1920'li yıllar… Varlıklı bir İngiliz aristokrat ailesinin biricik vârisi olan John, tatil için gittiği Fransa'nın güney sahillerinde Amerikalı otomobil yarışçısı Larita ile tanışır ve birbirlerine delicesine âşık olan bu iki genç kısa süre sonra evlenirler. John ve Larita Londra'da yaşayacaklardır; ancak ev bulana kadar John'un annesinde kalmaları gerekmektedir. Bu vesileyle Larita da kayıvalidesi Veronica ile tanışma fırsatı bulur.
Veronica, aşırı gelenekçi ve korumacı bir anne iken, emekli albay eşi Whittaker ise onun tam aksine özgür ruhlu ve sakin biridir. Birinci Dünya Savaşı'nın en yıpratıcı trajedilerine tanık olmuş bu adam, eşinin şeytanî hırsı ve ihtiraslarına hiç bulaşmadan, bütünüyle kendi hâlinde bir hayat sürmektedir.
Zıt kutuplara mensup gelin ve kayınvalidenin karşılaşması beklendiğinden çok daha zor geçer. Yeni gelini görür görmez Veronica'nın tüyleri diken diken olmuştur. Larita kayınvalidesiyle uzlaşmak için ne kadar çaba gösterse de yaptıkları sürekli boşa gider. Çünkü, malikânenin despot patroniçesi bulduğu her fırsatta gelininin geçmişini ve karakterinin kötü yanlarını ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Evliliğini kurtarmak için çırpınan Larita ile aristokrat itibarını korumak için her şeyi yapmaya hazır olan Veronica arasındaki bu sinsi iktidar mücadelesinde, giderek iki kadının zekâları çarpışmaya başlar.
“Evlilik Sınavı”, çağdaş İngiliz sinemasından, özellikle gösterişli sanat yönetimi ve kostüm tasarımlarıyla dikkati çeken zarif bir yapım… “Gelin-kaynana çatışması” gibi hiç eskimeyecek türden evrensel bir temayı ele alması da işin cabası… İncelikli esprilerle bezeli İngiliz mizahına ve oyunculukta Britanya ekolüne teşne sinemaseverlerin büyük bir zevkle izleyeceklerine hiç kuşku yok. Ancak, küçük sinemaseverlere uygun bir öykü olmadığını da özellikle belirtelim.
Bize kalırsa, böyle bir filmi izlerken yanınızda bulunması gereken asıl kişi, sözlünüz ya da nişanlınız olmalı… Eşiniz bulunsa da olur bulunmasa da; çünkü zaten o noktaya kadar gelmişseniz “kaynana terörü”ne önlem alma noktasında iş işten çoktan geçmiş demektir!
“Division” (Bölüm) adını taşıyan gizli bir örgüt, yeryüzündeki bütün psişik güçlere sahip insanları bir araya toplayıp, dünyanın en güçlü ordusunu kurmak üzere çalışmaktadır. Ne var ki bir tek kişi hariç, şimdiye kadar yürütülen laboratuar deneylerinin hiç birinden sağlam çıkan olmamıştır.
İkinci nesil bir telekinetik olan Nick Gant, Division araştırmacıları babasını on yıl önce öldürdüğünden beri saklanmaktadır ve kendisine barınak olarak yoğun nüfusuyla ünlü Hong Kong'u seçmiştir.
Geleceği görme yeteneğine sahip bir kız çocuğu olan 13 yaşındaki Cassie Holmes, Nick'e içinde 6 milyon dolar bulunan bir çantadan söz eder ve kahramanımız da ona yardım edebilmek için saklanmaktan bir süreliğine vazgeçer. Para dolu çantaya ulaşabilmek için, Division deneylerinden sağ çıkmış tek kişi konumundaki Kira'yı bulmaları gerekecektir. Bu üç denek, psişik güçler arasında en tehlikeli olanına sahiptirler: insanların düşünce ve hareketlerini -onların beyinlerine nüfuz ederek- etkileyebilme yeteneği… Fakat, Cassie'nin olağanüstü yetenekleri kısa süre içinde örgüt üyeleri tarafından da haber alınır ve küçük kız ile genç dostu bir yandan kader arkadaşları Kira'yı ararken, diğer yandan da hayatlarını kurtarabilmek için soluk soluğa bir kaçışın ortasına düşerler. Bu esnada,, üyeleri ülke dışında üslenmiş özel güçlere sahip bir başka topluluk da onlara yardımcı olacaktır.
Cassie'nin sezgilerinin yönlendirmesiyle hedeflerine ulaşmaya çalışan ikili, kentin tekinsiz derinliklerine girdiklerinde ölümcül psişik güçlere sahip bir ekiple karşı karşıya gelirler. Daha da beteri, Division'ın en tehlikeli ajanı Henry Carver yenilmez bir ordu kurabilmek amacıyla hem çantanın, hem de Kira'nın peşine düşmüştür. Nick, Cassie, Kira ile onları destekleyen az sayıdaki psişik dostları, girdikleri bu mücadelede, bütün güçler dengesizliğine karşın yine de Carver'ın hakkından gelip şeytanî planını bertaraf etmeye çalışacaklardır.
“Darbe”, ilginç konusunun yanı sıra, başarılı özel efektleri ve Hollywood'un büyük umutlarla lanse ettiği yeni çocuk yıldızlardan Dakota Fanning'in performansıyla da göz dolduran bir film. Bilim-kurguyu, özellikle de metafizik konuları ele alan bilim-kurgu yapıtlarını sevenlerin fazlasıyla hoşnut kalacağı, heyecan dolu bir serüven…
Şanslı bir köpek olan Romeo, şu kısa hayatta isteyebileceği her şeye sahiptir; kocaman bir malikâne, bir sürü otomobil, etrafından hiç eksik olmayan kızlar ve onu çok seven bir aile... Günleri sürekli eğlence içinde geçen Romeo'nun hayattan anladığı şey de yine bunlardır. Ta ki günlerden bir gün biricik ailesi onu Mumbai caddelerinde tek başına bırakıp Londra'ya taşınıncaya kadar….
