeyle inanılmazdı: Çekilen filmin, “dost ve müttefik bir ülkenin hislerini rencide etme ihtimâli…”

Resmî tutanaklarda adı geçmeyen bu “dost ve müttefik ülke” elbette ki ABD'ydi. Ve Yeres de dönemin haber dergilerinde basılmış bazı fotoğrafların amatör kamerayla çekimlerinden oluşan o bir makara filmde (ki sözkonusu dergileri de yine İstanbul'daki Amerikan Basın Bürosu'ndan almıştı) Amerikan askerlerinin Vietnam'da sivillere yönelik işkencelerini sergiliyordu. Usta'nın kamerası kâh savaş fotoğraflarında, kâh Picasso'nun tablosunda gezinerek, tarihin utanç verici anlarını saptayan bu iki farklı resmetme tekniği arasında sanatsal bir paralellik kurmaktaydı.

Yıllar geçti, bugünlere geldim ve adını sinema dergilerinde, Türk kısa filmine ilişkin indekslerde, tarihçelerde defalarca gördüğüm bu ilginç yönetmenle sonunda birer meslektaş olarak ortak bir platformda buluşma onuruna eriştim. AKP İstanbul İl Gençlik Kolları'nın 2006 sonbaharında düzenlediği “Kısa Çek, Uzun Olsun” adlı kısa metrajlı film yarışmasında Artun ağabeyle birlikte jüri üyeliği yaptık. Asabî mizacı ve her durumda dobra dobra konuşmayı sevmesi nedeniyle, onu kendime bir hayli yakın bulmuştum.

Dostluğumuz, yarışmadan sonraki günler ve aylarda da ara ara telefonlaşmak şeklinde devam etti. Hattâ, geçen yıl iki bölümden oluşan bir köşe yazımda, ondan ve Ermenistan'a yaptığı bir ziyaret sırasında yaşadığı traji-komik olaylardan uzun uzadıya söz ettim. Ermeni asıllı bir yurttaşımız olarak, biyolojik anavatanındaki gözü dönmüş vandallara karşı gerçek anavatanının haklarını kıyasıya savunduğunu öğrenmiş ve bu ibret verici olayı ayrıntılı bir biçimde sizlerle paylaşmıştım:



İşte, bu tepeden tırnağa Türkiye aşığı, yurtsever Ermeni yönetmenimizi geçtiğimiz günlerde ahırete yolcu ettik. Aslında onun etnik kökenini tanımlarken salt “Ermeni” demek bile yanlış; “Ermeni Türk'ü” demek çok daha isabetli bir ifade olacaktır. Çünkü, bizzat kendisi, doğup büyüdüğü Türkiye topraklarıyla duygusal ilişkilerini kopartıp atan böylesi keskin tanımlamalara her fırsatta ve öfkeyle kükreyerek karşı çıkmaktaydı.

Uzunca bir süredir, adına “kolon kanseri” denilen illetle boğuşmaktaymış Artun ağabey. Haberimiz bile olmadı doğal olarak; çünkü bizler -bu tür olayların ardından her zaman utançla vurguladığım üzere- “kendi derdine düşmüş insanların kenti” İstanbul'da yaşamaktayız ne yazık ki. Bu son haberi de her zaman olduğu gibi, iyi niyetli birilerinin iki arada bir derede elektronik posta zincirlerinde yaydıkları kısa bir mesaj ulaştırdı tarafımıza.

Gelen mesajı okuyunca yüreğimde bir cızlama oluştu. Çünkü, Hrant Dink cinayetinden sonra toplumsal kutuplaşmaların iyice arttığı ve kendisini “milliyetçiliğin kalesi” olarak gören bazı kara cahil dangalaklara karşı Ermeni asıllı genç Türklerin de hatalı bir tepkisellik içine girip anavatanlarından soğuma emareleri sergiledikleri kasvetli bir dönemde, Artun Yeres gibi “mozayiği birarada tutan tutkal kişilikler”e öylesine çok ihtiyacımız vardı ki…

Cebinde Türkiye Cumhuriyeti kimliği taşıyan bütün namuslu, çalışkan ve de yurtsever Ermeniler, bu ülkenin birinci sınıf vatandaşları, aslî unsurlarıdır. Ve bundan böyle de hep öyle kalacaklar. Bir Ermeni sitesine yazdığım mesajda da belirttiğim gibi, Türkiye, onların çalışkanlığı, üretkenliği ve (özellikle de sanat alanındaki) üstün yetenekleri olmasaydı, hiç kuşkusuz ki Osmanlı'dan bu yana çok daha kurak ve sıkıcı bir ülke olurdu.

Artun Yeres için geçen çarşamba sabahı Beyoğlu-Emek Sineması'nda sektördeki dostlarının katıldığı bir tören düzenlendi; merhum sanatçı öğle saatlerinde de Beyoğlu Balık Pazarı 3 Horon Ermeni Kilisesi'nde yapılan âyinin ardından toprağa verildi.

Yazdığı senaryoların yanısıra, çektiği kısa film ve belgeseller ile de bir çok ödülün sahibi olan Yeres, aynı zamanda usta bir kitap çevirmeniydi. Son kitabı da İranlı yönetmen Abbas Kiarüstemi'nin bol ödüllü filmi “Kiraz'ın Tadı”nın senaryo çevirisiydi. Geçen yılki “Kısa Çek Uzun Olsun” yarışmasının İzmit'deki bir dağ otelinde gerçekleştirdiğimiz iki günlük jüri değerlendirme toplantısından ayrılırken, adıma imzalayıp armağan etmişti bu kitabını…

Kütüphanemdeki sinema kaynak eserleri arasında duran o güzel hatıra, bana bundan böyle hiç kuşkusuz ki bir kitaptan çok daha fazla şey hatırlatacak.

Yeres'e Yüce Allah'tan rahmet, kederli ailesine de başsağlığı diliyorum. Toprağı bol olsun.




16 years ago