|

Kızım sana İran diyorum; gelinim sen İslâm anla!

Colorado doğumlu olup İran'ı hiç görmemiş İran asıllı Amerikalı yönetmen Cyrus Nowrasteh'nin, yine İran İslâm rejiminin en sıkı muhaliflerinden biri olan İran asıllı müteveffa Fransız gazeteci Freidoune Sahepjam'ın aynı adlı kitabından bütünüyle Amerikan sermayesine yaslanarak çektiği 'Süreyya'nın Taşlanması', Hollywood'un üretmekte pek mahir olduğu karşı propaganda/siyasal egzajerasyon sinemasının bütün klişelerini içinde fazlasıyla barındıran bir 'öfke' filmi...

Ali Murat Güven
00:00 - 21/05/2010 Cuma
Güncelleme: 01:55 - 16/05/2010 Pazar
Yeni Şafak
Kızım sana İran diyorum; gelinim sen İslâm anla!
Kızım sana İran diyorum; gelinim sen İslâm anla!


SORAYA'NIN (SÜREYYA'NIN) TAŞLANMASI

The Stoning of Soraya M.

Yapım Yılı ve Ülkesi
: 2008, ABD yapımı

Türü ve Süresi
: Drama / 114 dakika

Yönetmen
: Cyrus Nowrasteh

Senaristler
: (İranlı gazeteci Freidoune Sahepjam'ın aynı adlı kitabından uyarlamayla) Cyrus Nowrasteh, Betsy Giffen Nowrasteh

Görüntü Yönetmeni
: Joel Ransom

Özgün Müzik Bestecisi
: John Debney

Kurgucular
: David Handman, Geoffrey Rowland

Yapım Tasarımcısı
: Judy Rhee

Set Dekoratörü
: Rana Abboot

Kostüm Tasarımcısı
: Jane Anderson

S
aç, Makyaj ve Makyaj Özel Efektleri Supervizörü
: Jason Hamer

Sanat Yönetmeni
: Bradley Schmidt

Oyuncular
: Mozhan Marnò (Süreyya), Shohreh Aghdashloo (Zehra), James Caviezel (Feridun), Navid Negahban (Ali), Ali Pourtash (Molla), David Diaan (Ebrahim), Parviz Sayyad (Haşim), Vida Ghahremani (Bita), Vachik Mangassarian (Süreyya'nın babası)

İthalatçı Şirket
: İrfan Film

Dağıtıcı Şirket
: Medyavizyon

İçerik Uyarıları
: Bir bölümünde zalimane şiddet görüntüleri ve birkaç bölümünde de argo diyaloglar bulunmaktadır. Ayrıca, genel duruşu itibarıyla "İslâm karşıtı" bir öyküdür. 18 yaşından küçükler ve bu tür sahnelerden rahatsız olanlar için uygun bir film değildir.

Resmî İnternet Sitesi ve Fragmanı
: (Türkçe)
/ (İngilizce)

Yeni Şafak-Sinema Puanı
: * * 1/2


İran asıllı Fransız savaş muhabiri Feridun, otomobili bozulduğu için mola vermek zorunda kaldığı kuş uçmaz kervan geçmez bir İran köyünde Zehra adlı yaşlıca bir kadınla tanışır. Onun gazeteci olduğunu anlayan Zehra, köyün sürpriz konuğuyla “çok önemli bir olayı konuşabilmek” için ısrarla peşine takılmıştır. Sonuçta, Feridun oldukça dertli görünen kadının ısrarlarına dayanamaz ve onu dinlemeye karar verir. Zehra'nın 36 yaşındaki yeğeni Süreyya, henüz bir gün once, bölgenin şer'i hukuk işlerine bakan Şii mollanın kararıyla, aynı köyde beraberce yaşadıkları ahali tarafından “recmedilerek” öldürülmüştür. Kararın gerekçesi ise Zehra'nın eşine karşı itaatsiz olduğu yönündeki iddialardır; ancak bu iddialar da dinî otoriteyi temsil eden kişiler tarafından yeterince araştırılıp aydınlatılmadan peşinen doğru olarak kabul edilmiştir. Yeğeni kendi komşularının taş darbeleri altında ölmeden önce ona bu adaletsizliği sesinin ulaşabildiği her yere duyuracağına dair söz veren Zehra, Süreyya'nın katlinin İran'daki İslâmî rejimin kirli sırları arasına gömülmemesi için Feridun'dan yardım ister. Acı içindeki yaşlı kadının tek umudu bu gazetecinin elindedir; kendisini mutlaka dinlemeli ve bu küçük köyün büyük günahını bütün dünyaya anlatmalıdır. Deneyimli muhabir de Zehra'dan emaneti teslim alacak ve Süreyya'nın hiç kimseler tarafından bilinmeyen trajik öyküsünü kitaplaştıracaktır.