Romeo, kendisini daha önce varlığından haberdar bile olmadığı, son derece cahil ve yoksul bir hemcins çevresinin orta yerinde bulur. Ancak, ilk anda sudan çıkmış balığa dönen bu havalı köpek, tarzı ve sevimliliğiyle kısa zamanda kendine yeni arkadaşlar edinmekte hiç güçlük çekmeyecektir. Kahramanımız bir süre sonra da Laila ile tanışır. O, hayatında gördüğü en güzel kızdır ve görür görmez de kalbini kaptırır.
Yıldızı yavaş yavaş yükselen Romeo'nun, çetesiyle birlikte bölgenin tek hâkimi olan, herkesin içten içe korktuğu tehlikeli kabadayı Charlie ile karşı karşıya gelmesi de fazla uzun sürmeyecektir.
Geçen hafta gösterime giren Alman yapımı “Lilli ve Sinirli Kitabı”ndan sonra, animasyon sinema arenasını bütün bütün Hollywood'un egemenliğine bırakmak istemeyen üçüncü dünya sanatçılarından aynı alanda yeni bir atak daha… Bütünüyle Hintli animatörlerin çizip seslendirdiği “Sokakların Kralı Romeo”, geldiği ülkedeki kökleşik “kitsch sinema” geleneğine göre oldukça üst düzey bir bakış açısının ürünü…
Hint sinemasının ürettiği ilk uzun metrajlı animasyon unvanını taşıyan bu film, aynı zamanda, Türk-Hint İş Konseyi Başkanvekili Erdal Alkış'ın kurduğu yeni ithalat şirketi Icon Medya'nın da Türkiye pazarına sunduğu ilk yapım olma özelliğine sahip. Şirket, yetkilileri, önümüzdeki günlerde Hindistan'dan daha pek çok filmi ardı ardına ithal edip ülkemiz sinemaseverleriyle buluşturacaklarını açıkladılar.
Çocuklar ve gençlere hitap eden yapımlar söz konusu olduğunda, ABD dışı kaynaklardan gelen bütün eli yüzü düzgün örneklerde olduğu gibi bu filmi desteklemek de boynumuzun borcudur. Öte yandan, hoş zaten “Romeo” da öyle arkadan itelenmeye ihtiyaç hissetmeden, yalnızca kendi kalitesiyle bile ciddi oranda ilgi görüp gişe yapmaya aday bir aile filmi. Hollywood çıkışlı benzerlerinden hiç de aşağı kalmayan animasyon kalitesi ve neşeli müziklerinin yanısıra, yapım ekibinde bolca Hintli Müslüman sanatçının yer alması da onu bizler açısından daha bir ayrıcalıklı kılıyor. Özellikle çoluk çocuklarıyla birlikte sinemaya gitmeyi seven ebeveynler için bu hafta sonundaki en isabetli tercih…
Annesinin zamansız ve kuşkulu ölümü üzerine bunalıma girip intihara kalkışması nedeniyle babası tarafından psikiyatri kliniğine yatırılan Anna, bir süre tedavi gördükten sonra evine geri döner. Babası Steven, genç kızın klinikte bulunduğu günlerde, ölen eşinin eski hemşiresi Rachel ile nişanlanmıştır. Eve gelip bu manzarayı gördüğünde kendisini ihanete uğramış hisseden Anna, ihtiyaç duyduğu teselliyi kız kardeşi Alex'te arar. Hemşireye sırılsıklam âşık olduğundan dolayı attığı adımın ahlâkî boyutunu da görmez duruma gelmiş babayı bu kararından geri çevirmenin pek fazla yolu yok gibidir.
Kendini toparlamaya çalışan Anna'nın içini kemirip duran kuşkular, annesinin hayaletinin ortaya çıkıp ondan intikam almasını istemesi üzerine yerini korku ve dehşete bırakır. Öte dünyadan gelen bu varlık, katil zanlısı olarak Rachel'i işaret etmektedir. Bunun üzerine Anna ve kızkardeşi Alex, hemşirenin soru işaretleriyle dolu geçmişini araştırmaya girişirler.
Amerikalı sinemacıların pek bir müptelası oldukları şu “remake” (yeniden çevrim) tutkusunun sırrını çözebilmek, en azından benim açımdan mümkün değil… Hangi ülkede çekilmiş olursa olsun, başarılı bir film başarılı bir filmdir ve onun uyarlama haklarını satın alıp tekrar tekrar çekmenin ne anlamı vardır, doğrusu ben bu işi anlayamıyorum. Son yıllarda Japonya, Kore ve Çin gibi Uzakdoğu ülkelerinden satın alınan korku filmi konseptlerinin sayısına bakılırsa, Hollywood'da senaryo sıkıntısı demek ki cidden kırmızı alarm boyutlarına ulaşmış durumda…
Güney Koreli yönetmen Ji-woon Kim'in 2003 yapımı “Janghwa, Hongryeon” adlı filminden uyarlanan “Davetsiz” de aynı furyanın bir ürünü; orijinaline göre üzerine biraz daha fazla erotik sos dökülmüş vasat bir yeniden çevrim. Korku türüne özel bir ilginiz yoksa, kaçırdığınız için çok da fazla bir şey kaybetmeyeceksiniz.
