Bir gün, hiç de hesapta yokken, milyonlarca kilometre uzaklıktan gelen bir “uzaylı”, “Dünya” adlı gezegendeki “ABD” adlı ülkenin astronotu Yüzbaşı Charles Baker uzay gemisini Neera'nın bahçesine, hem de ailenin barbekü partisinin tam ortasına indirir. Görev sarhoşluğu içindeki yabancı, çevredekileri fark etmeksizin gemiden iner ve büyük bir zafer kazanmışçasına ülkesinin bayrağını bahçeye diker. Ancak, bu duygusal seremoniden hemen sonra arkasını döndüğünde de Gezegen 51'in yeşil derili sakinlerinin şaşkınlıkla kendisine baktıklarını görür.
Büyük bir paniğe kapılarak soluğu yakınlardaki gökevinde alan kahramanımız, bir süre sonra bu korkusunu üzerinden atar ve tesisin yeniyetme yöneticisi Lem ile tanışır. Baker'ı sakinleştiren Lem, onu aralarına giren herhangi bir yabancıyı yakalayıp yok etme içgüdüsüyle donanmış paranoyak Gezegen 51 ordusundan saklamaya karar verir. Uzaklardan gelen davetsiz konuğun tek isteği ise bir an önce uzay gemisine ulaşıp, çoktan fethedilmiş olan bu topraklardan sıvışmaktır. Lem, Gezegen 51'in zekâ özürlü bir kaç askeri ve araştırmacı robot Rover'ın da yardımlarıyla tehlike altındaki dostunu gemisine sağ salim bindirip kendi gezegenine yolcu etmeye çalışacaktır.
“Gezegen 51”, herhangi ön bilgiyle donanmaksızın izlediğinizde, animasyon sinemanın son 15 yılına damgasını vuran “Pixar” ya da “Dreamworks” gibi marka olmuş Hollywood şirketlerinden herhangi birinin çektiğini düşünebileceğiniz kadar çıtası yüksek bir çalışma. Hem biçimsel özellikleri, hem de su gibi akıp giden keyifli senaryosu itibarıyla…
Buna karşılık, fazlasıyla Amerikan kalitesi sergileyen filmde Amerikalıların rolü neredeyse seslendirme ve dağıtımla sınırlı tutulmuş. “Gezegen 51”in çekirdek animatör kadrosu bütünüyle İspanyol sanatçılardan oluşuyor ve İberik yarımadasında bu denli yüksek estetiğe sahip bir animasyonun hiçbir ön duyuru faslı yapılmaksızın ansızın ortaya çıkması da Avrupa sinemasının Hollywood'a çok ciddi bir meydan okuması sayılmalı bana göre…
2002 yılında İspanya'da kurulan “Ilion Animation Studio”, görünen o ki kuruluşundan itibaren hedeflerini çok yüksek tutmuş bir yapım şirketi… Yalnızca yerel dağıtım ağına girme şansı bulabilecek ufak tefek ve etkisiz animasyonlar üretmek yerine bir tür “Avrupa kıtası Pixar'ı” gibi davranarak, küresel ölçekte sükse yapabileceği işlerin peşinde koşuyor. Nitekim, yapımı 3-4 yıla yayılan “Gezegen 51” de bu idealin ilk gösterişli örneği.
İspanyollar, muazzam bir ışık, renk ve ses kalitesine sahip olan filmlerinin senaryosunda milliyetçilik yapma hevesini bir kenara bırakarak, öyküyü son derece bilinçli bir tavırla doğrudan doğruya Amerikalılarla ilişkilendirmişler. Çünkü, artık herkes biliyor ki 300 milyon nüfuslu dev bir pazar konumundaki bu ülke, kendi dili, hayat tarzı ve alışkın olduğu esprilerle donanmamış filmlere asla yüz vermiyor; farklı kültürlerin temsilciliğini yapan yapıtlar da kısıtlı bir dağıtım ağıyla en fazla sanat sinemalarında boy gösterebiliyor. Oysa, “Gezegen 51” gibi yüksek bütçeli bir animasyon filmin gerek ticarî başarı elde edip giderlerini karşılamak, gerekse bu yeni kurulmuş stüdyonun nâmını dünya çapında yayabilmek için mutlaka Kuzey Amerika pazarına da seslenen bir yönü olmalı…
Sinemadaki beğeniler de dahil, popüler kültüre ilişkin her şeyin son 50 yılda bu denli Amerikanlaşıp tek tipleşmesi keyif verici bir durum değil hiç kuşkusuz; ancak neylersiniz ki gerçek böyle… Bırakın karakterlerin her adımda Amerikan esprileri yapıp Amerikan refleksleri sergilemesini, eğer ki bir filmde açılış ve kapanış jenerikleri Hollwood'un endüstri standardı olarak dayattığı sıralamaya göre akmıyorsa bile, izleyici, özellikle de tarihin akışını kendi hayatıyla başlatan genç kuşaklar bunu ânında büyük bir yadırgamayla karşılıyor.
O yüzden, “Keşke, büyük ressam Francisco Goya'yı yetiştiren İspanyol zekâsı ve yeteneğinin bir eseri olan 'Gezegen 51' biraz daha yerel renklerle bezenmiş olsaydı” diyesim gelmekte; fakat sinemanın çağımızdaki ticarî başarı yasalarını da iyi bildiğimden dolayı bu naif gözlemimi açıkça dilendiremiyorum. Eğer böylesi bir “tek tipleşme” temayülüne anlayışla bakmayı başarabilirseniz, en az Pixar'ın “Oyuncak Hikâyeleri” ya da Dreamworks'ün “Shrek dörtlüsü” kadar kaliteli bir animasyon serüven sizleri bekliyor.
Filmin ülkemizdeki gösteriminde piyasaya sürülen kopyaların önemli bir bölümünün Türkçe seslendirildiğini, yalnızca birkaç sinemada özgün seslendirmeyle gösterim yapıldığını da son bir not olarak ekleyelim.