Önce, gösterime girdiği 1991 yılında orta hâlli bir serüven filmi olmaktan çıkarılıp ardındaki siyasal destekçilerinin canhıraş gayretleriyle büyük bir karşı-propaganda gösterisine dönüştürülen "Kızım Olmadan Asla" (Not Without My Daughter) filmini izlemiştik. Ardından, Ortadoğu'daki muhatapları bütün bir 1990'lar boyunca bu tahammülü zor karalama kampanyasının olumsuz sonuçlarıyla boğuşurken, bu kez de 2007'de, sinema tarihinin kaydettiği "en kör parmağım gözüne siyasal animasyon film" unvanına sahip olan "Persepolis" arz-ı endam etti sinemalarda… Ve hemen ertesi yıl da İran'ın 1979'dan sonraki siyasal-toplumsal sistemini yerden yere vuran, her karesi öfkeyle bezenmiş filmler kervanına "Süreyya'nın Taşlanması" katılacaktı.

Kestirmeden ilerleyip, Amerikan sineması ve küresel siyasetinin bizlerden talep ettiğini kendilerine hiç sorgusuz sualsiz biçimde verirsek, "Süreyya'nın Taşlanması" sinemasal açıdan oldukça sağlam, aslî hedefi konumundaki "izleyiciyi duygusal yönden dağıtma" misyonunu pek güzel başaran vasat üstü bir film… Fakat, Nasrettin Hoca'nın ünlü fıkrasında olduğu gibi, böylesine netameli bir manzaraya hakem olarak daha "İslâm"ın "i"sini görünce huylanan safı baştan belli eleştirmenler değil, tam aksine "daha once damdan düşmüş" ve bunun acısının nasıl birşey olduğunu iyi bilen sağduyulu kişiler gerek… Belki ancak o durumda, iki radikal yaklaşım arasında belli bir ahlâkî denge kurulabilir. Önü ve ardındaki muhtelif gerekçeler iyice kırpıldıktan sonra Amerikan değer yargıları süzgecinden geçirilip önümüze sürülen bu tür manipulatif öyküleri "ateist-feminist bakış"ın hırçın vicdanına teslim edersek, vay hâlimize, vay dinimize!

İçinde tek bir olumlu Türk'ün bile yer almadığı 1978 tarihli "Geceyarısı Ekspresi"nin dünya çapındaki pisliklerini hâlâ temizlemeye çalışan bir milletin çocuğu olarak, Hollywood'un, konjonktüre göre kimi zaman Araplar'a, kimi zaman Ruslar'a, kimi zaman Kübalılar'a, kimi zaman Çinliler'e ve zaman zaman da İslâm dünyasının -İran gibi- çıbanbaşlarına yönelik bu hoyrat, siyasal eleştiride ölçüyü iyiden iyiye kaçırmış yaklaşımına fazlasıyla âşinâyım. Geçmişteki rezil örneklerden dolayı gayet iyi bildiğimiz, düpedüz "ahlâksız" bir sinema türü bu ve yakın bir gelecekte, sözgelimi Hugo Chavez'in Venezuela'sını aşağılamak amacıyla devreye sokulmaması için de hiç bir neden yok.

Ha, "İslâm Devrimi" sonrasının İran'ı sütten çıkmış bir ak kaşık mıdır? Orada da yargısız infazlar, yanlış hukukî uygulamalar ve "kraldan fazla kralcı" bir İslâmcılığın egemen olduğu dönemler ya da bölgeler olmamış mıdır? Elbette ki olmuştur; ki olduğunu da bu misyon filminin sunduğundan çok daha sağlam kanıtlara dayanarak bilmekteyiz. Ancak, İran kökenli olup İran'ı hayatı boyunca bir kez bile görmemiş ABD'li yönetmen Cyrus Nowrasteh'in de, filme kaynaklık eden "gerçek öykü"nün (!) gazeteci-yazarı (ki kendisi eserini beyazperdede göremeden kanserden öldü) Freidoune Sahepjam'ın da temelde "sapla samanı birbirinden ayırmak" gibi bir dertleri yok. Hollywood'un üretmekte pek mahir olduğu karşı propaganda/siyasal egzajerasyon sinemasının bütün klişelerini içinde fazlasıyla barındıran bir 'öfke' örneğiyle karşı karşıyayız ve böyle bir öykü hiç kuşkusuz ki ülkemizde de özellikle "İslâm eşittir vahşet" denklemine gönülden bağlılar arasında gereken karşılığını bulacaktır.

Öte yandan, dindarların böyle bir filmi izlemekten en büyük kazanımları ise sinemanın küresel propaganda faaliyetlerinde ne denli etkili ve önemsenmesi gereken bir güç olduğunu yüreklerinde bir kez daha duyumsamaları olabilir.

14 yıl önce